OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nobel vesilesiyle bir kez daha Türklük, Türkiyelilik...

Başka zaman Acemoğlu’nun ‘Türklüğünü’ hatırlamayacak, hatta duruma göre ‘Ermeni’ diye en hafif tabirle istiskal edecek olanlar, bu başarıdan sonra onun Türk olduğuna karar verdiler. Türkiye’de, Ermeni kimliğiyle görünür olmanın zorluklarını inkâr edenler, bir anda Acemoğlu’nun “bu toprakların çocuğu”, “bu toprakların ürünü” olduğunu ilan ettiler. İşin aslına bakacak olursanız, Acemoğlu’nun Ermeni veya Türk oluşunun konuyla ilgisi ve önemi sıfır. Nobel, kişinin kimliğine değil yaptığı işe veriliyor. Bununla ilintili olarak, Acemoğlu Türk, Ermeni hatta Türkiyeli diye gurur duymanın da sağlam maddi bir zemini yok. Gurur duyması gerekenler, Acemoğlu’nun bu noktaya gelmesine hayatı boyunca katkıda bulunanlardır.

Doğma büyüme Türkiyeli Daron Acemoğlu –çalışma arkadaşlarıyla birlikte– ekonomi dalında Nobel Ödülü’nün sahibi oldu, bildiğiniz gibi. Türkiye, sosyal ve siyasi bütünlüğünü, toplumsal birlikteliğini ve barışını sağlayamamış, ortak bir kimlik üzerinde mutabık kalamamış bir ülke olduğundan, onun bitmeyen kavgaları bu ödüle de yansıdı ve “Acemoğlu Türk mü, Ermeni mi?” tartışması başladı. (Benzer tartışmalar, Aziz Sancar Nobel aldığı zaman “Türk mü, Arap mı, Kürt mü?” şeklinde yaşanmıştı.) ‘Türkiyeli’, bunların hepsini eşit biçimde kapsayacak, kavgayı bitirecek bir tabir ama biz birbirimizle kavga etmeden yapamıyoruz.

Bazı insanların anlamadığı veya anlamak istemediği şu: Türkiyeli olmak, Türk olmaya engel değil. Kendini tarif için “Ben Türk’üm” diyene kimse “Olamazsın” demiyor, dememeli. (Acemoğlu gibi, Türk olmadığı bariz biri “Ben Türk’üm” derse maddeten doğru bulmayız ama “Allah selamet versin” der, geçeriz.) Burada maksat ülke nüfusunun bütününden bahsederken herkesi eşit biçimde kapsayan bir tabir bulmak. ‘Türk’ olmuyor, çünkü ülkedeki herkes Türk değil, bir kâğıda “Herkes Türk’tür” yazıp adına anayasa dediğinizde de herkes Türk olmuyor. Anayasaya “Dünya düzdür” diye yazmakla dünya düz olmaz.

Biz Aziz Sancar’a, Daron Acemoğlu’na Türkiyeli diyelim, onlar kendilerini Türk, Arap, Kürt, Ermeni veya başka bir şey olarak tarif ediyorlarsa o da onların bilecekleri iş, çünkü Türkiyeli olmak bunların hiçbirine engel değil. “Türkiyeli Türk’üm”, “Türkiyeli Kürd’üm”, “Türkiyeli Ermeni’yim” vs. demek çelişkili değil. Hatta bir kimse kendini tarif ederken, istemiyorsa ‘Türkiyeli’ demek zorunda da değil. Doğrudan ve sadece “Türk’üm”, “Kürd’üm”, “Ermeni’yim” vs. de diyebilir. Esas mesele, kimseye Türklüğü tek mümkün seçenek olarak dayatmamak.

Biri bana “Türk” dese itiraz ederim, çünkü değilim ama “Türkiyeli” dese itiraz etmem, hatta edemem, çünkü maddi gerçeklik bu. Türkiye’de doğdum, büyüdüm, Türkiye vatandaşıyım, hayatımın %90’ını Türkiye’de yaşadım. Türkiyeli olmamam mümkün değil. Sanırım bu tabirin kabul edilmesini zorlaştıran bir başka etken de insanların ona birtakım normatif, ideolojik veya duygusal bagajlar yüklemesi. Hâlbuki ‘Türkiyeli’, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını tarif eden, onun ismi olan, son derece nötr, değer yargısından uzak bir tabir olarak görülmeli kanımca. “Adım şu” derken ne kadar olağan bir hâlden bahsediyorsak, “Türkiyeliyim” demek de o kadar olağan görülmeli. 

