Önce Öcalan’ın “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” cümlesi üzerinde durmak gerekiyor. Evet belli ki Öcalan ne ölçüde olduğunu bilemesek de bazı adımlar atmaya hazır. Ancak Kandil bunu kabul edecek mi? “Ehil” kelimesi burada belli ki özenle seçilmiş, “Bu ehliyete sahibim” demeye getiriyor Öcalan. İkinci kritik cümle ise şöyle: “Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım” Buradan kendi adıma şu anlamı ya da mesajı çıkarıyorum: “Heyet burada söylenenlerin ötesindeki bazı sözlerimi devlet ve hükümet ile paylaşacaktır. Mutabakat sağlanırsa gereken çağrıyı yapmaya hazırım”
MHP lideri Bahçeli’nin “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun, örgütün silah bıraktığını açıklasın, umut hakkından yararlansın” diye özetlenebilecek çıkışıyla başlayan gelişmelere uzunca bir süre “süreç” diyemedik çünkü ortada bu açıklama dışında –en azından kamuoyuna yansıyan- somut bir gelişme ya da temas yoktu. DEM Parti milletvekili Ömer Öcalan’ın amcası Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme sonrası Ekim ayının sonlarında yaptığı açıklama da bir nevi havada kaldı, çünkü görüşmelerin devamı gelmedi. PKK lideri Abdullah Öcalan bu görüşmede “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim" demişti.
Sonrasında Bahçeli’nin “DEM Parti ile Öcalan görüşmelidir” çıkışları ile birkaç hafta geçti. Bu süreçte konuyu izleyenlerin aklında şu ihtimal hep vardı: “Öcalan devletin/hükümetin beklediği açıklamaları yapma sözü vermedikçe bu görüşme gerçekleşmez”
Sonuçta birkaç haftalık bir bekleyişten sonra 28 Aralık Cumartesi günü DEM Parti milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’e İmralı’ya gitmeleri için izin çıktı. İki isim görünüşe göre Öcalan ile uzun bir görüşme gerçekleştirdi.
Ve görüşme sonrasında Ömer Öcalan’ın yaklaşık iki ay önce yaptığından daha uzun ve kapsamlı bir açıklama yapıldı DEM Parti’den. Bu açıklama bu sabah (29 Aralık) televizyonlara, haber sitelerine yansıdı.
Sıcağı sıcağına değerlendirme yapmak riskli olsa da birkaç söz söylemek gerekiyor, çünkü Abdullah Öcalan hayli kritik mesajlar vermiştir.
En önemli bölümleri herhalde şöyle sıralanabilir:
“-Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.
- Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.
- Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır. Devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir."
Hatırlayalım, Bahçeli ve Erdoğan haftalardır “terörün sona erdirilmesi ve örgütün silah bırakması” şartını sürekli hatırlatarak “Türk ve Kürt birlikteliği”nden söz etmekte idiler. Hele ki Ortadoğu’daki son gelişmeler ışığında... İktidarın ayrıca Kürt hareketine yakın olan Suriye’deki SDG yapısının dağıtılmasını ısrarla talep ettiği de biliniyor.
Hal böyle olunca önce Öcalan’ın “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” cümlesi üzerinde durmak gerekiyor. Evet belli ki Öcalan ne ölçüde olduğunu bilemesek de bazı adımlar atmaya hazır. Ancak Kandil bunu kabul edecek mi? “Ehil” kelimesi burada belli ki özenle seçilmiş, “Bu ehliyete sahibim” demeye getiriyor Öcalan.
İkinci kritik cümle ise şöyle: “Heyet bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım”
Buradan kendi adıma şu anlamı ya da mesajı çıkarıyorum: “Heyet burada söylenenlerin ötesindeki bazı sözlerimi devlet ve hükümet ile paylaşacaktır. Mutabakat sağlanırsa gereken çağrıyı yapmaya hazırım”
Velhasıl Öcalan’ın, tahmin edildiği gibi büyük ölçüde iktidarın istediği yönde –en azından kamuoyuna yansıtılış biçimiyle- bir açıklama yaptığını düşünebiliriz.
Geriye birkaç soru kalıyor:
-Heyet, devlet ve hükümet ile belli ki bizim şu aşamada bilmediğimiz bazı pazarlıklar yapacak. Bunlar ne olabilir?
-Kandil bu pazarlıklara en azından bir süredir dâhil miydi, olup bitenlerden haberi var mı? Eğer yoksa bilhassa Suriye’de nasıl bir pozisyon alınacak? Bilhassa YPG, dolayısıyla SDG’nin tutumu ne olacak?
-Ve en önemlisi: İktidarın aklında nasıl bir Türk-Kürt birlikteliği var? Sadece yeni anayasaya destek verilmesini sağlamaya dönük bazı adımlar mı (umut hakkının gündeme gelmesi vs), yoksa gerçekten adil ve eşitlikçi yeni bir çözüm süreci mi?
Bu sorulara yanıt vermek için henüz erken, ancak 2025’in Türkiye açısından –dar gelirlilerin ekonomik açıdan yaşadığı hayatî krizin yanısıra- başlıca meselesi herhalde bu olacak desek yanılmış olmayız. Umarım bilhassa iktidar bu süreçte, bu kez, bu tür konulara kafa yormuş, meseleye hakkaniyetle bakmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarından yardım/katkı almayı akıl eder.