PINAR ÖĞÜNÇ

Pınar Öğünç

“Turistler evine!” dedirten vahşi turizm

Aşırı turizmin bir diğer hasarı da ekonomik düzeyde. Türkiye'nin turizmle temas eden noktalarında tecrübesi olanlar bilecektir ki bu, hizmet sektöründen sağlığa tüm fiyatları yukarı çeken bir faktör; turizmle geçici olarak şişen yerel ekonomi yılın kalanını bunun hasarıyla geçiriyor. Bu kadar insanın barınması ayrı bir sorun yelpazesi açıyor: Türlü formda turistlere kiralanan konutlar yüzünden genel olarak kira fiyatları yükseliyor. Bu artış kent sakinlerini “turizmsiz” başka bölgelere göç etmeye mecbur bırakan seviyeye ulaşabiliyor. Kitle turizmi, dönemsel olarak o bölgedekiler için bir istihdam alanı gibi görünse de sektör ucuz emek gücünün de ulusal düzeyde “turizmine”, transferine dayandığından aslında yöre sakinlerine çok yansımıyor. Turizm endüstrisi tüm dünyada emek sömürüsüyle, işçi haklarını hatta kimi zaman insan haysiyetini hiçe sayan koşullarla dönüyor

İspanya'nın bazı adalarının, örneğin Mallorca'nın, Balear adalarının sakinleri sokaklara dökülüyor, diyor ki “Turist istemiyoruz!”. Misal daha turizm sezonu bile başlamamışken Balear Takımadalarına altı milyon turist gelmiş, geçen yıla göre turist sayısı yüzde 8 artmış. Her yıl nüfusunun en az iki katı kadar turist çeken Barcelona, sakinlerinin “aşırı turizm”den en fazla usandığı dünya kentlerinden. “Turistler evine” pankartlarının taşındığı eylemlerin en erken başladığı yerlerden. Vahşi turizm İspanya'ın çeşitli yerlerinde hayatı öylesine sekteye uğratıyor ki, “ev sahiplerinin” öfkesi aynı oranda yükseldiğinde, kimi eylemlerde turistlere su tabancalarıyla su sıkıldığı ya da dev plaj partilerinin basıldığı vaki. Turistler yüzünden kendi kıyılarından faydalanmayanlar bu hakkı geri almak için binlerce kişilik eylemler düzenleyebiliyorlar.
FOTO: Emma Monros (Catalan News)
Şöyle söyleyelim, Amsterdam'ın nüfusu bir milyonun biraz üzerinde ve her yıl beş milyon civarında turist ağırlıyor. Venedik, biraz da kendine has coğrafi yapısı ve buna bağlı yerleşim modelinden dolayı sadece 55 bin kişinin ikâmet ettiği bir yer. Fakat her yıl gelen turist sayısı dört buçuk milyondan fazla. Nüfusu bir buçuk milyon bile etmeyen Hawai, her sene dokuz milyondan fazla turist çekiyor. Bu bahiste belki akla ilk gelen yerlerden olmayacaktır, ama Hırvatistan'ın liman şehri Dubrovnik 28 bin civarındaki nüfusuyla 2020'den beri bir milyondan fazla turistin geldiği bir yer. Atina ve bazı adalar ile Yunanistan son yıllarda aşırı turizmden en fazla etkilenen ülkelerden biri. İtalya'nın birçok kenti, Latin Amerika'da birkaç nokta da aynı dertten muzdarip. 

Aşırı turizm göçleri

Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Turizm Örgütü daha baştan 2024'ü dünya genelinde turist sayısının rekor seviyeye ulaşacağı bir yıl olarak duyurmuştu, çünkü seyir böyle. Pandemiyle birlikte küresel olarak duraklayan sektör, ekonomik kaybı telafi edebilmek için sanki gaza daha da basmış. Aynı duraklamanın “müşteriler” nezdinde de karşılığı var; küresel çaptaki ekonomik duraklamadan ve enflasyondan - turizm faaliyetine son verecek düzeyde- etkilenmeyen orta sınıf gezmek, kendi mahallelerinde geçen maskeli o bir-iki yılın acısını çıkarmak istiyor.

Aşırı ya da vahşi sıfatlarıyla tarif edilen bu turizmin mahalin sakinlerine etkisi tabii ki sadece kalabalık değil; kaldı ki bu da yeterince geçerli bir şikâyet başlığı. Bu düzeyde bir insan yığılması öncelikle altyapı meselesi demek. İdari ve sektörel olarak hazırlıklı olmanın sınırlarını aşan, daha turizm mevsiminde ziyaretçilerin sorunlar yaşamasına neden olan, onlar yüzlerce fotoğraf çektirip evlerine döndükten sonra oranın sakinlerinin baş başa kalacağı altyapı sorunları bunlar.

Aşırı turizmin bir diğer hasarı da ekonomik düzeyde. Türkiye'nin turizmle temas eden noktalarında tecrübesi olanlar bilecektir ki bu, hizmet sektöründen sağlığa tüm fiyatları yukarı çeken bir faktör; turizmle geçici olarak şişen yerel ekonomi yılın kalanını bunun hasarıyla geçiriyor.

Bu kadar insanın barınması ayrı bir sorun yelpazesi açıyor: Türlü formda turistlere kiralanan konutlar yüzünden genel olarak kira fiyatları yükseliyor. Bu artış kent sakinlerini “turizmsiz” başka bölgelere göç etmeye mecbur bırakan seviyeye ulaşabiliyor. Kitle turizmi, dönemsel olarak o bölgedekiler için bir istihdam alanı gibi görünse de sektör ucuz emek gücünün de ulusal düzeyde “turizmine”, transferine dayandığından aslında yöre sakinlerine çok yansımıyor. Turizm endüstrisi tüm dünyada emek sömürüsüyle, işçi haklarını hatta kimi zaman insan haysiyetini hiçe sayan koşullarla dönüyor. Pandemi sürecinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kampanyası geliyor akla; “Aşılıyım, tadını çıkarın” yazan maskeleriyle turist çağıran otel çalışanlarının görüntüleri akıldan çıkacak gibi değil.

