HTŞ’nin eskiye kıyasla daha ılımlı mesajlar vermesi pek çok çevrede büyük bir şüpheyle karşılanıyor. Haksız sayılmazlar. Beri yandan Suriye’nin bir Afganistan olmadığını, gerek toplum yapısı, gerek büyük güçlerin hesapları nedeniyle yeni iktidar yapısının Batı’yla bir tür ilişki biçimi geliştirmesi gerekeceğini söyleyenler de var. Bu da elbette şu soruyu akla getiriyor: Nereye kadar ve ne zamana kadar? Sorular ve kaygılar çok. Suriye’nin çökmüş durumdaki ekonomisi ve petrol kaynakları da hesaba katıldığında uluslararası güçlerin mutlaka oyunun içinde olmak isteyeceği aşikâr.
Soru malûm: Suriye'de ne olacak? Açıkçası kimse bilmiyor. Cihatçı-İslamcı güçlerin 12 gün gibi kısa bir sürede önce Halep’i, sonra Hama’yı ve Humus’u, son olarak da başkent Şam’ı kolayca ele geçirmesi bütün dünyayı şaşkınlığa uğrattı. Esad rejiminin bu kadar kolay çökmesini kimse beklemiyordu. Hatta genel tahminler Beşar Esad’ın bir dönem kaybedecek gibi göründüğü iktidarını artık sağlamlaştırdığı yönündeydi. Öyle değilmiş.
Burada iki noktaya dikkat çekiliyor. Esad’ın iki önemli müttefiki vardı: Rusya ve İran. Rusya, Ukrayna işgali nedeniyle belli ki artık Esad rejimine eskisi kadar destek veremiyor. İran ise Hizbullah’ın İsrail saldırıları sonucu Lübnan’da mevzi kaybetmesi ve kendisine yönelik peş peşe gelen İsrail kaynaklı saldırılar nedeniyle eski gücünden uzak. Dolayısıyla Esad iki önemli müttefikini kaybetti.
Yeni Suriye’ye kim hâkim? Görünürdeki gruplar IŞİD’den kopan ve artık değiştiklerini öne süren cihatçı Heyet Tahrir el Şam grubu ve Türkiye’nin desteklediği, yine İslamcı ağırlıklı Suriye Millî Ordusu. Bu iki grup ama özellikle de HTŞ Suriye’nin kilit bölgelerinde hâkim pozisyonda. Peki, HTŞ ile Suriye Millî Ordusu arasındaki ilişkiler nasıl olacak ve ne tür bir güç dağılımı olacak? Bunu da şu an kimse bilmiyor. AKP hükümetinin Suriye Millî Ordusu’na daha yakın durduğu düşünülebilir.
ABD ve İsrail, Esad rejimine düşmandı. İki nedenle: İsrail ile Suriye zaten yıllardan beri savaş hâlindeydi, bu da Esad’ı doğal olarak ABD’nin düşmanı hâline getiriyordu. Rusya ve İran’ın bu denklemde Esad’a verdiği destek de öyle.
Peki, ABD ve İsrail yeni durumdan memnun mu? İsrail memnun gibi görünüyor. Esad döneminin bitmesinin hemen ardından Suriye’ye yönelik bir dizi bombardıman yaptı ve zaten yıllardır işgali altında olan Golan tepelerini de aşarak tampon bölgeye girdi. Böylece, Suriye’nin zaten zayıflamış askeri varlığını yok etti. Peki ABD? Cihatçı geçmişi olan bu yeni güçlerle nasıl bir ilişki kuracak? Üstelik başkanlığa Trump gibi ne yapacağı belli olmayan bir figür seçilmişken...
Denklemde Kürtler de var. Son 10 yıllık dönemde Suriye’deki Kürt gruplar Doğu ve Kuzey Suriye’de belli kazanımlar elde etmişler, hatta otonom bir yönetim kurmuşlardı. Bu güçlerin Türkiye’deki siyasal Kürt hareketine ve Kandil’e yakın olduğu bir sır değil ancak bu bölgeyi sonuçta yıllardır ‘Suriyeli’ Kürtler kontrol etmekteydi ve ülkede Kürt halkının çok uzun yıllardır yaşıyor olduğu, onların da Esad döneminde ağır baskılara maruz kaldığı, bir realite.
Türkiye’deki iktidar şimdi bu Kürt güçleri de Suriye Millî Ordusu eliyle –ve elbette silah-ekipman sağlayarak– geriletmenin peşinde. ABD ise zamanında IŞİD’i yenilgiye uğratan bahsettiğimiz Kürt güçlerle (SDG) ittifakını sürdürüyor ve Türkiye’nin saldırılarından rahatsız.
Suriye’de önemli sayıda Ermeni ve Hıristiyan topluluk da yaşıyor. Cihatçı bir kimliği ve geçmişi olan yeni güçlerin bu topluluklara yönelik nasıl bir tutum alacağı büyük bir soru işareti. Bu toplumların haber sitelerine yansıyan bilgilere göre, kontrolü ele geçiren gruplar, Ermeni ve Hıristiyan halkların temsilcileriyle toplantılar yapmış ve belli güvenceler vermiş. Ancak toplum içinde bir endişenin hâkim olduğunu ve bu güvencelerin ne kadar geçerli olacağına dair soru işaretleri bulunduğunu biliyoruz. Elbette, aynı durum Suriye’deki Şiiler, Aleviler, Dürziler ve seküler halk için de geçerli.
HTŞ’nin eskiye kıyasla daha ılımlı mesajlar vermesi pek çok çevrede büyük bir şüpheyle karşılanıyor. Haksız sayılmazlar. Beri yandan Suriye’nin bir Afganistan olmadığını, gerek toplum yapısı, gerek büyük güçlerin hesapları nedeniyle yeni iktidar yapısının Batı’yla bir tür ilişki biçimi geliştirmesi gerekeceğini söyleyenler de var. Bu da elbette şu soruyu akla getiriyor: Nereye kadar ve ne zamana kadar?
Sorular ve kaygılar çok. Suriye’nin çökmüş durumdaki ekonomisi ve petrol kaynakları da hesaba katıldığında uluslararası güçlerin mutlaka oyunun içinde olmak isteyeceği aşikâr.
Peki, halklara ne olacak? Tüm kesimlerin yaşamlarını insanca sürdürme koşullarını yaratacak bir ülke görebilecek miyiz?
Bu soruya yanıt vermek o kadar zor ki. Türkiye dâhil tüm güçler şimdiden kendi ajandalarını dayatma peşindeler. Az önceki soruyu dert edinen kim var, şu an bilemiyoruz.