Ermeni dünyası Surp Zadig öncesi Medz Bahk (Büyük Oruç) dönemine girdi. Yedi hafta boyunca dualar ve perhizle idrak edilecek olan bu günlerin anlam ve önemini Sahak Episkopos Maşalyan’a danıştık. Eski günlerin mirasını sürdürmeye gayret eden Derik, Sason, Sivas, Malatya ve Tunceli Ermenileri ile de eskilerin Zadig kutlamalarını konuştuk.
Sahag Episkopos Maşalyan
Fotoğraflar: BERGE ARABİAN
SARKİS GÜREH
sgureh@agos.com.tr
Ermeni dünyası Surp Zadig öncesi Medz Bahk (Büyük Oruç) dönemine girdi. Yedi hafta boyunca dualar ve perhizle idrak edilecek olan bu günlerin anlam ve önemini Sahak Episkopos Maşalyan’a danıştık. Zaman içinde değişikliğe uğrayan kilise dualarından orucun felsefesine kadar pek çok konuya değinen Sahak Sırpazan, bu dönemde karakterin olgunlaşması ve ruhun arınmasının önemine dikkat çekiyor.
Medz Bahk, Anadolu’nun farklı yörelerinde değişik geleneklerle yaşatılırdı. O günlerin mirasını ısrarla sürdürmeye gayret eden Derik, Sason, Sivas, Malatya ve Tunceli Ermenileri ile eskilerin Zadig kutlamalarını konuştuk. Paylaştıkları anılar bu topraklarda var olmuş bir köklü bir kültürün izleriyle doluydu.
• Sırpazan Hayr, oruç nedir? Niçin bütün dinler için önemlidir?
İnsan doğasında beden ve ruh çelişkisi vardır. İnsan ruhsallaşmak istediği zaman bedeninden hemen itirazlar gelir. Çünkü ruhun yollarında yürümek beden için zordur. Eskiden filozoflar insanı ‘ata binmiş süvari’ye benzeterek tanımlamaya çalışırlardı. Burada at beden, süvari ruh, dizginler de iradedir. Eğer süvari dizginleri iyi tutamazsa, at istediği yere gider ve belki uçurumdan aşağı yuvarlanır. Dolayısıyla ruhun beden üstündeki hakimiyeti iradenin güçlendirilmesiyle mümkündür. Oruç bu açıdan önemli. Genel inanış, orucun dinin gereği, ‘Allah’ın rızası’ olduğudur. Kutsal Kitap bize der ki, “Yemek yerken Allah için mi yiyorsun ki orucu Allah için tutasın.” Yemek yemek de, oruç tutmak da aslında kişinin kendisi içindir. Ruhun ilerleyişinde bedenin çıkardığı engelleri kaldırmak ve insan varlığını hafifletmek, orucun bütün dinlerdeki ortak anlamıdır.
• Hıristiyanlıkta oruç diğer dinlerden farklı mı?
Hıristiyanlık şeriat dini olmadığından oruç, dinin bir şartı olarak verilmemiştir. Hıristiyanlıkta oruç, olgunlaşmanın ve mükemmelleşmenin gereğidir. Nasıl ki spor yapmak zorunlu değilse ama sağlıklı kalabilmenin bir yolu ise, bunun gibi, oruç tutmak zorunda değiliz ama mükemmelleşmek, karakterini düzeltmek, ruhsal sorunlarını çözmek isteyen oruç tutmalıdır.
Hıristiyanlıkta oruç görünür olmamalıdır. İsa’nın İncil’de açık emri var: “Oruç tutarken ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Çünkü onlar oruç tuttukları bilinsin isterler.” Yani oruç tutarken bunu çevreye belli etmemek gerekir. Pavlus mektuplarında “Yemeyen yiyeni hor görmesin” veya “Her şeyi yapabilirim, ama hiçbir şeyin kölesi olmayacağım” der.
• Mezhepsel farklılıklar var mı?
Protestanlarda belirli bir gün yok, kişi ihtiyaç duyduğunda oruç tutar. Toplumsal yönü azalmıştır onlarda. Katolikler Cuma günü oruç tutar, balık yenir. Genel olarak Batı kiliselerinde orucun toplumsal yönü unutulmuştur. Doğu kiliselerinde bu yön hâlâ kuvvetlidir. Ortodoks kiliselerinde, Süryani, Kıptı, Etiyopya kiliselerinde oruç tutulur. Ermenistan’da da bir uyanma var, Rus Kilisesi’nin etkisiyle. Ruslar orucu çok ciddiye alıyorlar.
