Çandar,‘Türkiye’deki siyaset nasıl derlenip toparlanacak?’ diye soruyor, Tarhan Erdem ve Özgür Mumcu’da Erdoğan’ın idam tartışmasına tepkili. Ekrem Dumanlı’da Taraf gazetesinde Alper Görmüş’ün başlattığı tartışamaya bugün köşesinden katılmış. Hilal Kaplan, BDP’li vekillerin açılık grevine girmesine tepki gösteriyor. Lale Kemal, helikopter kazasında ki sorulara nasıl cevap aranacağını yazmış.
Cengiz Çandar: Başbakan Ölüm Cezası ve Bir İtiraf
Cengiz Çandar, “Başbakan Ölüm Cezası ve Bir İtiraf” başlıklı köşe yazısında Kophenag Kriterleri ve AB yolunu hatırlıyor. 2004’te tam üyeleri müzakerelerinin başlaması ile kriterlerin unutulduğu eleştirisini yapan Çandar, Erdoğan’ın idam cezasına ilişkin sözlerini kaba bir popülizm olarak değerlendiriyor.
Çandar, “Türkiye'de 'terör'le ilgili olduğu iddiasıyla suçlanarak, ömründe eline silah almadığı halde cezaevlerinde bulunan binlerce kişi var. Siyasi suç ile 'terör' sınırının gayet muğlak çizildiği -aslında siyasi suç kavramı bile demokrasilerde tartışmalıdır, hatta 'siyasi suç' diye bir kavram yoktur- bir ülke Türkiye. Bu haldeki bir ülkede, idamı geri getirmenin tartışılması bile, demokrasinin faşizme doğru uygun adım ilerlemesinden başka bir anlam taşımaz, başka bir sonuç getirmez” ifadelerini kullanıyor.
Çandar yazısını, “Açlık grevlerinin ilk dalgasının 60 günün üzerinde bulunduğu bir dönemdeyiz. Ölüm haberleri artık her an beklenebilir. Biri Siirt, diğeri Kandıra Cezaevi'nde, bir kadın ve bir genç bedenin ölüm haberini her an işitebiliriz. Hal böyleyken, Başbakan'a yakın yayın organları, açlık grevlerini ihlal raporları yayımlıyorlar. Ölüm haberleri şu ara gelirse ne olacak? Açlık grevine giren milletvekilleri ve belediye başkanlarının 'oruç yiyip yemediklerini' gözlemek kolay. Peki, bu sayı giderek artarsa Türkiye'deki siyaset nasıl derlenip toparlanacak? İdamın geri getirilmesini gündeme sokarak mı? 'Kopenhag kriterleri'nin 'Ankara kriterleri'ne ikame edilemeyeceğini yıllar öncesinde görebilmiştik ama AB doğrultusundan kopuşun 'vicdansız yönetim modeli'ne dönüşeceğini öngörememiştik doğrusu. İtiraf ediyorum...” diyerek bitiriyor.
Tarhan Erdem: Başbakan’dan beklenen bu mudur?
Tarhan Erdem’de idam cezası tartışmalarına tepki gösteriyor. Erdem, “Başbakan’dan beklenen bu mudur?” başlıklı köşesinde daha önce dile getirdiği ‘siyasi tıkanıklık’ ifadesini biraz daha açarak
“Sorunları aşacak donanıma sahip olmayan demokrasimiz, kişilerin yarattığı sıkıntıları biriktiriyor, sorunlar büyüyüp kurumsallaşıyordu. Tıkanma yaşanıyor Biriken sıkıntıların yarattığı kilitli kapıların açılamadığı durumun adıdır 'tıkanma' dediğim. Siyasal hayatımız hızla bu duruma gidiyor. İktidar, Meclis kararıyla kilitleri kırarak, bu da olmazsa seçime giderek tıkanmayı aşabilir. Meşru iktidar darboğazı geçemezse tıkanma anarşi veya darbeyi davet eder! Hani 'Artık olmaz diyorduk, nereden çıkardın darbe veya anarşi lafını?' dediğinizi duyar gibiyim. Evet, anayasa düzeni tıkanmayı geçemiyorsa karşılacağımız bu veya bundan da beter bir durumdur!” diyor.
Erdem, “Siyasal hayatımızda darbe koşulları oluşmaya başlamış mıdır? Açık ve kesin bir şey söyleyemiyorum; ama yaşadığımız sıkıntı ciddidir! Bu koşullarda iktidar liderinin idamdan bahsetmesini, başkanlık sisteminde ısrar etmesini, ölüm oruçları için 'Şantaj, blöf ve şovdur' demesini anlamak zordur. Dün Rize'de kendinden beklenen bu muydu? “ ifadelerine köşesinde yer vermiş.
