OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Zor zamanlarda tekrar Varlık Vergisi

Bu vergiyi yanlış ve haksız yapan neydi? Bir devletin özellikle savaş gibi zor zamanlarda toplumun varlıklı kesiminden olağan dışı bir vergi alması yanlış mıdır? “Hayır, değildir” dediğimizi varsayalım. Varlık Vergisi de böyle bir vergi olsaydı muhtemelen onu bugün bu kadar konuşmazdık. Gelgelelim, resmî devlet yetkililerinin o zaman ve kimilerinin bugün hâlâ iddia ettiğinin aksine, Varlık Vergisi sadece varlıklı olanlardan alınmış bir vergi değildir. Dahası, tüm varlıklılardan aynı biçimde, aynı oranda alınmış bir vergi de değildir. Çok orantısız biçimde, Ermeni, Yahudi ve Rum toplumlarının yanı sıra, vergiyi salanların ‘dönme’ diye tabir ettikleri, sonradan ve sadece görünüşte Müslümanlığı tercih ettiği düşünülen kesimi hedeflemiştir.

Geçen hafta Varlık Vergisi’nin çıkarılmasının 82. yıldönümüydü. Bu konu geçmişe nazaran daha fazla bilinse ve konuşulsa da tarihin böyle haksız uygulamalarını daima hatırlamakta, konuşmakta günümüz demokrasisi açısından fayda var; özellikle içinde bulunduğumuz dönem gibi, demokrasinin, insan haklarına ve özgürlüklerine dair değerlerin hem yerel hem küresel ölçekte aşınmaya uğratıldığı zamanlarda. O kadar kötü zamanlardan geçiyoruz ki insanın insana zulmü âdeta kanıksandı, normalleştirildi; birilerine insan hayatının değeri, insan haklarının önemi üzerinden bir şeyler anlatıp onları ikna etmenin imkânı hissedilir biçimde azaldı. İnsan hakları geçer akçe olmaktan hızla uzaklaşıyor. Bu yazıda konumuz o olmasa da, bir seneyi aşkın süredir İsrail’in Gazze’de yürüttüğü etnik temizlik ve soykırımın bu aşınmadaki payı şüphesiz çok büyük.

On binlerce çocuğun fütursuzca, acımasızca, en gaddar yöntemlerle katledildiği ve bunun karşılığında faillerin hiçbir ceza almadığı bir dünyada insanlara insan hakları üzerinden bir şey anlatıp onları ikna etmek hâliyle zorlaşıyor. Bu durumda ya gidişata, yani güçlünün istediğini istediği gibi yapmasına teslim olacağız ya da elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce insanların hak ve özgürlüklerinin sahibi olarak eşit biçimde yaşamasını, başka bir deyişle her insanın insan onuruna yakışır bir yaşam sürme hakkını savunacağız; hak, adalet, özgürlük değerlerini yükseltmeye çalışacağız. Geçmişin haksızlıklarını gündeme getirmek de bunun bir parçası.

Bu minvalde Varlık Vergisi’ne gelecek olursak, bu vergiyi yanlış ve haksız yapan neydi? Bir devletin özellikle savaş gibi zor zamanlarda toplumun varlıklı kesiminden olağan dışı bir vergi alması yanlış mıdır? “Hayır, değildir” dediğimizi varsayalım. Varlık Vergisi de böyle bir vergi olsaydı muhtemelen onu bugün bu kadar konuşmazdık. Gelgelelim, resmî devlet yetkililerinin o zaman ve kimilerinin bugün hâlâ iddia ettiğinin aksine, Varlık Vergisi sadece varlıklı olanlardan alınmış bir vergi değildir. Dahası, tüm varlıklılardan aynı biçimde, aynı oranda alınmış bir vergi de değildir. Çok orantısız biçimde, Ermeni, Yahudi ve Rum toplumlarının yanı sıra, vergiyi salanların ‘dönme’ diye tabir ettikleri, sonradan ve sadece görünüşte Müslümanlığı tercih ettiği düşünülen kesimi hedeflemiştir.