• Orucun toplumsal, sosyal boyutu nedir?
Bu dönem, toplumsal eşitliğin sağlanması açısından da önemlidir. Yardımların, sadakaların artırıldığı dönemdir. Oruç tutamayanlar bir şekilde yardım ederek telafi edebilirler. Orucun sosyal anlamlarından biri de budur. Kutsal Kitap’ta, Eski Ahit’te bununla ilgili çok ilginç öğütler var: “Sadece oruç tutarak ama kardeşini hor görerek, unutarak oruç tutamamalısın. Allah’ın sevdiği oruç, sende olanı paylaşmandır. Aç olanla ekmeğini paylaşmaktır, kölen olanı özgür bırakmaktır, çıplak olanı giydirmektir.”
• Arevakal’ın önemi nedir?
Eski manastırlarda dokuz tören vardı ve bunlar her gün yedi kere yapılırdı. Manastır rahipleri yedi kere kiliseye girer ve dua ederlerdi. O dualardan birinin adı olan Arevakal, yani öğle duası, yemek yemeden önce okunurdu. Bu manastırda yetişenler daha sonra episkopos, dini önder veya Patrik olunca dua biçimlerini tüm kilise törenlerine yaydılar ve yerleşik töre o yedi Jamerkutyun oldu. Günümüzde kiliselerde sabah ve ikindi dualarının her gün yapılması gerekir. Öğle duası ise hemen hemen hiç yapılmıyor. O zaman kilise büyükleri bu öğle duasını Büyük Oruç’ta uygulamaya kararı vermişler. O törendeki ilahiler çok güzel olduğu için halk tarafından hemen benimsenmiş.
İnancın en önemli merkezlerinden biri olan İstanbul’da oruç daha az görünür oluyor. Arevakal geleneği sürdürülüyor ama mihraptan baktığımda hep aynı yüzleri görüyorum. Yaşlı kadınlar, erkekler, ev kadınları... Çok az genç var. Dinsel gelenekler yeni kuşaklara aktarılamıyor, çünkü bunun taşıyıcısı olan yayalar ve büyükbabalar çekirdek ailenin bir parçası değil artık, aynı evde değiller. Türkiye’de din yükselen bir değerken, Ermeni toplumunda değer yitiriyor.
• Bu dönemde törenlerde ne gibi değişiklikler olur?
Büyük Oruç geldiğinde, kilise törenlerinde birkaç düzenleme yapılır. Bir kere, her şey yavaşlar, basitleşir ve kararır. Bütün kilise bir nevi münzevi hayata geçer. İncil okumaları uzar. Burada amaç kiliseye gelenlerin her bir söz üzerinde meditasyon yapmasıdır. Sırada oturan kişi ilahinin sözlerini duyduğunda kendi içinde bir yolculuğa geçer.
Bu dönemde perdeler kapatılır. İnsanların Horan’daki rahiplerden selam alarak, o selamı yayması anlamına gelen Voğçuyn bu dönemde gerçekleşmez. Hağortutyun (Kominyon) verilmez. Din adamı Badarak elbiseleriyle görünmez. Müzik eşliğinde okunan bazı dualar düz okunur. Kilisede daha ağır, sade bir hava vardır. Kilise sembolik dille, “Şimdi biz günahkârız. Günahlarımız üzerine düşüneceğiz ve arınacağız. Onun için bir günahkâr gibi bazı şeylerden mahrum olmamız lazım” mesajını vermeye çalışılır.
Bu yedi haftaların her birinin bir anlamı vardır. İncil’den bir konu alınır ve o konunun üzerine konuşulur. Vaazcı rahipler, Anarak Vorti, (yaramaz çocuk), Anirav Dındes (haksız kâhya) gibi İsa’nın anlattığı mesellerden cemaatin ihtiyacına, gündemine göre birini seçer ve daha çok tövbeye, arınmaya, kardeşliğe, bağışlamaya, sevgiye dair vaazlar verirler.
• Oruç neden Şubat ayına denk gelir?
