Kendi halkı da 100 yıldan biraz daha fazla bir süre önce soykırıma uğramış, çeyrek yüzyıl boyunca bu olayları araştırmış ve soykırım üzerine kafa yormuş biri olarak benim için, İsrail’in Gazze saldırıları –ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddet ve mülksüzleştirme eylemlerine Netanyahu hükümetinin gösterdiği müsamaha ve İsrail Ordusu ile polisinin verdiği destek– açıkça soykırımsaldır ve bu şekilde tanınmalıdır.
Her 24 Nisan’da Ermeniler, dünyanın pek çok yerinde, bin yıllık tarihlerindeki en yıkıcı olayı yani Osmanlı Türkleri tarafından yapılan 1915 soykırımını anıyorlar. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yılında, Sadrazam ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın liderliğindeki Jön Türk hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu tebaası yüz binlerce Ermeni’yi ve Süryani’yi katletme, zorla Müslümanlaştırma ve Suriye çölüne tehcir etme kararı aldı. Failler, bu Hıristiyan halkların Anadolu’da kendi bağımsız devletlerini kurmayı planlayan ve gizliden gizliye, Osmanlı’nın baş düşmanı Çarlık Rusyası’nın tarafını tutan, hain ve yıkıcı unsurlar olduklarını iddia ediyordu. Savaş sona erdiğinde, Türkiye’deki Ermenilerin yüzde 90’ı artık yoktu. Soykırımda katledilenlerin sayısına dair tahminler 800 binden başlayıp 1 milyonun epey üzerine kadar çıkıyor. Türkiye hükümetleri yüz yıldır ortada bir soykırım olmadığını, uğradıkları yıkımdan Ermenilerin kendilerinin sorumlu olduğunu iddia ediyor. Soykırımı tanımayı defalarca reddeden Amerika Birleşik Devletleri, nihayet iki yıl önce, 1915 olaylarının soykırım teşkil ettiğini resmen kabul etti.
Sıklıkla “suçların en büyüğü” olarak nitelendirilen soykırım, uluslararası hukukta ve popüler söylemde, bir halkın yok edilmesinin en kanlı örneği olarak Holokost’ta somutlaşan ve tüm sınıflandırmaları aşan bir ağırlık taşır. Konuya dair tartışmalar şu anda, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere karşı yürüttüğü savaş bağlamında şiddetlenmiş durumda. Hâlen, Güney Afrika’nın, bu savaşın soykırım olarak nitelendirilmesi için yaptığı başvuruyu değerlendirmekte olan Lahey Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’in, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere soykırım uygulanmasına yönelik doğrudan ve aleni teşvik ve çağrıları engellemek ve cezalandırmak için elinden gelen tüm önlemleri almasına hükmetmişti.
İsrail henüz bu hükmün gerekliliklerini yerine getirmiş değil. Uluslararası Af Örgütü, İsrail’in uyguladığı ablukanın savaş suçu teşkil eden bir toplu cezalandırma biçimi olduğunu ve Filistinlilere yönelik apartheid sistemini kalıcı hâle getirmek için kullandığı temel yöntemlerden biri olan bu uygulamanın da insanlık suçu teşkil ettiğini açıkladı.
Soykırım tanımı
Soykırım konusunda çalışan bir araştırmacı ve ‘Ancak Çölde Yaşayabilirler: Bir Soykırımın Tarihi’ başlıklı kitabın yazarı olarak, Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi’nde yer alan sorunlu soykırım tanımı üzerine epey bir düşünmüşlüğüm var.
Kendi çalışmalarımda soykırımı, Birleşmiş Milletler’in yaptığı tanıma uygun şekilde, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırma niyetiyle işlenen”, önceden tasarlanmış, kasıtlı bir suç olarak ele alıyorum. Soykırım salt, insanların katledilmesi –veya siyasi toplulukların yok edilmesi ya da ‘kültürel soykırım’– değildir; bir halkın toplu olarak katledilmesidir. Bu terimin ölçüsüzce, her türlü toplu katliamı tanımlamak üzere kullanılmasına hep karşı çıktım. Terimin, Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin tarafından bir araya getirdiği bileşenlerinin de (ırk ya da kabile anlamına gelen Yunanca ‘genos’ kelimesi ile öldürmek anlamına gelen Latince ‘cide’ kelimesi) işaret ettiği gibi, ‘jenosit’ yani soykırım, etnosittir. Kelimenin Almancadaki karşılığı ‘Völkermord’ (bir halkın katledilmesi), Ermenicedeki karşılığı ise ‘tseğasbanutyun’dur (bir etnik topluluğun ya da daha eski bir anlayışa göre, bir ‘ırk’ın katledilmesi). Dolayısıyla her soykırım, etnik ya da ulusal grubun çoğalmasını imkânsız kılma saiki taşıdığından, ‘cinsiyetli’dir. Soykırımın belki de en açık alameti, kadınların ve çocukların kasıtlı olarak öldürülmesidir.
