Diyelim, Türkiye’de bir üniversite veya akademisyen yurtdışındaki başka bir üniversiteyle işbirliği içinde Türkiye’de bir anket çalışması yapsa, bu düzenlemeyle pekâlâ suç kapsamına alınabilir. Bu örnek için, “Canım, o kadarını da yapmazlar artık” diyorsanız –ki yaparlar, yapabileceklerini gördük– o zaman size şu örneği de verebilirim: Devlet görevlileri birilerine işkence yapsa ve Türkiye’deki insan hakları örgütleri bunu duyurmak için uluslararası insan hakları örgütleriyle işbirliği yapsa, bu düzenlemeye göre suç olabilir.
Otoriter rejimlerin karakteristik özelliklerinden biri ülkenin, halkın dış dünyayla ilişkisini, etkileşimini bloke veya en azından minimize etmektir. Bu tür rejimler, ülke dışından insanların, fikirlerin, yayınların ülkeye girişini kontrol altında tutmak ister. Tabii, içinde bulunduğumuz çağın teknolojik olanakları karşısında bu iletişimi tamamen kesmek mümkün değil belki ama ona sekte vurmak mümkün. Engellemeyi sadece iletişim, etkileşim olanaklarını teknik manada kesmek olarak düşünmeyin. İnsanları ve kurumları dış dünyandan muadilleriyle ilişkileri sebebiyle başlarına gelebileceklerle korkutmak, tehdit altında bırakmak veya dış dünyayla ilişkileri kitlenin gözünde şeytanlaştırarak hedef hâline getirmek de engelleme yöntemleridir. Türkiye’de son yıllarda yükselen ‘foncu’ yaftası, örneğin, böyle bir şeytanlaştırma biçimidir. Yaptığı iş için ülke dışından herhangi bir destek alan herkes bir anda sadece bunun için suçlu durumuna düşürülür. Hâlbuki, Türkiye’de örneğin Avrupa Birliği kurumlarından en büyük finansal desteği alan, devletin kendisidir.
‘Etki ajanı yasası’ olarak bilinen ve taslak aşamasında olan düzenleme de, dış dünyayla ilişkilerini kesmeleri için insanları yasa yoluyla korkutma girişiminin bir örneğidir. Bir anlamda halk düzeyindeki ‘foncu’ söyleminin yasaya yansıtılmasıdır. Bu düzenleme, TCK’ya yapılmaya çalışılan bir ek. Eklendiği bölümün başlığı da ‘Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’. Aslında yapılmaya çalışılan ekin içeriğiyle bölümün başlığı birebir örtüşmüyor. Taslağın 1. maddesinin başına “bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla” ibaresini eklemişler; doğrusu, bunun arkasındaki mantığı anlayamadım. Yapılmaya çalışılan ek, bölümün amacının ötesine geçiyor. Örneğin, bölümün diğer maddelerinde hep “gizli bilgi ve belgelerin elde edilmesine” atıf varken, yapılmak istenen ekte “araştırma yapmak” gibi çok geniş bir fiil suç sayılıyor. Ayrıca, bölümün maddelerinde “yabancı devletlerle işbirliği”ne atıf varken, bu ekle birlikte gene çok geniş ve muğlak bir “yabancı organizasyon” da işin içine ekleniyor. Taslak tam olarak şöyle diyor:
“Bu Bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda; a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar…hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir.”
Diyelim, Türkiye’de bir üniversite veya akademisyen yurtdışındaki başka bir üniversiteyle işbirliği içinde Türkiye’de bir anket çalışması yapsa, bu düzenlemeyle pekâlâ suç kapsamına alınabilir. Bu örnek için, “Canım, o kadarını da yapmazlar artık” diyorsanız –ki yaparlar, yapabileceklerini gördük– o zaman size şu örneği de verebilirim: Devlet görevlileri birilerine işkence yapsa ve Türkiye’deki insan hakları örgütleri bunu açığa çıkarmak ve duyurmak için uluslararası insan hakları örgütleriyle işbirliği yapsa, bu düzenlemeye göre suç olabilir. Düzenleme, “bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları”na atıfta bulunuyor. Şu veya bu devletin, şu veya bu organizasyonun ‘stratejik çıkarları’nın ne olduğuna kim, nasıl karar verecek? Örneğin, nedir İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) veya Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) stratejik çıkarları? Kendi beyanlarına göre, dünyada insan haklarının ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinin önüne geçmek. E, bu kötü bir şey mi? Yok, bunların amaçları hakkında kendi beyanlarını doğru kabul etmeyeceksek, birtakım komplo teorileriyle onlara ve onlarla işbirliği yapanlara gizli niyetler mi atfedeceğiz? Ayrıca, örneğin, Uluslararası Af Örgütü, İsrail’i resmen bir apartheid rejimi ilan edince makbul örgüt, Türkiye hakkında olumsuz bir şey söylerse ‘ajan provokatör’ mü olacak? Ya da mesela UNICEF, UNESCO gibi BM örgütleri de bu ‘yabancı organizasyon’ kategorisine dahil mi? Bu gibi örnekleri ve soruları sayfalar boyunca çoğaltabiliriz.
Şurası açık ki parokyal kasaba milliyetçiliği kafasının bir ürünü olan bu taslak yasalaşırsa Türkiye’deki otoriter rejimin kurumsallaşmasına bir tuğla daha eklenmiş olacak, gazetecilerin, araştırmacıların, akademisyenlerin, sivil toplum kurumlarının tepesinde sallanan Demokles’in kılıçlarına bir yenisi daha eklenecek.