Türkiye’deki en uzun ömürlü kadın örgütlenmelerinden biri olarak kadınların bir arada güçlenmesine imkan sağlayan; feminist hareketin güçlü simgelerinden biri olan ve feminist hareketin farklı kuşaklar arasındaki geçişine olanak sağlayan; yıllardır kararlılıkla şiddete karşı mücadele eden Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, bu yıl Hrant Dink Ödülü’nün Türkiye’den sahibi oldu. Mor Çatı gönüllüsü İlke Gökdemir ile vakfın mücadelesini konuştuk.
1990'da kuruldunuz. Bugüne kadar Dayanışma Merkezi faaliyetleriyle 45.000, Türkiye’deki tek bağımsız kadın sığınağını yürüterek de 1000'in üzerinde kadın ve çocuklarına destek sağladınız. Bu elbette sizin ulaşabildikleriniz ya da size ulaşabilenler. Ulaşmayan ya da sizin ulaşamadığınız sayı herhalde bundan kat kat fazla olsa gerek değil mi?
Mor Çatı, dayanışma merkezi ve sığınak faaliyetlerini politik bir amaçla yürütmekte. Her ikisini de feminist prensiplere dayanan yöntemlerle yürütürken böyle bir çalışma için örnek oluşturmayı ve kadınların nasıl güçlenerek şiddetten uzakta hayat kurabildiğini ortaya koymak istiyor. Diğer yandan da dayanışma kurduğu kadınlardan öğreniyor ve bu bilgiyi politikaya taşıyor. Kadınlarla dayanışmayı, yürütülen sosyal çalışmanın merkezine koyuyor ve kendisindeki bilgiyi kadınlarla paylaşırken kadına yönelik şiddetle ilgili pek çok dinamiği de bu çalışma esnasında öğreniyor.
Politik olarak şiddetten uzakta hayat kurabilmek için sosyal ve hukuki desteklerin asıl olarak devlet ya da kamu kurumları tarafından karşılanması gerektiğini düşünen Mor Çatı için sayılar çalışmanın öncelikli belirleyeni olmuyor. Ancak elbette bize ulaşmayan pek çok şiddete uğrayan kadın var. Telefonu belirli saatlerde açık ve belirli sınırlarla destek veren bir örgütüz. Yani olabildiğince çok kadına ulaşmak üzerinden politik ya da sosyal bir çalışma sürdürmüyoruz. Türkiye’de şiddetin çok yaygın olduğunu biliyoruz. Nedenlerine, politik olarak nasıl çözümler üretilebileceğine ve şiddetten uzaklaşabilmeleri için kadınlarla nasıl dayanışma kurulması gerektiğine odaklanan çalışmalar yürütüyoruz.
Aradan geçen bunca yılda çok önemli bir faaliyet yürüttüğünüz aşikar. Nasıl başladınız, ilk yıllarda karşı karşıya kaldığınız zorluklar nelerdi?
Patriarkal sistemle ve kadına yönelik şiddetin ana sebeplerinden biri olan toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğiyle mücadele her dönemde kolay değil. Feminist hareketin Mor Çatı’nın kuruluşunu da içine alan mücadelesiyle 34 yılda kadınlar adına önemli kazanımlar elde edildi. Son yıllarda bu kazanımları yok etmek üzerine bir siyasi iradeye rağmen kadın örgütlerinin ve kadınların mücadelesi, güçlü bir şekilde devam ediyor. Mor Çatı özelinde yürütülen erkek şiddetiyle mücadelede politik tartışmalarla yol alındı. Dönemsel olarak zorlukları kıyaslamaktansa, yapılan çalışmalara dair yürütülen tartışmalardan, politik ve yöntemsel dönüşümlerden bahsetmek daha doğru olacaktır. Türkiye’deki politik ve hukuki dönüşümlerle Mor Çatı, kadınlarla daha iyi nasıl dayanışma kuracağını, kadınların nasıl güçleneceğini tartıştı, çalışmalarını dönüştürdü ve politik mücadelesini bugüne kadar sürdürdü.
