Cumhuriyet gazetesinde bugün yayınlanan görüş yazısında Prof. Türkkaya Ataöv, Boğaziçi Üniversitesi’nin sevilen ekonomi profesörü Arman Manukyan’dan yola çıkıyor. Ataöv yazısında dün (3 Ocak Perşembe) Beyoğlu Üçhoran Kilisesi’nde düzenlenen geniş katılımlı cenaze töreninin ardından Şişli Ermeni mezarlığında toprağa verilen Manukyan’la birlikte, kendine özgü 'bizim Ermeniler' bakış açısıyla hatıratında yer etmiş Ermenileri sıralıyor.
Cumhuriyette yayınlanan Prof. Türkkaya Ataöv imzalı yazı şöyle;
Türklerle, Ermeniler, Selçuklulardan bu yana yaklaşık bin yıllarını yan yana ya da iç içe geçirdiler. Osmanlı yüzyıllarının büyük çoğunluğunda Ermeni kökenli yurttaşlarımızın takma adı “millet-i sadıka”ydı. Dilini, abecesini, dinini ve kendine özgü mezhebini dilediği gibi kullanan bu güvenilir yurttaşlar devlete ve topluma nice nazırlar, Meclis-i Mebusan üyeleri, kaymakamlar, belediye başkanları, büyükelçiler, konsoloslar, mimarlar, tiyatrocular, ressamlar, besteciler, gazeteciler, yazarlar, çevirmenler ve işadamları verdiler.
Bol örneklerden birkaçı: Ermeni edebiyatının başyapıtı (“Rafiziliklerin Tekzibi”) ilk kez (1762) İzmir’de basıldı. Sonraki yazının romanda öncüleri Hagop Baronyan ile Ervand Odian’dı. Dantel gibi işlenmiş Dolmabahçe, Çırağan ve Beylerbeyi saraylarıyla Ortaköy ve Nusretiye camilerini yapanlar Balyan ailesinin mimarları Agop, Garabet, Krikor ve Nigogoş’tu. Geleneksel Türk tiyatrosu vardı, ama onun çağdaşını kuran, Türkçe oyunlar sergileyip Ermenilerin yanında Müslüman Türk oyuncular da yetiştiren Güllü Agop’tu. Melodrama ağırlık veren Mardiros Mınakyan ve Ahmet Vefik Paşa’nın Molière uyarlamalarını sahneleyen Tomas Fasülyeciyan’dı. Ermeni müziğinin ilk büyük ustası Hamparsum Limonciyan’dı. İlk basımevi kuran, ilk gazete, dergi ve kitap çıkaranlar da onlardı. Türlü sanat dallarında öne çıkanların dizelgesi çok uzun tutar.
Bu olağanüstü kişilerden biri, kısa pantolonlu yıllarımızdan sınıf arkadaşım Arman Manukyan’dı. Onu birkaç gün önce yitirdik. Yeri doldurulmaz. Robert Kolej’de öğrenciliğinde sürekli şeref listesindeydi. Türk edebiyatı dersinde on aldığı sınav kâğıdını bugün de hayranlıkla anımsıyorum. Aynı okulun 56 yıl bilgili, sevilen, alçakgönüllü ve hoşgörülü örnek öğretmeniydi. İstiklal madalyalı babası (Artin Bey) Kasım 1938’de Dolmabahçe’de eşsiz Atatürk’ün önünden geçerken (gene İstiklal madalyalı babam gibi) gözyaşları içindeydi. Arman’ın kendi çocuğu vardı, ama sıradan bir Müslüman Türk ailesinin dikkate değer bir kızını evlat edinmiş, ona da örnek koruyuculuk yapmıştı. Eşi Alis ülkemizi billur soprano sesiyle özellikle yurtdışında her fırsatta temsil etti.
Arman Manukyan gibi Ermeni kökenli Türkler bizlerin ve ülkemizin gurur kaynağıdırlar. Örneğin, Robert Kolej’de bizlere güzel yazı dersi vermiş ve Atatürk’ün kartvizitindeki imzayı yazmış olan Vahram Çerçiyan; Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılan, Türk Dil Kurumu başuzmanı, “Türk Ansiklopedisi” başdanışmanı ve başyazı düzencisi, Türk dilleri üstüne birçok yapıtın yazarı ve “Dilaçar” soyadını Atatürk’ün verdiği Agop Martayan; yalnız bizlerin doğum gününde değil, kendi doğum gününde de bizlere tablo armağan eden ve yitirdiğimizde birkaç sergisini açmak ve hakkındaki kitaba vesile olmakla avunduğum ressam dostum Jak İhmâlyan; devlet ödülündeki payımla mutlu olduğum gene ressam Kristin Saleri; sahne ve film sanayiinden Toto Karaca, Nubar Terziyan ve Sami Agop Uluçyan; son görev için hem kiliseye hem camiye getirilen Urfalı Edvard Taşcıyan; Churchill’den Picasso’ya birçok ünlüden çektiği resimleri kitaplara kapak olan, Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’nin tek Türk üyesi ve yerel özelliklerle ince lirizmi birleştirdiği için dünyanın en iyi on fotoğrafçısından biri bilinen benzersiz Ara Güler; günümüzdeki ekonomik bunalıma karşın “Onların da bakmak zorunda oldukları aileleri var” diyerek işyerinden yıllardır kimseyi çıkarmayan (gene sınıf arkadaşım) Avedis Polat ve benzerleri...
(Cumhuriyet)