OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Demokrasi hayvanları da kapsar

Meselenin toplumdaki genel siyasi eğilimlerin bir parçası olduğuna dair bir başka gösterge de şu ki, hayvanlara yaklaşım ile öteki veya yabancı olarak görülen insan gruplarına yaklaşım arasında benzerlikler, paralellikler var. Örneğin, kolektif cezalandırma isteği. Yani, eğer hedef aldığınız hayvan veya insan grubunda bazı yanlışlar, sorun yaratan, zarar veren bireyler olduğunu gösterebilirseniz, bu size bu o grubunun tamamına istediğinizi yapma hakkı verir diye düşünen anlayış. Misal, bir yerlerde köpekler birilerine saldırıp yaralamışsa bu size tüm köpekleri yok etme hakkı verir veya bir yerlerde bir mülteci birine zarar vermişse bu size tüm mültecileri sürme, cezalandırma hakkı verir diye düşünmek. Sorunlu bir anlayış bu.

Türkiye’de insan-hayvan ilişkileri (bu yazıda konumuz o değil ama aynı şekilde insan-çevre ilişkisi) birçok kimse tarafından siyasi bir konu olarak algılanmasa da bir insan topluluğunun hayvanlarla ilişkisi, o toplumun siyasi düzeninin ve sisteminin bir parçasıdır. Hayvanlara gösterilen yaklaşım o toplumun siyasi karakterine, hangi ideolojinin baskın olduğuna dair bir göstergedir. Bunu, sokakta yaşayan ve ‘sahipsiz’ olarak nitelendirilen hayvanların katledilmesini içeren yasa teklifi hakkında süregelen hararetli tartışmalara atfen söylediğimi tahmin etmişsinizdir.

Malum, Türkiye sorunlarını kangren hâline gelmeden çözemeyen, kangren hâline geldikten sonra da ancak kesip atarak ‘çözmeyi’ düşünebilen bir ülke. Sokak köpekleri de buna tam uyan bir örnek oldu. Seneler boyunca alınması gereken, hatta yasada da yazılı olan tedbirler –insanlar tarafından– uygulamaya konmadığı için özellikle köpek popülasyonu genel olarak ama bilhassa belli mıntıkalarda çok fazla arttı. Bu da belli ki kimi yerlerde insanların güvenliğini tehdit eder hâle gelmiş. Sağlıklı bir toplum ve siyaset bu soruna veriler, akılcılık ve etik değerler çerçevesinde çözmeye çalışır. Türkiye’de ise soruna bu şekilde yaklaşanlar azınlıkta kalıyor. Bir kesim meseleyi romantize ederek sokak hayvanlarının herhangi bir sorun yarattığını inkâr etme eğilimi gösterir, bunun iktidarın ekonomik sıkıntılar ve fakirlik gündemini saptırma girişimi olarak nitelerken, sayıları birinci gruba göre daha çok gibi görünen (gerçekten öyle midir, söylemek zor) başka bir insan grubu ise âdeta gözleri dönmüş, kana susamış hâlde, hayvanların toplu olarak katledilmesinden başka bir ‘çözüm’ü, başka bir alternatifi duymak dahi istemiyorlar. İntikam almak ister gibi hareket ediyorlar.

Daha evvel söylediğim bir şeyi tekrar edeyim: Belli yerlerde artan köpek sayısı sebebiyle ortaya çıkan sorunları tüm sokak hayvanlarını külliyen imha ederek çözmeye her şeyden evvel hakkınız/hakkımız yok. Başka bir deyişle, böyle bir ‘çözüm’ün işe yarar olup olmadığı dahi tartışılamaz. Böyle bir şeye hakkımız olmadığını söylediğinizde kimileri hayvanların etleri, derileri vs. için insanlar tarafından toplu ve sistematik olarak katledildiklerini hatırlatıyorlar. Onların niyeti her ne kadar bütünlüklü bir sistem eleştirisi yapmak olmayıp, amaçları hayvan katliamına bahane bulmak olsa da evet, modern gıda sanayii de hayvanlara insanların hakkı olmayan zulümler yapıyor ve bu çoğumuzun aklına dahi gelmiyor. Gelgelelim, gıda endüstrisinin hayvanlara yaptığı zulüm, sokak hayvanlarının katledilmesine gerekçe veya ‘hafifletici sebep’ olamaz. 

Tüm bunların temelinde –semavi dinler tarafından da benimsenen ve yayılan– insan merkezcilik (antroposentrizm) var. Yani dünyanın (hatta evrenin) merkezine, mahluk-ı eşref olarak tanımlanan insanı koyarak diğer tüm canlı ve cansız varlıkları insana tabi kılan; onları insanın iyiliği, çıkarı, gelişmesi, zevki için yaratılmış araçlar veya kaynaklar olarak gören anlayış. Öyle olunca, her şey insan için varmış gibi kabul ediliyor. Mesela, bu tartışmalar sırasında duyduğumuz “Sokakta hayvan olmaz” sözü de bu anlayışın bir ürünü. Sağlığa ve diğer konulara dair tüm önlemlerin alınması, sayının sorun yaratacak duruma gelmemesi şartıyla sokakta neden hayvan olmasın? Kaldı ki sokakta hiç hayvan olmasın deniyorsa, demek ki sadece köpekler değil kediler de hedefte. (Kuşlar?) Ayrıca, hiç düşündünüz mü, sokak nasıl sokak oldu? Doğada ‘sokak’ diye bir şey var mı? İnsan çoğaldı, şehirler kurdu ve bir yeri ‘sokaklaştırdı’, diğer canlıları oradan sürdü. İnsanın her yeri zapt etme ve kendine tabi kılma isteği, yayılmacı saldırganlığının sonucudur tüm bunlar. 

Meselenin toplumdaki genel siyasi eğilimlerin bir parçası olduğuna dair bir başka gösterge de şu ki, hayvanlara yaklaşım ile öteki veya yabancı olarak görülen insan gruplarına yaklaşım arasında benzerlikler, paralellikler var. Örneğin, kolektif cezalandırma isteği. Yani, eğer hedef aldığınız hayvan veya insan grubunda bazı yanlışlar, sorun yaratan, zarar veren bireyler olduğunu gösterebilirseniz, bu size bu o grubunun tamamına istediğinizi yapma hakkı verir diye düşünen anlayış. Misal, bir yerlerde köpekler birilerine saldırıp yaralamışsa bu size tüm köpekleri yok etme hakkı verir veya bir yerlerde bir mülteci birine zarar vermişse bu size tüm mültecileri sürme, cezalandırma hakkı verir diye düşünmek. Sorunlu bir anlayış bu.

Velhasıl, demokratik yaşam kültürü hayvanları da içeren bir anlayıştır ve hayvanlara muamele şekli toplumların demokrasi skalasında bulunduğu yere dair bir göstergedir.