Büyük Oruç Zadig’e hazırlıktır. Kilise takvimine göre her büyük bayramdan önce bir oruç dönemi vardır. Vartavar’dan, Asdvadzadzin’den önce bir haftalık oruç vardır. Ama Dzınunt ve Zadig’ten önce 7 haftalık oruçlar vardır. Dzınunt’tan önceki Hisnag orucudur ve artık neredeyse unutulmuştur. Zadig genelde Nisan ayının 15’ine yakın kutlanır. Bazen, bu yıl olduğu gibi Mart ayının son günlerine denk gelebilir veya Mayıs başına sarkabilir. Nisan ayından 50 gün öncesi Şubat ayına denk gelir.
• Oruç tutmaya başlayıp bozmak günah mıdır? Hangi şartlarda oruç bozulabilir?
İsa’nın bir sözü var: “Yemin etmeyin, eğer yemin ederseniz yerine getirin.” Burada kişinin kendine verdiği sözü tutama sorunu var. Karakterle, vicdanla ilgili bir sorun. Hıristiyanlar olarak her şeyi günah veya sevap olarak nitelemek yerine yarar ve zarar olarak bakıyoruz. Bir insan söz veriyorsa, yerine getirmeli.
Oruç yaşam söz konusu olduğunda bozulabilir. Şeker veya tansiyon hastalarının oruç tutmamalarını her zaman söylüyoruz. Oruç bizi sağlıklı kılmak içindir.
• Neden hayvansal gıda yenmiyor?
Yediğimiz şeyler psikolojimizi etkiler. Kuzu eti yemekle ıspanak yemek arasında fark vardır. Hayvansal gıdalar ağırdır ve bedeni ağırlaştırır. Bunları yediğimizde vücutta yarattığı etkiler farklıdır. Bilimsel analizler de bunu söylüyor. Bir şey yersin şeker yükselir ve bu senin psikolojini etkiler. Ruhsal olan her şey bedende, bedende olan her şey ruhta, dolayısıyla yediklerinden hem bedensel ve ruhsal olarak etkileniyorsun.
• Peki, bal yenilebilir mi?
Yenilir. Vaftizci Yahya bütün ömrünü çölde yaşayarak, oruçla geçirdi. Sadece çekirge ve yaban balı yerdi.
• Oruç tutmayanlar çok sevdikleri bir şeyi yapmayarak oruç tutmuş sayılabilir mi?
Şınorhk Badriark oruçla ilgili yazdığı bir kitapta diyor ki, “Hıristiyanlık açısından insan önce kontrol etmeli ve ben neye bağımlıyım diye kendine sormalı.” Sigara içen, çikolata, kahve, kolaya bağımlı olan biri 40 gün bunlardan uzak durarak oruç tutmuş sayılabilir. Eğer kişi öze inebiliyorsa, yaptığı anlamlıdır. Sevap kazanmak için değil de ruhun arınması, karakterin olgunlaşması için oruç tutmaya karar veren kişi, önce kendine “Benim orucum ne olmalı” diye sormalı. Eğer günde beş saat televizyon izleyen biriyse, onun orucu belki bunu bir saate indirmek olabilir. Biri vejetaryense mesela, onun perhiz yapması bir şey ifade etmez.
• Dzom ve bahk’ın farkı nedir?
Bahk (perhiz), ‘tutmak’ kelimesinden türemiştir. Yani burada bir disiplini tutmak anlamında kullanılır. Eğer kola içmeyeceğim diyorsan, kola disiplinini tutmuşsundur, kola bahkındasındır. Dzom (oruç), günde bir kere yemektir. Genelde Dzom tutanlar da perhiz yemeği yemeye gayret eder. Ama oruç tutmayanların da bulunduğu evde sadece etli yemek varsa Dzom tutan biri onu yiyebilir.
• Oruç neden 17.00’de açılır?
İkindi duasından sonra oruç açılır. Saatin beş olması şart değil, bazen dört bazen altıya denk gelir. Gidilen kilisenin saatiyle alakalı.
• Büyük oruç yedi hafta, neden 40 gün oruç tutarız deniyor?
Büyük Oruç’ta aslında iki dönem var: Dzağgazart’a kadar olan 40 günlük oruç, Büyük Oruçtur. Zadig’in de ‘Avak Şapat’ olarak adlandırdığımız son bir haftalık özel oruç dönemi vardır. Bu nedenle aslında toplamda yedi hafta oruç tutarız.
• Orucun son günü ne zamandır?
Bütün oruçların son günü cumartesidir. Cumartesi akşamı, yanan kandilden mumla ışık alınan alınarak Cırakaluys adıyla kutsal evlere taşınır ve o akşam genelde balık tüketilir. Zadig’de de et yenir.