Bilhassa son 20 yılda erkek şiddetinin ne yazık ki yaygınlaştığı genel bir kanaat. Bu kanaati besleyecek çok sayıda veri de mevcut. Gerçekten böyle mi, bir artış var mı, bu görüşe katılır mısınız ve eğer öyleyse bu tabloyu yaratan hangi dinamiklerdir? Egemen siyasetin kadına bakışı mı, yoksa toplumda gitgide zemin bulan bu anlayışın egemen siyaseti de şekillendirmesi mi? Belki de ikisi birden denebilir mi?
Kadınlar eskisine göre çok daha fazla bilgiye ulaşıyorlar ve bu destek mekanizmalarına ulaşmaya çalışmakta önemli bir fark yaratıyor. Hem yaşadıkları şiddeti tanımlamaya hem de nasıl ve nereden destek alabileceklerine dair bilgiye erişimleri önceki yıllara göre daha kolay artık. Türkiye’de konuyla ilgili güvenilir bir veri sistemi olmadığından tam olarak bir artış ya da azalmadan söz etmek mümkün olmuyor. Erkek şiddetinin en temel sebebi toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Devamında erkek şiddetine maruz kalan kadınların şiddet yaşamından kurtulmaları için yeterli destek mekanizmalarının olmayışı, var olanların da neredeyse hiç işlemiyor olması. Bugün için kolluktan, ŞÖNİMler’e (Aile Bakanlığı Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi) ve var olan sığınaklara kadar yeterli bir şekilde işleyen bir sistemden söz etmek mümkün değil. Cezasızlık elbette yine en önemli noktalardan biri. Şiddet uygulayan erkeklerin hiç ceza almaması ya da yeterli cezaların verilmemesi bir yaygın durumken, şiddetin azalmasını bekleyemeyiz. Mutlaka bütün bunların arka planında bütüncül eşitlik politikalarının olmayışı şiddetin yaygınlaşması sonucunu getiriyor. Hatta son yıllarda tam tersine kadın değil aileye odaklı, kadınları tek başına birey olarak değil aile ya da kocaya bağımlı olarak ev içine hapseden politikalar toplumda erkek şiddetini destekleyici bir rol oynuyor.
İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmak ne tür sonuçlar yarattı ya da yaratacak size göre?
6284 sayılı Kanun’un da temel referansı olan İstanbul Sözleşmesi, şiddetin kaynağını toplumsal cinsiyet eşitsizliği olarak görmektedir, bütünlüklü bir yaklaşımla kadınların desteklenmesini merkezine alır ve kadınların şiddetten korunmasının yanı sıra şiddetin önlenebilirliğine vurgu yapar. Sözleşmeden çekilmek, politik olarak hükümetin hiçbir şekilde kadınları şiddetten korumayacağının, kadına yönelik şiddeti önlemeye çalışmayacağının en açık ifadesi oldu. Özellikle son yıllarda yürüttüğü politikalar ve kadın karşıtı söylemler, feminist hareketin düşmanlaştırması düşünüldüğünde çok şaşırtıcı olmayabilir. Ancak şiddet gören kadınlar açısından kötü sonuçları oldu ve devamında da olacaktır. Biz kendi deneyimimizde sözleşmeden çıkılmasının ardına kolluktan başlayarak kadınların destek alacağı kamu kurumlarında var olan sorunların derinleştiğini gördük. Oysa İstanbul Sözleşmesi en başta kadına yönelik şiddeti, sadece sonlandırmaya değil önlemeye yönelik de önemli bir yazılı politik irade belgesidir. Çekilmek, devletin tüm kadınları, LGBTİ+’ları ve çocukları şiddetten koruma yükümlülüğünden vazgeçtiği anlamına geliyor.
Hrant Dink Ödülü'nü kazanmanın sizin için nasıl bir anlamı var?
Hrant Dink Ödülü’nü almak, bizim için Türkiye’de kadınların uğradığı ayrımcılığa karşı verdiğimiz mücadelenin, şiddetsiz başka bir dünya kurmaya dair inancımızın ortaklığının bir ifadesi. Mücadelemizin, kadınların mücadelesinin bu ödül vesilesiyle görünür kılınması çok değerli. Eşit ve adil bir dünya kurma çabamızın da ortaklaştığı bir ödül bizim için.