Keşke gitmeseydi, gönderilmeseydi Hrant… Ermeni Cemaati’ndeki gerçekleştirdiği değişimi kendi de görebilseydi… Artık Ermenilerin tedirgin ve rahatsız oldukları gerçeğini kabullendiklerini ve saklamamaları gerektiğini anladıklarına şahit olsaydı…
ALIN OZINIAN
Son bir ay içinde İstanbul’da iki yaşlı kadına saldırıldı, ilki belirli bir süre hastanede kaldıktan sonra gözünü kaybetmiş olarak evine götürülürken, diğeri onun kadar şanslı olamadı ve evinde yedi yerinden bıçaklandı, boğazı kesildi ve vücuduna keskin bir aletle haç çizildi. Yaşlı kadın hayatını saldırıya uğradığı evinde kaybetti.
İkisi de 80 yaşını geçkin, yalnız yaşayan Ermeni kadınlardı. Polis iki olay hakkında ilk andan itibaren, nefret suçu değil, adi hırsızlık deyip, akrabalara ve komşulara ağızlarını sıkı tutmalarını ve basının bu konular ile ilgili sorularını yanıtlamamalarını tembihlediyse bile, saldırılardan sonra ortaya çıkan fotoğraf bunların adi bir suç olmadığını açıkça gösteriyordu. Bu iki olaydan sonra Samatya’da yaşayan Ermeni kadınlara bir kısmı basına yansıyan bir kısmı ise belki de korkularak saklanan başka saldırılar da oldu. En son birkaç gün önce Kadıköy’deki Ermeni okulunda öğretmenlik yapan bir Türk’ün öldürülmesiyle işler daha da sarpa sardı. Polisin yaptığı incelemede öğretmenin telefonundaki son mesajın okuldaki Ermeni arkadaşlarına yazdığı “Noel’inizi kutlarım” olduğu anlaşıldı. Polis, evinden hiçbir şey çalınmayan ve acımasızca aldığı bıçak darbeleriyle hayatını kaybeden öğretmenin cinayetini yine ilk andan itibaren “basit bir adi suç” diye tanımlarken, Noel mesajı konusunu basın ile paylaşmayı uygun gördü.
Ermeniler bu topraklarda son birkaç yüzyıldır tedirgin ve sınırları doğdukları andan itibaren çizilmiş bir hayatı yaşamaktalar. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül gibi olaylar ile ekonomik olarak mahvedilmeye çalışılmış farklı darbeler ile sindirilmeleri başarılmıştır. Devlet memuru olmaları yasalar ile, özel sektörde ilerlemeleri çoğu zaman üstlerinin keyfiyle engellenmiştir. Anadilleri “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları ile sokakta yasaklanırken azınlık okullarına getirilen kısıtlamalar ile Ermenice, Ermeni çocuklar için Latince kadar sancılı ve uzak bir dil haline getirilmiştir. Her türlü uluslararası siyasi çıkmaz Ermenilerin günlük hayatlarına yansımış, farklı ülkelerde kabul edilen “soykırım yasa tasarıları”nın acısı onlardan çıkartılmıştır. Zaman zaman “kimlerin Ermeni olduklarını biliyorum, ellerimde dönmelerin listesi var” haberlerine bakıp, bir insanın Türkiye’de Ermeni olabilmesinin ne denli tehlikeli ve saklanması gerekli olduğuna bir kere daha kanaat getirmişlerdir.
Adalet Bakanlığı verilerine göre 2006-11 arasında 600’den fazla gayrimüslim mezarlığı, ibadethanesi veya mülküne zarar verilmiş. 24 Nisan 2011’de Batman’da askerliğini yaparken yine “yanlışlıkla” öldürüldüğü, ölüm haberinden 2 dakika sonra gelen Ermeni genç Sevag Şahin Balıkçı’nın davası hâlâ devam etmekte; suçlu, tutuksuz yargılanmakta. Ekim 2011’de bindiği takside şoförün aksanından dolayı “Kâfir”, “Ne işiniz var bu ülkede?” denilerek, sırf Ermeni olduğu için güpegündüz sokak ortasında dövülen Ermeni kadın, taksinin plakasını verdiği halde bu olayın faili hâlâ bulunmadı. 2011’in yaz aylarında, Marmaris’te gümüşçülük yapan bir Ermeni kadın, diğer esnaflar tarafından “Pis Ermeniler, defolun gidin!” denilerek uzun süre hakarete uğradı. Polis işlem yapmadı. Kadın, Türkiye’yi terk edip Belçika’ya yerleşmek zorunda kaldı.