• Oruç süresince balık yenebilir mi?
Eskiden yenmezdi. Çok önceden herkes 40 gün katı oruç tutardı. Sonraları katı oruç herkese uygun olmadığından perhize indirgediler. 20 yüzyılda özellikle emek gücüyle çalışan nüfusun sadece bitkisel beslenerek protein ihtiyaçlarını karşılayamadığı görüldü ve hafta sonu balık, yumurta ve süt tüketimine izin verildi.
• Kadınlar regl olduklarında oruç tutabilir mi?
Tutabilirler.
• Dzom tutanlar diş fırçalarsa orucu bozulur mu?
Bozulmaz.
• Dzom tutanlar şarap içebilir mi?
İçilmemesi daha uygundur.
Sivas’ta çedene, pezük turşusu ve altıkol oyunu
MIGIRDİÇ YEŞİLÇİMEN
Surp Sarkis orucu diye bildiğimiz, Pazartesi gününden başlayan üç günlük oruç (uğundurma) daha çok genç kızların tercihi idi. Büyük oruç için başlangıç sayılırdı. Köşe bucak temizlenir, hamama gidilirdi. Birkaç gün önceden evdeki tüm bakır kap kaçak kalaylanmak için kalaycıya götürülürdü.
Sivas’ta gün batımı öncesi kiliseye gidilir, dua edilirdi. Saat 17.00’de oruç açılırdı. Tahinle hazırlanmış hamur işleri yer sofrasının vazgeçilmezleriydi. Çedene havanda dövülerek, nane ile karıştırılıp bulgurlu köfteler hazırlanılırdı. Pancar (pezük) turşusu, içinde yağ ve yumurta olmayan erişte ile birlikte sıcak çorba olarak hazırlanır, lezzetine doyulmazdı. Bulguru haşlayıp tahinle yemek sanırım orucun özüydü.
Tabii ki zeytinyağlı yemekler hep vardı. Kurutulmuş biber, yaprak dolmaları...Yedi hafta boyunca ev gezmeleri yapılır, geç saatlere kadar üçlü veya altıkol oynanırdı. Halkın büyük bölümü orucun perhiz kısmını uygulardı. Bu süreçte insan sevgisi-insan sıcaklığı artar, ruhumuz temizlenirdi.
‘Tek eğlencemiz kilise bahçesinde oynadığımız oyunlardı’
HRANT NERGİS
Ben 1947 Derik doğumluyum. Doğduğumda 60- 70 hanede, 300’e yakın Ermeni nüfus vardı Derik’te. Surp Kevork Kilise’miz vardı ama biz orayı ancak 1957’de geri alabildik. Ondan önce bir süre ahır olarak kullanıldı, sonra sinema oldu. Derik’in Müslüman halkı kiliseye çok dokunmadı. Çünkü o kilisede pek çok mucize olmuştur. Kiliseye bilerek veya bilmeyerek zarar verene, taşını sökene, veya ahır olarak kullanana Surp Kevork görün-müştür. Kürtlerin Dera Sor (Kırmızı Kilise) olarak bildiği Surp Kevork, bu sayede ayakta kalabilmiştir.
Derik’te altı kilise ve iki okul varmış, 1915 öncesinde ne kadar yoğun bir Ermeni nüfusu olduğu buradan anlaşılır. Babam Surp Kevork Kilisesi’ne bağlı okulda okumuş, 1915’te 3. sınıfa gidiyormuş. 1915’ten, yaşı 25’in üstünde olup sağ kalanların sayısı yediyi bulmamış. Yaşı 25’in altında olup sağ kalanların sayısı ise 40’ı geçmemiş. Annem ve babam bu 40’ın içindeymiş.
Derik’te hasta ve çocuklar hariç herkes oruç tutardı. Bazen babama orucun başlama zamanını nereden bildiklerini sorardım, “Allah vergisi oğlum” derdi. Doğru düzgün okuma yazma bilen yok, Patrikhane’yle bağımız yok ama oruca ne zaman başlanacağı ve ne zaman biteceği tam bilinirdi. Bizim oralarda yağ, et senelik alınır, saklanır. Bir hafta kala evlerde orucu bozacak her şey yok edilir, yani ne varsa o hafta yenirdi.
