Bir müdahalenin, saldırının ilk veya çıkış sebebi doğrudan ırkçı olmayabilir ama o havaya sinmiş ırkçılık, farklı gruplardan bireyler arasında herhangi bir konuda, herhangi bir sebeple ihtilaf ve çatışma baş gösterdiğinde, toplumsal hiyerarşide –mezkur önyargılardan ötürü– zayıf konumda bulunan gruba mensup tarafı baskı altına almak, korkutmak, sindirmek, dolayısıyla o ihtilafta avantajlı pozisyona geçmek için toplumsal hiyerarşide üst konumda bulunan grubun üyesi tarafından devreye sokulur. Bunu yapan kişinin, ırkçılığı bir ideoloji olarak benimsemiş, normal günlük hayatında ırkçı eğilimler gösteren biri olmasına gerek yoktur.
Türkiye Ermeni toplumunun bilinen simalarından Garo Kaprielyan’a bu ay başında Kınalıada’da Seç Market sahibi tarafından yapılan saldırıyı duymuşsunuzdur. Kaldırım işgali sebebiyle çıkan tartışma, Kaprielyan’ın fiziksel saldırıya maruz kalmasıyla sonuçlanmıştı. Kaprielyan’ın ifadesine göre saldırı sırasında kendisine etnik kimliğini yani Ermeniliğini hedef alan hakaretlerde de bulunulmuş. Saldırgan taraf bunu kabul etmiyor ve bu tür hakaretlerde bulunmadığını iddia ediyor. Market sahibinin avukatları, olayda ırkçı bir saik olmadığını söyleyen bir açıklama yayımladılar. Gerçekten de iki tarafın ifadeleri de saldırının motivasyonunun ırkçılık olmadığı kanaatini uyandırıyor ama eğer Kaprielyan’ın etnik kimliğini esas alan hakaretler veya küfürler söz konusu ise o andan itibaren bu saldırı ırkçı saldırı hâlini alır. Aşağıda bunu açıklamaya çalışacağım.
Aslında, üç yıl önce gene Ağustos başlarında yaşanan çok çok daha vahim bir saldırı, Konya’da Kürt Dedeoğlu ailesinin katledilmesi vesilesiyle bu konuya değinmiştim, gene tatsız bir vesileyle (zaten ırkçılıktan hayırlı bir vesileyle bahsetmek mümkün olabilir mi bilmiyorum) ırkçılığın sosyopolitik mekanizması, kendini gösterme şekli üzerine birkaç söz edelim.
Kınalıada’da yaşanan olayla ilgili değil ama genel olarak ırkçı saikle ilgili olarak şunu söylemek lazım: Irkçı saldırıların büyük çoğunluğunda görünürde hep başka bir sebep vardır. Bu da çoğu zaman hedef alınan grupla ilgili yalan haberler ve dedikodularla başlar, büyür ve patlak verir. Örneğin, mültecilerin bir çocuğu taciz ettiği veya ‘bizden’ birilerini öldürdüğü dedikodusu üzerine (aslında burada anlatmaya çalıştığım husus açısından haberin gerçek olması da bir şey değiştirmez), mültecilerin evlerini, iş yerlerini hedef alan saldırılar yaşanır. O saldırganlara sorsan, motivasyonları ırkçılık değildir, adaleti sağlıyor veya bir yanlışı düzeltiyorlardır. Başka bir deyişle, çoğu örnekte saldırganlar saldırdıkları kişilere sadece grup kimliklerinden veya aidiyetlerinden dolayı saldırdıklarını kabul etmezler. Hep başka bir gerekçeleri vardır.
Irkçılığı anlamak, teşhis ve teşhir etmek için herhangi bir olayın patlak verdiği âna bakmak, sadece o olaya odaklanmak yetmez; ırkçılığı anlamak için yarattığı toplumsal atmosfere, iklime, yapıya odaklanmak gerekir. O öyle bir yapıdır ki belli bir grup hakkındaki (ön)yargılar zaman içinde birikir, kemikleşir, insanların zihnine yerleşir, o grup için daimî bir dezavantaj oluşturur. Tabiri caizse ırkçılık havaya siner, biz fark etsek de etmesek de oradadır. Hani, kâğıt üzerine limon suyuyla yazılmış yazılar olur, normal şartlarda göremezsiniz, kâğıdı bir ısı kaynağına yaklaştırıp sıcaklığını yükselttiğinizde görünür olur ya, ırkçılık da böyledir, kendini göstermek için ortamın ısısının yükselmesini, ateşinin çıkmasını bekler.
Velhasıl, bir müdahalenin, saldırının ilk veya çıkış sebebi doğrudan ırkçı olmayabilir ama o havaya sinmiş ırkçılık, farklı gruplardan bireyler arasında herhangi bir konuda, herhangi bir sebeple ihtilaf ve çatışma baş gösterdiğinde, toplumsal hiyerarşide –mezkur önyargılardan ötürü– zayıf konumda bulunan gruba mensup tarafı baskı altına almak, korkutmak, sindirmek, dolayısıyla o ihtilafta avantajlı pozisyona geçmek için toplumsal hiyerarşide üst konumda bulunan grubun üyesi tarafından devreye sokulur. Bunu yapan kişinin, ırkçılığı bir ideoloji olarak benimsemiş, normal günlük hayatında ırkçı eğilimler gösteren biri olmasına gerek yoktur. Irkçı kalıplar toplumdaki yapısal ırkçılıktan dolayı zihninin arkasına yerleşmiştir, tıpkı gerekli anda alet kutusundan çıkarılıp kullanılacak bir alet gibi.
Aslında azınlıklar bu durumu nesiller boyu edindikleri tecrübeden bilirler. Onun için de günlük hayatta, işte, ticarette haklı oldukları konularda bile kimseyle çatışmamaya çalışırlar, çünkü bilirler ki iş büyüdüğünde, kamusallaştığında maça 1-0 değil 2-0 geride başlayacaklardır. Fakat, anlaşılan Garo Kaprielyan o cesareti göstermiş. Evet, görünen o ki kendisine Ermeni olduğu için saldırılmamıştır ama söylendiği türde hakaretler edildiyse kendisinin Ermeni kimliği ona karşı bir silah olarak kullanılmak istenmiştir. Bu da, saldırgan günlük hayatında ırkçılığı benimsemiş olmasa bile ırkçı bir eylemdir. O kişi, kaldırım işgalinden dolayı aynı çatışmayı bir Türk’le de yaşayabilirdi ama ona Türklüğünü hedef alır biçimde saldır(a)mazdı. Aynı veya benzer bir olay Türkler hakkında olumsuz yargıların yaygın olduğu ve Türklerin dezavantajlı olduğu bir ülkede yaşansaydı, o zaman da Türk kimliği üzerinden saldırı olabilirdi, çünkü çok açık ki ırkçılık güçlüden zayıfa yönelen bir düşünce ve eylemdir.
Sonuç olarak, esas olan ırkçı iklimle mücadele etmek, onu ortadan kaldırmaktır; bu da ırkçılık karşıtı bilinci günlük hayatta hâkim kılmakla olur.