Özgür Mumcu: Erdoğan’ın yürüyüşü
Özgür Mumcu’da Erdoğan’ın açlık grevleri karşısında sıkışmış olduğunu ve idamı gündeme getirerek MHP tabanını kendine bağlamak istediğini ifade ediyor. “Erdoğan’ın yürüyüşü” başlıklı köşesinde başkanlık sistemi tartışmalarında “AKP ve MHP pazarlıklarını izleyeceğiz” diyor.
Hilal Kaplan: BDP’nin açlık grevi
Hilal Kaplan, Yeni Şafak gazetesinde ki köşesinde açlık grevlerini yazmış. Kaplan, BDP’nin açlık grevlerine girmesini “BDP'liler, şimdi de hapishanedekilere destek amacıyla açlık grevine başlamışlar ve Meclis'teki hiçbir komisyona katılmama kararı almışlar. Çözüme katkı sunsun diye halkın oy vererek Meclis'e gönderdiği BDP'Iilerin, çözüm zeminini Meclis'ten sokağa taşıması sadece kendilerini kısır bir döngüye hapsetmekle kalmıyor. Aynı zamanda Öcalan'la müzakereye hazır olduğunu sıklıkla yineleyen bir hükümet varken, Öcalan'ın üstünü çizmeye devam ettikleri anlamına da geliyor. Üstelik bu noktada hükümeti sıkıştaracak türden bir siyasî kazanım elde edilmediği de aşikâr” sözleri ile eleştiriyor.
Lale Kemal: Bu kazalar soruşturulamaz
Taraf gazetesinde Lale Kemal’İn gündeminde helikopter kazası var. “Bu kazalar soruşturulamaz” başlıklı yazısında Kemal, Uludere’yi ve daha önce ki helikopter kazalarını hatırlatarak “Son aylarda artan askerî helikopterlerin düşmesi olaylarının arkasında PKK’nın olup olmadığının da iyi araştırılması gerekiyor. Nitekim geçmişte, PKK’nın, gerek Kuzey Irak gerekse ülke içinde Sikorsky, Cobra ve Cougar gibi helikopterleri düşürdüğünü biliyoruz” ifadelerini kullandı.
Kemal, dış denetime dikkat çekerek “Ortada, dış denetim mekanizmaları bulunmadığı için belki Sikorsky, iddia edildiği gibi diğerleri gibi olumsuz hava koşullarının etkisiyle düşmüş bile olsa kamuoyu olarak gerçekleri bilemeyeceğiz ve yapılan hataların yaptırımı olmadığı için sonuçları vahim olan olaylar meydana gelmeye devam edecek. Hep aynı hatalı yöntemleri izleyerek farklı sonuçlar almamız mümkün değil” diyor.
Ekrem Dumanlı: Vicdan gazeteciliğine doğru
Ekrem Dumanlı ise bugün Zaman gazetesindeki köşesinden Taraf gazetesinde ki tartışmalara katılıyor. Vicdan gazeteciliğine doğru başlıklı yazısında Dumanlı, Alper Görmüş’ün “‘Muhalif Gazetecilik' bütün fiyakasına rağmen doğru ve etkili bir gazetecilik çizgisini ima etmez. Doğrusu, gazetecinin ‘eleştirel' olmasıdır” tespitine katıldığını belirterek, “Görmüş'ün eleştirileri sadece kendi gazetesine değil. Öteden beri kadim medyaya ağır eleştiriler yöneltiyordu. Daha önce de ‘muhafazakâr medya' üzerine bazı uyarılarda bulunmuş, onları meslekî duyarlılığa davet etmişti. O yazıları da “Sen kim oluyorsun ki bizi uyarıyorsun?” sertliğiyle savuşturmak mümkün; ancak Türkiye'de gazeteciliğin sıkıştığı bir alanı yok farz etmek -kısa vadede problemin koynundaki gazetecilere huzur verse bile- ileride başka sıkıntılara neden olacaktır” diyor.
Dumanlı, “Demokrasilerde medyanın ana görevi her alandaki icraat denetimine katkıda bulunmak, tefekkür boyutunda derinlik oluşturmak, toplumu bekleyen bir kısım inkırazlara karşı önleyici hekimlik yapıyorcasına ön analizler yapmak. Aslında bunu herkes biliyor. Ancak problem, medyanın dil ve üslup seçiminde gün yüzüne çıkıyor. Ağır ithamlar, külhanbeyce sataşmalar, kışkırtıcı yorumlar, rencide edici laflar… Halbuki, art niyetle yazıldığı kanaati oluşturan sert eleştiriler, muhatabını doğru bir mecraya çekmek şöyle dursun, onu yanlışta ısrara bile sürüklüyor” ifadelerine yer vererek “Vicdan gazeteciliğine dönmek, onlarca yıldır süren “gazetecilik günahı”ndan tevbe-i nasuh yapıyorcasına vazgeçmek gerekiyor” diyor.