Oruca birkaç gün kala ne kadar çanak çömlek varsa kalaycıya götürülür, tertemiz yapılırdı. Arevakal yapmazdık. 1957’de kiliseyi geri aldığımızda babam Taniel, rahmetli Movses Dayı ve Tovmas Dayı İncil okurlardı. Patrikhane’yle bağ kurmadan önce bizim oraya misyonerler ve Süryani papazlar gelirdi. Babam gelen misyonerlere, “Peşinizde saf tutarız ama bizden başka bir şey istemeyin, ‘Protestan olun, Katolik olun’ demeyin. Yoksa tekmeyi basarım” derdi. Babamda Ermenice harfli Kürtçe İncil vardı. Her Cumartesi akşamı ve Pazar sabahı muntazam olarak kiliseye giderdik.
Paregentan yapmazdık. Eğlence olmazdı Derik’te. Tek eğlencemiz kiliseyi geri aldıktan sonra bahçede oynadığımız oyunlardı. Orucun son günü, çocuklar uyuduktan sonra büyükler, ekmeği dilimler ve çiğ yumurtanın içine bandırıp pişirirlermiş. Oruç böyle başlarmış.
Sasun’da pokhint, harisa ve her gün her an inanç
BESSE KABAK
Sasunlu Ermenilerinin hayatlarında inancın çok önemli bir yeri vardır. Yolculuğa çıkıldığı zaman dahi oruçlu olmayı sorun etmez, saati geldiğinde derenin soğuk suyu, bohçalarındaki ekmek ve tuzla oruçlarını açmak onlara yeterli olurmuş. Hayvansal ürünlerin kırıntısının dahi orucu bozacağına inandıklarından, oruç öncesi yemek kaplarını meşe ağacının külleriyle bir güzel yıkarlarmış. Sebze ile beslenilen bu dönemde yemek pişirmede kullanılacak yağ ihtiyacını ise kenevir tohumundan karşılarlarmış.
Sasun’da Surp Sarkis ve Cırakaluys oruçları hemen her evde tutulurdu. Surp Sarkis orucunda güveçte yağsız olarak kavrulan mısır, buğday, darı gibi yedi ayrı çeşit hububat malzemesi el değirmeninde öğütülerek elde edilen unla, orucun üçüncü günü
pokhint pişirilir. Orucun bittiği Cumartesi günü pişirilen pokhint ise tereyağıyla hazırlanırdı. Oruç süresince yıkanılmaz, saç taranmazdı. Cırakaluys bayramı öncesinde ise yedi günlük oruç tutulmaktaydı. Orucun son günü akşamı harisa pişirilirdi. Harisa pişirilecek suyu da sabah erkenden dereden hiç konuşmadan getirmek gerekirdi.
Dzınunt sabahı derenin soğuk suyunda yıkanılırdı. Yamaçtan akan su bazen donmuş olurdu. O zaman buzlar kırılarak alttan akmakta olan suya sırtlarını sürer, bu ritüeli tamamlamış olurlardı. Evin büyükleri dereden yanlarında getirmiş oldukları suyu evde kalan bireylerin, ahırda yaşayan hayvanların üzerine, evin her bölümüne serperek bereket ve kutsanmadan onların da nasiplerini almalarını sağlardı.
Paskalya orucu hakkında açıklama vermeyi unuttuğumu sanmayın. Daha doğrusu Paskalya Bayramı’ nı ben değil, evlerinde yaya, dede veya yaşlı insanların bulunmadığı, yaşanılan yerleşim yerinde kalabalık bir Ermeni nüfusun olmadığı bölgelerdeki insanlar unutmuştu.
Malatya’da hedig, Miçink köftesi ve bayram neşesi
SONA EVYAPAN - MARGRİT GEZDİRİCİ
Paregentan’dan önce mutfakta büyük bir temizlik olurdu. Bütün kap kacak temizlenirdi. Deterjan yoktu, mutfak eşyaları hiç yağ kalmasın diye küllerle yıkanır, tertemiz yapılırdı. Paregentag’tan önceki Perşembe, her evde katmer yapılır. Evlerin dışında odun ateşi üzerine konan saclarda yapılan katmerler perşembe, cuma, cumartesi yenirdi. Paregentan’ın ilk pazarı yine her evde hedig yani buğday kaynatılırdı ve komşular pişirdikleri hedigi birbirine verirdi. Nişanlı bir kız varsa, o gün ziyaret edilir, hediyeler verilir ve eğlence yaparlar.
