Bu kararlar ne manaya geliyor? Gayet açık: 2015’te çözüm süreci iktidar tarafından bitirildikten sonra Erdoğan’ın MHP ve klasik devlet unsurlarıyla kurduğu ittifakın, ve o ittifakın siyasetini belirleyen zihniyetin, hâlâ Türkiye siyasetine ve hukukuna egemen olduğu anlamına geliyor. 31 Mart’taki seçim yenilgisine rağmen.
“Kobanê Davası” olarak bilinen, çözüm süreci döneminin Kürt siyasetçilerinin, süreç bittikten yıllar sonra siyasi bir intikam davası ile yargılanması sürecinde karar açıklandı. Zaten 2016’den bu yana hapiste olan Selahattin Demirtaş toplam 42 yıl, yine yıllardır hapiste olan Figen Yüksekdağ 27 yıl hapis cezası aldı. Türkiye siyasetinin çok partili döneminde neredeyse her iktidar devrinde hapse atılan Ahmet Türk de 10 yıl hapis cezası aldı.
Bu kararlar ne manaya geliyor? Gayet açık: 2015’te çözüm süreci iktidar tarafından bitirildikten sonra Erdoğan’ın MHP ve klasik devlet unsurlarıyla kurduğu ittifakın, ve o ittifakın siyasetini belirleyen zihniyetin, hâlâ Türkiye siyasetine ve hukukuna egemen olduğu anlamına geliyor. 31 Mart’taki seçim yenilgisine rağmen.
Evet 31 Mart Yerel Seçimleri’nden Özgür Özel-Ekrem İmamoğlu-Mansur Yavaş CHP’si birinci parti olarak çıkmıştı. AKP ilk kez ikinci parti oldu, siyasi hayatı boyunca. Bu da siyasi zeminin artık değişmeye başlayacağı yorumlarını, beklentilerini doğurdu doğal olarak.
Bu beklentiden sonraki ilk soru işareti, ya da çentik, CHP Genel Başkanı Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etme talebi oldu. Muhalif kamuoyundan genişçe bir çevreye göre buna hiç gerek yoktu, her şeyin ötesinde CHP’nin seçim galibiyeti atmosferini dağıtacak bir tablo çıkacaktı ortaya. Kimilerine göre ise siyasette böylesi temaslar yapılabilmeliydi, pek çok şey konuşulabilir olmalıydı: şeffaflık kaydıyla. Ben de ikinci görüşe yakındım. Öncesinde 1 Mayıs tuhaflığı yaşanmış olmasına rağmen.
Hatırlayalım, CHP 1 Mayıs’ta Saraçhane’den Taksim’e yürüme havası estirmiş, ancak polis barikatı olduğu yerde durunca, liderler bir açıklama yaptıktan sonra alanı terketmişti. Sendikalar açısından da sorgulanacak bir durum vardı elbette ama o konu zaten epey yazıldı çizildi, şimdi meselemiz bu değil.
Velhasıl, Özel-Erdoğan görüşmesi sonrasında oluşan ve kimsenin pek de inanmadığı “normalleşme-yumuşama” havasından sonra iki şey oldu: Osman Kavala’nın yeniden yargılanma talebi reddedildi, Kobanê Davası’nda Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’a toplam 72 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Başta da dediğimiz gibi, bu kararlar 2015 sonrası oluşan ittifakın kararlarıdır ve Kürt siyasetinin parlamentoda güçlü biçimde temsil edilmesine tahammül edemeyen, Kürt siyasetinin taleplerinin toplumda görünür olmasına katlanamayan zihniyetin kararlarıdır. Son dönemin en güçlü siyasetçisi Selahattin Demirtaş’ı siyasi rehine olarak hapiste tutma kararlarıdır.
İşin daha da ilginci, gayet kurmaca bir dava olduğu belli olan Kobanê Davası’nda HDP ve BDP’liler, iktidar tarafından, 6-8 Ekim olaylarındaki can kayıplarından sorumlu tutuluyorlardı. Ancak kararlarda bu ölümlerden sorumlu tutulmadılar. Beyanatları nedeniyle hapisteler.
Yeri gelmişken davayı da hatırlayalım. 2014’te IŞİD Suriye ve Irak’ın bir bölümünü bir anda ele geçirmişken Suriye’nin Türkiye sınırında, yoğun bir Kürt nüfusa sahip Kobanê’yi de kuşatmıştı. Erdoğan “Kobani düştü düşecek” nutukları atarken HDP kuşatmaya karşı bir protesto çağrısı yaptı. Zira IŞİD’in kenti aldığında nasıl bir gaddarlık yapacağı belliydi Sonuçta HDP ve Kürt siyaseti kitlesi sokağa çıkınca Hizbullah ve başka derin güçler ile karşılaştılar ve 50’ye yakın can kaybı yaşandı.
İşte çözüm süreci bittikten yıllar sonra AKP-MHP İttifakı buradan bir dava çıkararak çok sayıda Kürt siyasetçiyi hapse attı.
Sanıklardan biri de Sırrı Süreyya Önder’di. Mahkemede verdiği ifade hayli açıklayıcıydı:
“MYK toplantısı yapıldığı esnada ben o gün boyunca ve ertesi gün sabaha kadar İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın makamında bulunmaktaydım. O dönemdeki İçişleri Bakanı Efkan Ala ve Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu’na sorulması halinde, olayların engellenmesine yönelik heyet halindeki çalışmalarımız hakkında bilgi verebileceklerini değerlendirmekteyim. 9 Ekim 2014 günü Adalet Bakanı Başmüşaviri tarafından bana geceyarısı, yarım A4 kağıda Abdullah Öcalan tarafından el yazısı ile yazılmış, yaşanan şiddet olaylarının en kısa sürede bitirilmesine dair bir not iletildi. Ben de bu notu gecikmeksizin hemen o esnada Selahattin Demirtaş’a whatsapp üzerinden gönderdim. Daha sonra kendisi buna ilişkin bir basın açıklaması yaparak bu hususu kamuoyu ile paylaştı.”
Hatırlanacaktır, bu açıklamadan sonra olaylar durulmuştu. HDP ve BDP’li siyasetçiler işte arka planında bunların yaşandığı bir siyasi intikam davası nedeniyle yargılanıyorlar. Dün çıkan kararlardan sonra (o da hapiste olan) Selçuk Mızraklı dahil pek çok Kürt siyasetçi “Yok hükmündedir” yorumunu yaptı. Haklıdırlar, hukuki manada bu kararların bir karşılığı yok, ancak ne yazık siyasi olarak Demirtaş ve diğer siyasetçiler belli ki bir süre daha hapiste kalacaklar.
Erdoğan’ın AİHM kararları için kullandığı retorik şekliyle değil de, asıl meselemiz olan bu çerçeveden baktığımızda “Yok hükmündedir”in anlattığı ise esas olarak şudur. Türkiye’de siyasetçiler hapse atılırlar bir zaman sonra da hapisten çıkarılırlar. Bu kararlar tamamen siyasidir.
Siyasi hava değiştiğinde o kararlar gerçekten de "yok hükmünde" olur. Geriye sadece dönemin iktidar anlayışına muhalefet ettiği için aileleri ile birlikte yıllarca eziyet çeken insanlar kalır. Aysel Tuğluk , Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve niceleri gibi.