OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Türk’e durmak yaraşmaz”

Bir spor müsabakasında Gürcistan’ın yenmenin ‘Türk’ün gücü’yle bir ilgisi olmadığı gibi, bir sonraki maçta Portekiz’e yenilmek de ‘Türk’e leke’ değil. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye millî takımı, yurtdışı doğumlu oyuncuların sayısının yüksekliği bakımından ikinci sıradaymış. Takımda oynayan oyuncuların çoğunluğu yurtdışında doğmuş ve futbol eğitimini yurtdışında almış. Demek ki, mesele içinde doğduğun millî kimlik veya ‘damarlarındaki kan’ değil, nasıl yetiştiğin, nasıl yetiştirildiğinmiş.

Avrupa Futbol Şampiyonası devam ediyor ve benzer durumlarda olduğu gibi, Türkiye’de zaten her daim belli bir seviyenin altına düşmeyen milliyetçi havayı ve hamaseti yükseltiyor. Türkiye’nin ilk maçı olan Gürcistan karşılaşmasında Gürcistan’ın millî marşı ıslıklandı, galibiyet üzerine futbolcular ve ‘vatandaşlar’ sosyal medyada “Türk’ün gücü”yle ilgili paylaşımlarda bulundular, Dortmund’da binlerce kişi mehter marşıyla yürüdü vs. Tüm bunlar aynı zihniyet dünyasının, aynı haletiruhiyenin çıktılarıdır. 

Şüphesiz, milliyetçilik Türklerin veya Türkiye’nin icat ettiği bir şey değil. Tarihsel olarak Batı’dan ithal. Fakat, şu bir gerçek ki kendine buralarda çok bereketli topraklar buldu, çok derinlere kök saldı ve takriben 150 yıldır ürün vermeye devam ediyor. Bugün milliyetçiliğin yükseldiği tek ülke de Türkiye değil. Fakat tüm bunlar ortada bir sorun olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Malum, Türkiye’de çok yaygın bir alışkanlık, hatta belki refleks şu ki ne zaman ülkedeki bir sorundan veya yanlış bir tutumdan, uygulamadan bahsetseniz hemen “bilmem nerede de böyle” ‘savunma’ları gelir. Böylece, buradaki sorunun sorun olmadığı, her şeyin normal olduğu ispatlanmaya çalışılır. Tabii ki öyle değildir. Başka yerdeki sorun veya yanlışlık, buradakini ortadan kaldırmaz. Milliyetçilik bir sorundur, başka ülkede olduğu gibi Türkiye’de de.

Ayrıca, milliyetçilik birçok ülkede var ama her toplumun milliyetçiliğinin diğerlerinden bazı nicelik ve nitelik farkları var. Nicelik farkı derken, örneğin, bir ülkede milliyetçi partilerin oyları bir gösterge olabilir. Bir ülkede yüzde şu kadar alırken bir diğerinde yüzde bu kadar alabilir. Nitelik farkları ise milliyetçi zihniyetin millî kimliği tanımlayışı, konumlandırışıyla ilgili içerikte ortaya çıkar.

Mesela Türkiye’de insanlar daha konuşmayı öğrenmeden milliyetçi hamaseti, aslında ‘dünyaya bedel’ olduklarını, bir zamanlar olduğu gibi ‘cihan hâkimiyeti’ni bugün de hak etmelerine rağmen kendileri dışındaki herkes onların düşmanı olup, kalleşçe hileler yaptıkları için cihan hâkimi olamadıklarını öğrenirler. Böylece ‘hükmetme hakları’ diğerleri tarafından çiğnenmiş olur, mağdur olurlar. Bununla ilgili çeşitli komplo teorileri üretilir ve zaman zaman popüler düzlemde tekrar edilir.

Hemen aklıma gelen iki örnek, geçen seneye yani Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümüne kadar ara ara alevlenen ‘Lozan’ın gizli maddeleri’ şayiası ve aslında Türkiye’nin çok yüksek miktarda ve değerde bor madenine sahip olduğu ama uluslararası güçler tarafından çıkarılmasına izin verilmediği iddiası. Bunların hepsi ‘millî yükseliş’in önüne set çekmek için dış dünya tarafından düzenlenmiş oyunlardır. Bu tür her şehir efsanesinin kendine has bir ömrü, kullanım süresi vardır; kimi daha kısa, kimi daha uzun yaşar ama ‘komplo sepeti’ hiç boş kalmaz. 

Böyle bir yaklaşımla yetiştirilen nesiller, diyelim ki uluslararası bir spor turnuvasına sadece bir spor turnuvası, bir oyun olarak bakamazlar. Her şey kendileri dışındaki dünyayla yaptıkları hâkimiyet mücadelesinin bir parçası, o hâkimiyete giden yola konacak bir taş olur, onu engelleyecek herkes de düşman. Bu anlayışın gözünde dünya ‘biz ve diğer herkes’ olarak bölünmüştür ve o ‘diğer herkes’ hiçbir konuda anlaşamasa bile Türklüğe düşmanlık konusunda anlaşır ve çalışır.

Bir spor müsabakasında Gürcistan’ın yenmenin ‘Türk’ün gücü’yle bir ilgisi olmadığı gibi, bir sonraki maçta Portekiz’e yenilmek de ‘Türk’e leke’ değil. Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye millî takımı, yurtdışı doğumlu oyuncuların sayısının yüksekliği bakımından ikinci sıradaymış. Takımda oynayan oyuncuların çoğunluğu yurtdışında doğmuş ve futbol eğitimini yurtdışında almış. Demek ki, mesele içinde doğduğun millî kimlik veya ‘damarlarındaki kan’ değil, nasıl yetiştiğin, nasıl yetiştirildiğinmiş.

Bunu söylemek bile zül belki ama gelin görün ki Türkiye’de milyonlar bu anlayışa hâlâ çok uzak. Ayrıca, insanın kendi tercihi olmayan, doğunca kendini içinde bulduğu millî kimliğiyle gurur duyması mantıksızlık olduğu kadar bir nevi aciz ve zavallılıktır. Ancak hayatta kendi eseri veya tercihi olan, gurur duymasına vesile olacak başka bir şeyleri olmayanlar, ellerine tutuşturulan bir kimlikle gurur duyarlar. Bu, Türkler için böyle olduğu gibi herkes için de böyledir.