Bir insanın hayatından yedi yıl, böylesi bir ‘hesaplaşma’ güdüsüyle alındı, alınıyor. 12 Eylül darbesinden bahsetmiştim. Geçen gün şunu hatırladım: 12 Eylül darbesi döneminde bile yedi-sekiz yıl sonra tahliyeler başlamıştı. Evet, içinde yaşadığımız dönemi 12 Eylül gaddarlığıyla karşılaştırmak kimi zaman yersiz kaçabiliyor ancak yaşadıklarımızı 12 Eylül’le karşılaştırabiliyor olmak bile, nasıl bir hukuk sistemi içinde olduğumuzu bize anlatmıyor mu?
Sivil toplum çalışanı ve iş insanı Osman Kavala doğum gününü yedinci kez cezaevinde geçirdi. Bu yazı yazıldığında 2528 gündür hapiste olan Osman Kavala, 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı ve 15 gün gözaltında tutulduktan sonra, 1 Kasım 2017’de tutuklandı. Gezi eylemlerinin finansörü olmakla suçlandı, casuslukla suçlandı. AİHM kararlarına rağmen tahliye edilmedi. Çünkü siyasi olarak rehin tutuluyor. Neyin rehinliği bu, kimse bilmiyor. Tek başına hapiste olmasın diye, Gezi Direnişi bahane gösterilerek Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Can Atalay da hapiste tutuluyor. Onların da niye hapiste tutulduğunu kimse bilmiyor. Onlar da 25 Nisan 2022’den beri hapisteler.
Hukuki olarak söylenecek çok şey var ama bir yandan da söylenecek çok bir şey yok. Dedik ya, siyasi rehine olarak tutuluyorlar. Gezi Direnişi yüzünden mi? Evet, üzerinden 11 yıl geçmiş o direniş yüzünden, büyük oranda. Çünkü AKP o direnişi bir türlü ‘hazmedemedi’. Demokratik bir direniş örneğinin bütün Türkiye’ye yayılmasını kabullenemedi. Bunu bir ‘hükümet karşı komplo’ olarak gördü. Oysa Gezi Direnişi, örneklerine demokratik olma iddiasındaki tüm ülkelerde rastladığımız, ‘protesto hakkından doğan bir protesto’ydu. Yaygınlaştı ve benzeri tüm dalgalar gibi bir aşamada sönümlendi. Böyle olması doğaldı, çünkü toplumsal dinamikler kimi zaman böyledir. Bazen toplumlar bir şeyi, bir fikri, bir zihniyeti protesto etmek isterler. Sadece Batı’da, Uzakdoğu’da ya da Latin Amerika’da değil. Örneğin İran’da da böyle olmadı mı, olmuyor mu?
Bu protestolara nasıl karşılık verdiğiniz önemlidir. AKP ya da Erdoğan başlangıçta herhangi bir sağ-muhafazakâr hükümetin vereceği tepkiyi verdi. Önce ne olduğunu anlamaya çalıştı (anlayamadı), sonra diyalogla çözüm bulmayı aklından geçirdi (bir an için), sonra da şiddet kullanarak bu dalgayı durdurma yoluna gitti. Bu süreçte Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan gibi canlara da kıyıldı.
Sonra da bu toprakların ne yazık ki bitmeyen döngüsüne girdik. İntikam almak. 12 Eylül rejimi nasıl ki darbeden yıllar sonra bile ‘intikam’ duygusundan vazgeçmiyor idiyse (değil mi ki ‘devlet’e karşı bir kalkışma söz konusuydu), o dönemle kıyaslanmayacak kadar kendiliğinden, şiddet içermeyen ve doğal bir hareketi bile AKP ve Erdoğan ‘kişisel’ olarak algıladı ve intikam duygusunu hiç bırakmadı.
Direnişten sonra bazı davalar açıldı. O davalar beraatle sonuçlandı. Ancak AKP ve iktidardaki bir klik bu işin peşini hiç bırakmadı. Öte yandan Kavala ile ilgili başka bir hesap daha vardı. Açık Toplum Vakfı ile olağan bir ilişki. Ki bu ilişki Türkiye’de iktidara yakın kurumlarda bile vardır. Ancak Açık Toplum Vakfı’nı Soros’a bağlayan akıl açısından bu sadece ‘devlet’e değil, Erdoğan’a karşı da özel bir komplo gibi görüldü, daha doğrusu öyle görülmek 'istendi'. Oysa Erdoğan da zamanında Soros’la görüşmekte hiçbir sakınca görmemişti.
Velhasıl, Erdoğan’da, AKP’nin büyük kısmında ve MHP’de, Kavala’ya karşı bir tür özel ‘düşmanlık’ gelişti. Gerisini zaten biliyorsunuz.
Kavala boş yere hapiste. Bir insanın hayatından yedi yıl, böylesi bir ‘hesaplaşma’ güdüsüyle alındı, alınıyor. Yukarıda 12 Eylül darbesinden bahsetmiştim. Geçen gün şunu hatırladım: 12 Eylül darbesi döneminde bile yedi-sekiz yıl sonra tahliyeler başlamıştı. Evet, içinde yaşadığımız dönemi 12 Eylül gaddarlığıyla karşılaştırmak kimi zaman yersiz kaçabiliyor ancak yaşadıklarımızı 12 Eylül’le karşılaştırabiliyor olmak bile, nasıl bir hukuk sistemi içinde olduğumuzu bize anlatmıyor mu?
İyi ki doğdun Osman Kavala. Bir sonraki doğum gününü umarım Gezi tutsaklarının da özgürlüğe kavuşmasıyla, hep beraber kutlarız.
İyi ki doğdun ve iyi ki yaşadığımız sorunlara, diyalogla, sanatla, yan yana gelerek bir çözüm imkânı yaratabilmek için elini taşın altına koydun. Bu vesileyle, kurucusu olduğun Anadolu Kültür’ün de nefes almadan çalıştığını hatırlayalım ve buradan Anadolu Kültür çalışanlarına da bir selâm gönderelim.