Yukarıda sözü geçen Ermeni cinayetleri, gasp, hırsızlık, hakaret, ayrımcılık, yabancı olunan durumlar ne yazık ki ilk değil. Ermenilerin yoğun yaşadığı semtlerde tehdit ve korku içeren duvar yazıları da bir ilk değil. 26 Şubat 2012’de, İçişleri Bakanı’nın konuşma yaptığı ve Ermenilere “Hepiniz Piçsiniz” pankartlarının açıldığı ‘Hocalı Mitingi’ öncesi her Ermeni sabah işe metrolarda-yollarda “Ermeni yalanına kanma” ibarelerinin yanından geçerek gitti. Ermeniler Türkiye’de hep diken üstünde oldular, dayanamayanlar yurtdışına göç ettiler. Kalanlar, gittiler de ne oldu, bizim yerimiz burası başka yerde yapamayız, diyerek içlerine kapandılar…
Bugünlerde Türkiye’de cesur olabilen Ermeniler bu tip olaylar yüzünden çok tedirgin olduklarından, çocukların ve yaşlıların psikolojisinin bozulduğundan dem vuruyorlar. Bir kısım aklı başında insan, hükümeti “nefret suçları” ile savaşmaya çağırıyor. Nefret suçu, bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçlar için yapılan bir genelleme. Fakat suç, genel olarak “yasaklanan” veya “cezalandırılan” fiillerin bütünü. Dolayısı ile Ermenilere karşı yapılan hakaret, aşağılanma, darp hatta cinayet sadece kişinin Ermeni olmasından dolayı işlenip, sadece Ermeni olmasından dolayı cezalandırılmıyorsa bu durum Türkiye’de “nefret suçu” bile sayılamaz… Aynı gruba defalarca uygulanan suç cezalandırılmadığı sürece bu artık suç olmaktan çıkar, büyük toplumun küçük topluma davranış biçimine dönüşür. Bir gün Hrant’la röportaj yaparken, “Agos’un önemi tam olarak anlaşılmış değil, gün gelecek daha net anlaşılacak.” demişti. Anlamamıştım. Şimdi anlıyorum. Agos’la birçok şey değişti, Hrant’ın olmasını düşündüğü, arzuladığı şeyler gerçekleşti. Ermeniler görünür olmaya başladılar. Fakat Hrant’ın ölümüyle bambaşka bir dönüşüm oldu Ermeni Cemaati’nde.
Ermenileri ‘ezelî düşman’ olarak gören zihniyet her zamanki tutumunu Hrant’ın öldürülmesinden sonra daha rahat sürdüreceğini, bu “nesli tükenmiş” azınlığı tamamen susturacağını düşündüyse de durum bunun tam tersi yönünde gelişti. Agos’un okurlarının sayısı azalmadı, arttı. Bugün, Hrant 6 yıl önce sırtından vurulmuş olmasaydı, o yaşlı Ermeni kadının cenazesine gider, kilisenin içinde ve dışında durup milleti gözleyen sivil polislere aldırmadan kadının yakınlarına başsağlığı dilerdi. Kilisedeki ayinden sonra cemaate vaaz veren rahip gibi “dedikodulara inanmayın”, “Güvenlik kuvvetlerimize sonuna kadar güveniyoruz, bizim için çalışıyorlar.” demezdi. Her sıkıntılı durumda Ermeni Patrikhanesi’ne onay almaya giden gazeteciler kendisine geldiklerinde Patrikhane temsilcileri gibi “Nefret cinayeti olduğunu sanmıyorum.” demezdi. “Bu bir nefret cinayetidir, bu insanlar kendilerine benzemeyen herkes için kini ve yok etme isteğini duyuyorlar, bir tek Ermeniler için değil de, derdi. Türkiye’nin kendi güvenliği için ‘Nefret Suçları Yasası’ kabul edilmelidir, derdi.” Korkmazdı, daha çok kişinin öldürülmemesi için susulmaması gerektiğini bilirdi.
Keşke gitmeseydi, gönderilmeseydi Hrant… Ermeni Cemaati’ndeki gerçekleştirdiği değişimi kendi de görebilseydi… Artık Ermenilerin tedirgin ve rahatsız oldukları gerçeğini kabullendiklerini ve saklamamaları gerektiğini anladıklarına şahit olsaydı…
Araştırmacı Yazar- Ermenistan
*Zaman gazetesi