OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Anormal olan değişmeden normalleşme olmaz

Türkiye siyasetinde son zamanlarda gündemde olan normalleşme tartışmalarına da dışarıdan bakan biri, olumlu bir süreç işliyor, “Ne güzel, kavga hâlinde olan iktidarla ana muhalefet partisi barışıyorlar” diye düşünebilir. Fakat daha somut sorular sorup daha somut cevaplar aradığımız zaman manzara o kadar da net değil. Türkiye neden ‘anormal’ bir durumda ki normalleşmeye ihtiyaç var? Bu soruları cevaplamaya giriştiğimizde, bana –ve herhâlde birçok kimseye– göre Türkiye’de anormalliğin en büyük sebebi hukuk ve adalet sisteminin tamamen çökmüş olmasıdır.

‘Normalleşme’ kelimesinin kendinden olumlu bir tınısı var. Bazen normların da doğru veya güzel olmayabileceği tartışmasını şimdilik bir kenara koyarsak, yolunda gitmeyen bir şeylerin tekrar yoluna sokulacağını ima ediyor. Böyle olunca da normalleşme itiraz edilemez bir süreç gibi algılanıyor. Öyle ya, “Normalleşeceğim” diyene “Normalleşme, anormal kal” demek kolay değil.

Türkiye siyasetinde son zamanlarda gündemde olan normalleşme tartışmalarına da dışarıdan bakan biri, yukarıdaki mantıkla, olumlu bir süreç işliyor, “Ne güzel, kavga hâlinde olan iktidarla ana muhalefet partisi barışıyorlar” diye düşünebilir. Fakat daha somut sorular sorup daha somut cevaplar aradığımız zaman manzara o kadar da net değil. Türkiye neden ‘anormal’ bir durumda ki normalleşmeye ihtiyaç var? Başka bir deyişle, Türkiye’de ‘anormal’ bir durum olmasına yol açan sorunlar nelerdir? Bu sorunlarda bir iyileşme var mı, o iyileşme olmadan normalleşmeden bahsedilebilir mi? 

Bu soruları cevaplamaya giriştiğimizde, bana –ve herhâlde birçok kimseye– göre Türkiye’de anormalliğin en büyük sebebi hukuk ve adalet sisteminin tamamen çökmüş olmasıdır. Mahkemeler keyfî karar veriyor; farklı mahkemelerin kararları arasında tutarlılık yok; hukukun ve yargılama usullerinin en temel evrensel ilkeleri paspas olmuş durumda; insanlar somut ve ilintili delil olmadan yıllarca hapishanede tutuluyor; bu ihlalleri denetleyecek en yüksek ulusal adli makam olan Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) ve uluslararası yüksek adli makam olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına ne Türkiye’deki alt mahkemeler, ne hükümet riayet ediyor; KHK denen ucube sistemle bireylerin hakları çiğnendi, çiğneniyor, hayatları söndürüldü, söndürülüyor; hakları çiğnenen işçiler haklarını arayınca polis dayağıyla karşı karşıya kalıyor; büyük maden ve inşaat şirketleri hukuk tanımadan doğayı tahrip ediyor...

Aklınıza gelen diğer meseleleri listeye ekleyin. (Bir örnek zikretmek gerekirse, AYM geçen hafta, OHAL KHK’sıyla doğrudan kamu görevinden çıkarılıp Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından görevine iade edilenlerin, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamayacaklarını öngören KHK hükmünü iptal etti. Tazminat, hukuken temel, evrensel ve eski çağlardan beri şu veya bu isim altında, o veya bu şekilde var olan bir haktır. Temel bir hakkı, kâğıt üzerine bir cümle yazıp, adına da ‘kanun hükmünde’ diyerek ortadan kaldıramazsınız. “Bir eylemin suç olması için kanunda yazmasına gerek yoktur” diye KHK çıksa mesela, olur mu? Bu da onun gibi bir şey. Gerçi, böyle bir KHK çıkarsalar ona da şaşırmayız herhâlde.) 

Peki, bu konularda somut bir iyileşme var mı? İktidar bu konularda iyileştirme yönünde somut bir adım attı mı veya atacağına dair somut, takvime bağlı bir plan ortaya koydu mu? KHK’ların haklarının iadesi, içeride hukuksuzca tutulanların salıverilmesi, işçilerin sendikal örgütlenmesi önündeki engellerin ve baskının kaldırılması, maden ve inşaat şirketlerinin talanının durdurulması için yapılan bir şey var mı? Öyleyse normalleşme derken neden bahsediyoruz? CHP’nin yani ana muhalefet partisinin genel başkanı Özgür Özel, Medyascope’a verdiği demeçte, normalleşme emaresi olarak “28 Şubat paşaları”nın hapishaneden salıverilmesini zikrediyor ama öyle bir anlatıyor ki, söylediği ancak anormalin normalleşmesi demek olabilir! Şöyle diyor: “Normalleşme bitti diyorlar, bitmedi. Ben gerekli görürsem gider Erdoğan’la bir daha konuşurum. Ben Erdoğan’dan 28 Şubat paşalarını istedim, hâllettiler, ben de teşekkür telefonu açtım özel kalemine.”

Şu anlatılanın ve kullanılan dilin bir hukuk devletinde normal olması mümkün değil. Tam tersine, her şey artık o kadar şirazesinden çıkmış, hukuk düzeni adına takip edilmesi gereken kurallar ve kaideler o kadar yerle yeksan olmuş ki, yargıyla ilgili bir konuda, ana muhalefet partisinin lideri, cumhurbaşkanından hapisteki birilerini “istiyor”, o da “hâllediyor”! Devlet işi gibi değil de şahsi işleri gibi ‘hâllediyorlar’! Eğer o hapistekiler haksız yere hapisteyse, bununla ilgili genel bir düzenleme veya uygulama talep etmek gerekir. O zaman onun adı normalleşme olur. Kişi olarak Özgür Özel’in Recep Tayyip Erdoğan’la yakınlaşması veya parti olarak CHP’yle AKP’nin yakınlaşması, al tekke ver külah tarzı birtakım pazarlıklara girişmesi normalleşme değildir. “Şunu istedim, verdi” diye anlatırsan, insanların aklına “O senden ne istedi, sen ne verdin?” sorusu gelir.