Suriye’nin geleceğini hayal ederken

Esad hanedanlığı birkaç günden beri tarihe mal olmuş durumda. Muhtemelen aynı akıbet Baas rejimi için de söz konusu. Siyasi bir parti olarak varlığını koruyup koruyamayacağı henüz belli değil. Bu önemli bir konu zira Suriye’yi bilen bilir, ülkede her şey, her türlü toplumsal ilişki, odalar, sendikalar, dernekler, okullar, üniversiteler Baas’ın kontrolündeydi.

Şüphe yok ki yeni yasalar çıkacak ve bu gerçekliği değiştirecekler. Yeni bir anayasa ve yeni gerçekliklerle karşı karşıya olacağız. Geriye daha zor olanı yani insanları, onların düşüncelerini ve duygularını değiştirmek kalıyor. İşin bu tarafı nasıl başarılacak? Eğer bu değişim sağlanmazsa Esad’ın gitmesi veya gitmemesi bir anlam taşımıyor. 

Son 13 yılın insanların düşünce ve dünya görüşünde çok şey değiştirdiği tartışmasız bir gerçektir. Ancak kendimizi aldatmayalım, devrim hareketi ve iç savaş, özgürlük fikrinin yayılmasına yol açtıysa diğer yandan da eğitim sisteminin çökmesine yol açtı. Okul yüzü görmeyen nesillerden söz ediyoruz. Ya savaş içerisinde büyüdüler ya da kaçak mülteci olarak dünyanın kim bilir hangi köşelerinde yaşadılar çocukluk yıllarını. Bu yıkımı telafi etmek için kaç nesil gerekiyor? Bu soru tabii ki iyimser olmamız ve savaş ortamını kısa bir sürede aşılması umuduyla anlam taşıyacak. 

Nasıl bir gelecek? 
Dünyanın gidişatından kopuk yaşamanın da yıkıcı etkileri oldu. Suriye, savaş öncesinde de özellikle ekonomik koşullara bağlı olarak dünyadan soyutlanmış haldeydi. Ancak son yılların tahammül edilemez tecridini hiçbir şeyle kıyaslamak mümkün değil. Diyelim ki komşu ülkelere ve hatta Avrupa ve Amerika’ya sığınanlar Suriye’ye geri döndüler. Gelirken de beraberlerinde farklı diller, bilimler, bilinç ve hatta neden olmasın biraz da para getirdiler. Bu gelenlerin, yerinde kalanlarla karşılaşması nasıl olacak? Biliyoruz ki bu karşılaşmalar çoğu kez nahoş olurlar. Çatışmalı ve karşılıklı suçlamalarla dolu olurlar. Peki iç savaşın tarafları arasında karşılaşma nasıl olacak? Eğri oturup doğru konuşalım. Silahlı ihtilalcilerin bir direnç görmeden tüm Suriye’yi ele geçirmeleri ve rejimi devirmeleri; rejim taraftarlarının da bir günden ötekine tümüyle yok olacakları anlamına gelmiyor. Muhafazakarlığın ne demek olduğunu hepimiz biliyoruz. Salt heykelleri alaşağı ederek, posterleri yırtarak ve hatta ordunun tüm ağır silahlarını imha ederek düşüncelerin kolayca değişmeyeceğini biliyoruz. O heykelleri diken fikirlerin bir yere gittiği yok; onlar bu geçen yıllar boyunca yerli yerinde kaldılar, işlerini sürdürdüler, savaşlarda kâr ve çıkar elde ettiler. 

Ermeni toplumu ne yapacak? 
Evet, yavaş yavaş değişecek. Değişmesi gerekir. Ancak değişen değişir, değişmeyen ise öylece kalır. Türkiye’ye bakalım. Modern bir devlettir ama eski ittihatçı ideolojiler şu veya bu şekilde 100 yıl sonra halen kimilerinin yüreğini ısıtıyor. Hatta insan hakları konusunda şampiyon olduğunu iddia eden Amerika’da köleciliği savunanların tümüyle yok olduğunu söylemek mümkün değil. Bu tuhaf gerçeklikleri bazen tasnif ederek bazen üst üste bindirerek görmezden veya duymazdan gelerek bilmiyormuş gibi göstererek yaşıyoruz. Burada sorun şüphesiz ki Suriye Ermeni toplumu. Bu birkaç bin kişi kalmış toplum, şimdi ne yapacak? Geleceklerini Suriye’de görenler ya da bu geleceğe güvenmediği halde gidecek yeri olmayanlar şu andaki dengelere bakarsak belki de tek çözümün yeni düzenin temsilcileriyle dil bulmak olduğu söylenebilir. Kimle ve hangi dengeler üzerinde bu dilin kurulacağını tahmin etmek için henüz çok erken. Dışarıdan bakıp içerisi hakkında yargıya varmak yanıltıcıdır. Suya ve elektrik enerjisine ulaşmanın zorlukları altında düzenin yittiği bir ortamda güvenliğin ve geleceğe güvenle bakmanın mümkün olmadığı ortamda yaşamanın neye benzediğini bilemeyiz. Bir de bu şartlar altında çocuk büyütmek ve bir toplumun parçası olmak...
Geriye kalan, gelenin gideni aratmamasını dilemekten ibaret. 



Yazar Hakkında

Vahakn Keşişyan