Ortaköy S. Asdvadzadzin Vakfı’ndaki duruma dair bazı beyanları geçen hafta Agos’ta okudunuz. Vakıf da resmî bir açıklama yaptı. Bunlardan sonra bir durum değerlendirmesi yapalım. Şüphesiz, bir vakfın yönetim kurulu üyeleri arasında hakaret ve fiziksel saldırı da makul ve maruz görülebilecek işler değil. Fakat, karşı karşıya olduğumuz vakada söylendiği iddia edilen ve belli ki tehdit amacı taşıyan öyle bir ifade var ki işin rengini değiştiriyor, tabiri caizse üst seviyeye taşıyor. O da, tahmin edebileceğiniz üzere, bir üyenin “Ülkücü camiaya yakın olma” üzerinden veya vasıtasıyla başka bir üyeyi tehdit etmesi. Geçen hafta Agos’ta okuduğunuz gibi, söz konusu kişi böyle bir söz söylediğini kabul etmezken, olay sırasında orada bulunan biri onun böyle bir söz söylediğini söylüyor.
Ortaköy S. Asdvadzadzin Vakfı’ndaki duruma dair bazı beyanları geçen hafta Agos’ta okudunuz. Vakıf da resmî bir açıklama yaptı. Bunlardan sonra bir durum değerlendirmesi yapalım.
Bu meseleyi üç başlıkta ele almak lazım kanımca: Bir, geçmiş yönetimin icraatlarıyla ilgili denetim raporu ve bunun akıbeti; iki, şimdiki yönetimin içinde bulunduğu sorunlar; üç, ikincinin yol açtığı semptomatik bir durum olarak yönetim kurulu üyeleri arasında yaşanan, küfürlü ve fiziksel saldırı teşebbüsü içeren tartışma. Birinci ve ikinci başlıklar şüphesiz çok önemli ama çözülmesi veya nihayete erdirilmesi biraz daha uzun zaman alacak meseleler. Bunlar üzerinde de durulacak tabii ki. Fakat, onlardan önce üçüncü başlık hakkında söylenmesi gerekenler var. Konuyla ilgili ilk yazımda da söylediğim gibi bu tartışma bizi ilgilendirir, çünkü bu o kişilerin şahsi anlaşmazlıklarından değil Türkiye Ermeni toplumunun önemli bir vakfının yönetim biçimine dair fikir ve yaklaşım farklılıklarından çıkmış bir tartışmadır. Nerede, hangi konuda, niçin böyle bir fikir ayrılığı olduğunu toplum bilmeli ki kendi kanaatini geliştirebilsin.
Ama ilgimizin sebebi bu kadarla sınırlı olmamalı, bir de tartışmanın biçimi ve içeriği var. Yoksa, yöneticiler arasında fikir ayrılığı elbette olabilir ama bunu halletmenin meşru ve makul yolları var. Bunun için gerekirse toplumun hakemliğine de başvurulabilir. Peki, elimizdeki vakada olan ne, yani söz konusu tartışmanın biçimi ve içeriği nedir? Şüphesiz, bir vakfın yönetim kurulu üyeleri arasında hakaret ve fiziksel saldırı da makul ve maruz görülebilecek işler değil. Fakat, karşı karşıya olduğumuz vakada söylendiği iddia edilen ve belli ki tehdit amacı taşıyan öyle bir ifade var ki işin rengini değiştiriyor, tabiri caizse üst seviyeye taşıyor. O da, tahmin edebileceğiniz üzere, bir üyenin “Ülkücü camiaya yakın olma” üzerinden veya vasıtasıyla başka bir üyeyi tehdit etmesi. Gene geçen hafta Agos’ta okuduğunuz gibi, söz konusu kişi böyle bir söz söylediğini kabul etmezken, olay sırasında orada bulunan biri onun böyle bir söz söylediğini söylüyor.
Peki, bu söz niye bu kadar vahim ki üzerinde bu kadar duruyorum? Çünkü böyle bir söz, meseleyi şuursuzca da olsa tarihî ve siyasi bir boyuta taşıyor ve sadece bir kişiyi değil bütün Ermeni toplumunu kuşaklardır maruz kaldığı baskıyla ve bu baskının failleriyle tehdit ediyor. Bunu yaptığı söylenen kişinin kendisi de Ermeni toplumu üyesi olunca durum daha da vahimleşiyor, içerden darbe boyutuna ulaşıyor. Aklı ve vicdanı sağlıklı hiçbir Ermeni başka bir Ermeni’yi Ermenilerin katillerinin nesebiyle, meşrebiyle tehdit etmemeli. Böyle bir şey söyleyebilen biri Ermeni toplumu için güvenilir biri değildir. Bu, yalnız bugünkü Ermeni toplumuna ve onun yaşayan bireylerine değil, Ülkücü denen zihniyet veya onun ismi farklı öncülleri tarafından katledilen tüm Ermenilere, o kişilerin zulmünü görmüş, mezarı dahi olmayan önceki nesillere bir hakarettir. Ülkücü zihniyetli katiller tarafından katledilmiş Hrant Dink’in unutulamayacak kadar taze olan hatırasını hiç söylemiyorum bile. Ayrıca, bu tehdit, Ermeni toplumu üzerinde yukarıda zikrettiğim nesiller boyu süren baskının ateşine odun atan bir yaklaşımdır.
Bu arada şunu da eklemek gerekir ki bunu söyleyen kişinin ‘Ülkücü camia’nın içinde mi, yanında mı, kıyısında mı olduğu ikincil mevzudur. Hatta, aslında hiçbir ilişkisi olmayıp, bu sözü karşısındakini korkutup, sindirmek için uydurmuş da olabilir. Bu, durumun vahametinden hiçbir şey eksiltmez. Önemli olan, böyle bir tehdide tevessül edilmiş olunmasıdır.
İşte bu sebeplerden dolayı, böyle bir sözün söylenmiş olması kabul edilemez ve affedilemezdir. Böyle bir tehdit sarf edilmiş mi, edilmemiş mi, bir an önce açıklığa kavuşturulmalı ve edilmişse, adı geçen kişinin Ortaköy’deki yöneticiliğine son verilmelidir. Toplum da onun hakkındaki hükmünü nasılsa verir. Bu durumun açıklığa kavuşturulması için tartışmanın taraflarından başka, o sırada orada olan diğer beş kişiye de sorumluluk düşüyor. (Bunlardan biri, Sevan Şeşetyan, bu ifadeyi duyduğunu söyledi.) Böyle bir şeyi duyup söylememek de sorumluluğun ve vebalin altına girmek manasına gelir. Her gerçek gibi o da er veya geç ortaya çıkar.
Haftaya, yukarıda zikrettiğim başlıklardan ikincisine ve Yönetim Kurulu üyesi Garbis Evyapan’ın yönetime çektiği ihtarnamenin içeriğinde ne var, ona bakalım.