Bu, kişinin başka hiçbir özelliğine, kimliğine bakılmaksızın sadece ve sadece ve belli bir meblağın üzerinde serveti, malı mülkü olan tüm varlıklılardan aynı şekilde alınan bir vergi değildir. Üstelik çoğu örnekte, mükellef yukarıda belirttiğim gruplardan birine mensupsa, vergi keyfî olarak belirlendiğinden, kişi bütün birikimini, malını mülkünü elden çıkararak vergiyi ancak ödeyebiliyordu. Hatta, varını yoğunu satmasına rağmen vergiyi ödeyemeyenler de oldu ve onlar da Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderildiler. Bir vergi, adı ve kendi gerçekten varlık vergisi olsa dahi, kişiyi bir anda bütün birikiminden yoksun bırakıyorsa orada adil bir uygulamadan bahsedilemez. 

Yetkililerin kapalı oturumlarda da olsa açıkça söylemekten çekinmedikleri gibi, burada amaç bir taşla iki kuş vurmaktır: Bir yandan devletin ihtiyacı olan parayı toplamak, öte yandan bu saydığımız kesimleri piyasadan silerek ekonomiyi Türklere vermek. Zamanın başbakanı Şükrü Saracoğlu CHP grubunda aynen şunu diyor: “Bu kanun aynı zamanda bir ihtilal kanunudur. Bize iktisadi istiklalimizi kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza hâkim olan gayri-Türk unsurları bu sayede bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline vereceğiz. İstanbul’daki gayrimenkullerin Türklere intikalini gene bu sayede temin edeceğiz… Türkler için vergi nispeti gayri-Türklerin verecekleri verginin ancak dörtte biri olacaktır. Varlık Vergisi’nin ihtilal kokan tarafı budur.” Daha ne desin? 

Gene birçoklarının sandığının aksine, bu vergi sadece sanayicilerden, tüccarlardan, holding sahiplerinden vs. değil dar gelirli kesimden yani işçilerden, memurlardan, küçük esnaftan, sekreterlerden, şoförlerden vs. de alınmış bir vergidir. Üstelik, bu öyle istisna diyebileceğimiz bir iki örnekle de sınırlı değil, İstanbul’da bu kategorideki yaklaşık 26 bin kişiden bu vergi alınıyor. Bunun ne demek olduğunu anlatabilmek için bir somut örnek vermek gerekirse, maaşı 1 ila 100 TL arasında olanlara 500 TL vergi tarh ediliyor. Yani maaşı görece yüksek olup da bu aralığın üst sınırında maaş alanlar için bile bu beş aylık maaşları demek. Dar gelirli bir kişinin 5 aylık maaşını bir seferde kaybetmesinin ne kadar yıkıcı olacağı ortadayken, maaşınız bir de bu aralığın daha alt kademelerinde ise 500 TL vergi ne demek, varın siz düşünün. Tabii, burada gene belirtilmesi gereken, bu tür ücretli veya küçük esnaf olup da vergi verenlerin sadece gayrimüslimler olduğudur ki bu da devletin yukarıda belirttiğim amacına uygun bir uygulama. Bu kesimden de vergi alındıktan sonra artık buna gerçek manada varlıktan alınan bir vergi deme imkânı ortadan kalkıyor.

İşin acı tarafı, tüm bu açık adaletsizliklere rağmen bugün bu vergiyi ‘dönemin şartları’ gibi gerekçelerle hâlâ savunanlar olabilmesidir. İşin günümüz demokrasisini ilgilendiren yönü budur, zira bu verginin doğruluğunu bugün savunanlar yarın benzer bir işe girişebilirler veya girişilmesine destek verebilirler.

Daha ayrıntılı bilgi ve yorumlar için bu konuda Prof. Ayhan Aktar’la yaptığımız söyleşiye ve benim bir değerlendirmeme bakılabilir.