Orucun ortasında Miçink köftesi yapılır. İçi soğan ve cevizdir. Hanede yaşayan kişi sayısı kadar köfteden yapılır, birinin içine para konurdu. O gün sadece o köfteden yenirdi. Para olan köftenin sahibinin o yıl bereketli ve şanslı bir yıl geçireceğine inanılırdı.
Bizim zamanımızda kilise kapalıydı. İki defa Der Hayr geldiğini hatırlıyorum, erkekler aşağıda kadınlar yukarıda oturmuşlardı. Malatya Salköprü mahallesindeki kilise daha sonra un fabrikası olarak kullanıldı.
‘Tunceli’de Aleviler de bizim bayramı bilirdi’
ASLIHAN OLGAR
“Hayatımı anlatsam roman olur” diyen Aslıhan Olgar, Tunceli Galbusu köyünde dünyaya gelmiş. Henüz 13 yaşındayken kaçırılır korkusuyla Mazgirt’te yaşayan kendinden yaşça büyük çocuklu dul biriyle evlendirilmiş. Hastalık, kaza gibi nedenlerden dolayı peş peşe beş çocuğunu toprağa vermiş. Genç yaşta dul kalınca altı çocuğuyla birlikte İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış.
Memlekette kutlanan bayram ve gelenekler hakkında hatırladıklarını aktarmasını istediğimizde Aslıhan mayrig ilk etapta Hıdrellez adıyla kutlanan Surp Sarkis Bayramı’nı anlatmaya başlıyor: “Surp Sarkis bizim için önemliydi. Herkes bu orucu tutardı. Oruç süresince yıkanılmaz saç kesilmezdi. O hafta içinde çamaşır dahi yıkamazdık. Niyet edenler ilk üç gün hiçbir şey yemeden oruç tutarlardı. Beş günün sonunda orucumuzu pokhintle bozardık. Bizler pokhint derdik ancak Aleviler de Hıdırellez’de pişirdikleri bu yemeğe kavut (gavut) derlerdi.
Amcam ve dayımgillerle birlikte toplam beş hane Ermeni kalmıştık. Komşularımız bizi sever inancımıza karışmazdı. Duvarları halen ayakta kalan Surp Garabet kilisemiz bir de Mazgirt’in dağında Alevilerin Kırklar bizlerin Karsun Manuk dediğimiz ziyaret yerimiz vardı. Onun günü yazın olurdu.
Babam dinine bağlı biriydi. Zaten amcası papazmış. Her sabah erkenden kalkar elini yüzünü yıkar doğuya dönerek jamını yapardı. Akşam da kapıyı kapatır secdesini yapar duasını okurdu: “Surp e, surp e surp aman, amenen çareren pırgenats, kılukhıs tıri partsin, hokis kızzi emanet.” Akşam yatarken söylenen bu duayı çocuklarıma da öğrettim.
Babam oruç takvimini hesaplayabilirdi ancak Alevi büyükler de orucumuzun ne zaman başladığını bilirlerdi. “Bu hafta sizin orucunuz başlıyor” derlerdi. Yedi haftalık büyük orucun hepsini tutmak yerine başında, ortasında bir de sonunda birer hafta tutardık. Orucumuzu güneş batarken açardık. Hayvansal hiçbir şey yemezdik. Sebzelerden tort pişirirdik, ilipada pişirirdik. Küncüğü sofuda döverek içli köftede kıyma yerine kullanırdık. Orucun son günü cumartesi akşamı babam Hayr Mer okurdu. Bizler de haçımızı çıkarır orucumuzu açardık.
Paskalya’da çörek pişirirdik ancak bizim çöreğimiz tuzlu olurdu. Un, tereyağı, yoğurt, maya, tuz, ve yumurtayla hazırlanan hamurdan kesilen parçaları birer karış uzunlukta, dört parmak genişliliğinde açardık. Sonra hamurun yüzeyinde bu çörek için özel olarak tahtadan hazırlanmış desenine göre çiçek, yaprak ve farklı şekillerin olduğu kalıplarla şekiller oluştururduk. Bu işleme mühürleme denirdi. Saca konan çöreklerin üzeri ikinci bir sacla kapatılarak üzeri kor ateşle kaplanıp pişirilirdi.
Zadig’de bayramlaşmaya gelene “Şınhorkı arnes Hay Krisdosi” diyerek cevap verirdim. Bunu nerden öğrendiğimi şimdi hatırlamıyorum...
(Söyleşi: Besse Kabak)