Talat Paşa, 1915’te, Amerika’nın İstanbul büyükelçisi Henry Morgenthau’ya, kendisine bağlı kuvvetlerin, çocukları neden katlettiğini, sıradan bir şey söyler gibi, her şeyi ortaya koyan şu sözlerle açıklar: “Bugünün masumları yarının suçluları olabilir.” Yine Morgenthau’ya, bir başka görüşmelerinde, “Onlara yaptıklarımızdan sonra artık hiçbir Ermeni dostumuz olamaz” der. Soykırımcılar etnosit yaparken –Avustralyalı soykırım araştırmacısı Dirk Moses’ın tabiriyle– ‘kalıcı güvenlik’ elde etmeyi amaçlar. Soykırım failleri, kurbanlarını, ulaşmayı arzu ettikleri geleceğe dair varoluşsal bir tehdit olarak görür.
7 Ekim’den sonra
Hamas’ın, 1200 kişinin ölümüne sebep olan 7 Ekim saldırılarının üzerinden geçen yaklaşık yedi ay içinde, İsrail güçlerinin hava bombardımanları ve kara harekâtları sonucunda Gazze’de 14 bini çocuk olmak üzere en az 34 bin Filistinli öldü. Ölenlerin üçte ikisinden fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.
İsrail’i bu kitlesel katliamda kullandığı silahlar ve uçaklarla teçhiz eden, Amerika Birleşik Devletleri. ABD 7 Ekim’den sonra İsrail’e, her birinin ağırlığı 900 kiloyu aşan, yaklaşık 3000 bomba gönderdi. Bunlar, apartmanları ve mahalleleri yerle bir edebilen silahlar. The Washington Post gazetesinde yayımlanan bir haberde belirtildiği gibi, Biden, Mart ayının sonlarında, “Washington’ın, Güney Gazze’de yüz binlerce Filistinli sivilin hayatını tehlikeye atacak bir askerî saldırı olabileceği yönündeki endişelerine rağmen, İsrail’e milyarlarca dolarlık bomba ve savaş uçaklarının gönderilmesine sessizce onay verdi. Konuya aşina olan Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı görevlilerine göre, yeni silah paketinde 1800’den fazla 900 kiloluk MK84 bombası ve 500 adet 230 kiloluk MK82 bombası bulunuyor. 900 kiloluk bombalar, İsrail’in Gazze’ye yönelik askerî harekâtında daha önce yaşanan kitlesel kayıplarla ilişkilendirilmişti.”
Kongre, uzun bir sürüncemenin ardından, kısa süre önce, İsrail’e 26 milyar dolarlık ek silah yardımı yapılmasını onayladı.
Gazze’deki büyük yıkım karşısında dehşete düşen gençler ve Kongre’deki ilerici Demokratlar, Filistinlilerin davasına destek oluyor. Gazze’deki katliamların soykırım olduğunu düşünen gözlemcilerin sayısı git gide yükseliyor. Kendi halkı da 100 yıldan biraz daha fazla bir süre önce soykırıma uğramış, çeyrek yüzyıl boyunca bu olayları araştırmış ve soykırım üzerine kafa yormuş biri olarak benim için, İsrail’in Gazze saldırıları –ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik şiddet ve mülksüzleştirme eylemlerine Netanyahu hükümetinin gösterdiği müsamaha ve İsrail Ordusu ile polisinin verdiği destek– açıkça soykırımsaldır ve bu şekilde tanınmalıdır. Soykırım çalışmaları alanındaki bazı tanınmış isimler, ne yazık ki, İsrail’in yaptıklarını soykırım olarak nitelendirmekten çekindiler ve bu konuda direnç göstermek için inkârcılığa varan birtakım teknik ayrıntılara başvurdular.
Dünya, şu an sürmekte olan bir soykırımı naklen seyrediyor. Bir Ermeni olarak, Türkiye’nin inkârcılığının yüz yılının bir kısmına bizzat tanıklık ettim. Bir Amerikalı olarak, doğduğum ve yaşadığım ülkenin, hiçbir belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde soykırım olarak değerlendirilip mahkûm edilmesi gereken bu korkunç insanlık suçuna ortaklık ettiğini bilmenin getirdiği derin acıyı paylaşıyorum.
(Not: Bu yazı 25 Nisan’da, aylık The Nation dergisinin internet sitesinde yayımlanmıştır.)
(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)