“Turistler hoş gelmediniz”

Konut kiralayan turistlerden daha fazlası otellerde, pansiyonlarda, hostellerde kalıyor, ki konaklama da aşırı turizmin bir başka yıkıcı boyutu. Çoğu kez doğa katliamı pahasına yapılan turizm yatırımları, kent merkezlerinde ise mahallelerin karakterinin değişmesine yol açıyor. Turistlerin konaklaması, iyi vakit geçirmesi ve tabii ki alışveriş etmesi için yeniden yapılanan yerleşim yerleri turizm geliri odaklı fabrikalara dönüşüyor. Küçük işletmeler bu ekonomiye direnemedikçe uluslarası sermaye küçücük köylere giriyor; turizm mevsimi bittiğinde orada yaşayanlar alışveriş edecek kasap, nalbur bulamıyor.

Konunun bir de psikolojik boyutu var. Kâr odaklı vahşi turizmin baskın olduğu yerlerde yaşayanlar bir tür işgal duygusundan söz ediyor. “Turist” zaman zaman herkesin dönüştüğü sorunlu bir özne türü. Dev gemilerle seyahat eden, beş yıldızlı otellerde kalan üst gelir grubu bu öznenin küçük bir parçası. Daha geniş kesimini oluşturan yılın tamamını sıkıcı bir işte çalışarak ve yıllık iznin hayalini kurarak geçirenler, yılın bu zamanı geldiğinde paralarının karşılığını söke söke almaya, bu imkansız olsa da yılın acısını çıkaracak kadar eğlenmeye odaklı, hedonist bir hırsla “vahşileşebiliyor”, bu aşırılık bir hak gibi algılanmaya başlıyor. Sektörün diliyle söylersek bu turizm destinasyonlarında yaşayanlar, çok boyutlu şikâyetlerinin yanı sıra küstahlığa varan bu “eğlenmek zorundayım” hırsını da çekmek zorunda kalıyor. Sabaha kadar süren eğlenceler, kesintisiz gürültü, çöp dolu bırakılmış plajlar, kirli sokaklar, tuvalete dönmüş bahçeler demek bu. Herkesin müşteriye döndüğü bu dünyada geriye “Turistler hoş gelmediniz” yazılı dövizlerle sokaklara dökülmek kalıyor.

Turizm, ülkelerin gelir kalemleri arasında önemli yer tuttuğundan, döviz girişi ve vergi artışı anlamına geldiğinden bundan faydalananlar ile yıkımını yaşayanlar arasında ulusal düzeyde çarpışma anları da yaşanıyor. “Anti-turizm”ciler agresif ve radikal bulunuyor, ülke çıkarlarını gözetmemekle itham ediliyorlar. Vahşi turizmin ulusal düzeyde gelir dağılımını değiştiren, eşitsizliği artıran yanı birden tartışılmaz hale geliyor. Diğer yandan bu kadar insanın transferi iklim krizi açısından küresel bir problemi de işaret ediyor, vızır vızır işleyen uçaklar karbon emisyonunun artışı demek.

Kültürel, tarihi ve doğal açılardan turizm potansiyeli yüksek olan Türkiye, ekonomik krizleri atlatmak için de turizm gelirini artırma yoluna gittiğinden burada anılan her tür hasar, turizm “aşırıya” kaçmadan dahi yaşanıyor. Sermayenin siyasi iktidarla ve yerel yönetimlerle ilişkileri, ekonomik yozlaşma ve rant hırsı her düzeyde turizm yıkımını artırıyor.

Dünyada vahşi turizme karşı alınan muhtelif önlemler var. Amsterdam'a gelen turist gemilerinin ve kanallar boyunca tur yapan teknelerin sayısı son on yılda dramatik biçimde arttığından 2025 itibarıyla su turizminin belli bir kotada tutulması için yeni bir uygulamadan söz ediliyor. Dbrovnik yerel yönetimi gemi sayısını daha pandemi öncesinde sınırlamıştı. Barcelona'da restoran ve kafelerin kaldırım işgaline karşı yerel yönetim hassasiyeti mevcut ama bu meselenin ancak küçük bir boyutu. Genel olarak yerel yönetimler turizm gelirinden pay almanın yollarını arıyor, en azından bedelsiz harcanan kaynaklarını telafi etmek istiyorlar.

“Sürdürülebilir turizm” bu çerçevede ortaya atılan fikirlerden biri fakat “yeşil ekonominin” sermaye tarafından nasıl kullanıldığı düşünülürse, kimi seyahat acentalarının dahi diline doladığı bu kavram da, vahşi turizm tarafından kullanılma ihtimali barındırıyor. Birkaç on yıl öncesinin normalleri, örneğin insan sağlığını tehdit etmeyecek ölçüde ilaçlı tarım ürünlerinin bugün daha pahalıya satılması gibi, “sürdürülebilir turizm” de daha pahalı bir turizmin yeni etiketi olma riski taşıyor. Diğer yandan neoliberal kapitalizmin turizm üzerinden yarattığı tahribatı azaltmanın, mahalledeki ve gezegendeki hayatı sürdürebilir kılmanın yollarını aramak da böyle yeni bir mücadele alanına dönüşüyor.