Nobel tartışmasına dönecek olursak, başka zaman Acemoğlu’nun ‘Türklüğünü’ hatırlamayacak, hatta duruma göre ‘Ermeni’ diye en hafif tabirle istiskal edecek olanlar, bu başarıdan sonra onun Türk olduğuna karar verdiler. Türkiye’de, Ermeni kimliğiyle görünür olmanın zorluklarını inkâr edenler, bir anda Acemoğlu’nun “bu toprakların çocuğu”, “bu toprakların ürünü” olduğunu ilan ettiler. (Türkiye’de birçok Ermeni’nin en az bir kere başına geldiği gibi Acemoğlu’nun da Ermeni kimliği nedeniyle, üstelik Galatasaray Lisesi gibi kalburüstü kabul edilen bir okulda karşı karşıya kaldığı taciz hikâyesi sosyal medyada dolaşıyor. Kısa bir aramayla bulabilirsiniz.)

İşin aslına bakacak olursanız, Acemoğlu’nun Ermeni veya Türk oluşunun konuyla ilgisi ve önemi sıfır. Nobel, kişinin kimliğine değil yaptığı işe veriliyor. Bununla ilintili olarak, Acemoğlu Türk, Ermeni hatta Türkiyeli diye gurur duymanın da sağlam maddi bir zemini yok. Gurur duyması gerekenler, Acemoğlu’nun bu noktaya gelmesine hayatı boyunca katkıda bulunanlardır. Yoksa hasbelkader aynı ülkede doğmuş veya yaşamış olmakta veya gene hasbelkader aynı millete mensup olmakta gurur duyulacak bir taraf yok. Sanırım insanlar sevinmek ile gurur duymayı birbirine karıştırıyorlar.

Bir de Acemoğlu’nai Türkiye’yi ‘kötülediği’, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki talan ve kıyıma karşı imza verdiği, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılması talebine katıldığı vs. için Nobel Ödülü verildiğini, yani pek bilinen tabirle bunun ‘Batı’nın Türkiye’ye oyunu’nun bir parçası olduğunu iddia eden, daha ziyade ulusalcı takımdan kimseler var. Hatırlarsanız benzer lafları Orhan Pamuk Nobel aldığı zaman da söylemişlerdi.

Acemoğlu’nun ekonomiye yaklaşımını, ideolojisini eleştirebilirsiniz, hatta Nobel verilme sebebinin ideolojik olduğunu da söyleyebilir, hatta ve hatta haklı da olabilirsiniz (bu yönde ciddi eleştiriler var nitekim) ama Acemoğlu’na Nobel Ödülü verilirken onun Türkiye hakkında ne dediğine bakıldığını iddia etmek, herkesin kendi hakkında düşündüğünü, kendini konuştuğunu zannetme sonucunu doğruran, kifayetsiz bir narsisizmin göstergesi olur ancak. Türkiye sandığınız kadar dünyanın umurunda değil; herkes her kararını Türkiye’ye bakıp vermiyor. Türkiye’de insanlar çocukluktan itibaren Türkiye’nin dünyanın merkezi olduğuna inandırılarak yetiştirildikleri için bu narsisizm kolektif olarak içselleştiriliyor, normalleştiriliyor ve herkesin yatıp kalkıp Türkiye’yi düşündüğünü zannediyorlar. Nobel ödüllerini veren İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nin ölçütleri ve değerlendirmesiyle hemfikir olmak zorunda değilsiniz ama çok merak ediyorsanız, ekonomi dalında Nobel Ödülü’nün, aralarında Acemoğlu’nun da bulunduğu ekonomistlere verilmesinin nedenlerini bu kuruluşun internet sitesinden öğrenebilirsiniz. 

Tabii, tüm bu tartışmalar, Türkiye toplumuna dair bir gösterge. Konu ne olursa olsun tartışma kendimizle ve dünyayla hâlledemediğimiz, hâlleşemediğimiz sorunların tartışması hâline geliyor. Bu, bizim varoluşsal hâlimiz.