NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

Tasarım… Ve fazla bir usta

Bir yeteneği daha var Bülent’in. Çağdaş dünyanın benim tanıdığım en verimli grafik tasarımcılarından biri olmasından başka. Harflerin efendisidir. Harflere, çoğu zaman Latin alfabesinden de öte takla attırır, onlara, olimpiyatlarda henüz keşfedilmemiş görevler, işlevler yükler.

O köşeyi şöyle bir döndüğünüzde
karşınıza tasarım çıkar.
Kalu beladan beri.
Bina tasarımı, mimari.
Kent. Kent tasarımı.
Kent nasıl büyüyecek.
Ana yollar. Yerleşim alanları.
Yeşil alanlar. Meydanlar.
Meydanlar. Yani kent ahalisinin buluştuğu,
buluşacağı yerler.
(Demek üstü çizilmeli, yok edilmeli*)

Benim gibi bütün bu konularda cahil 
biri bile, az biraz, azıcık düşününce
bunları bulur, bilir.

Peki, mahalleyi, caddeyi, sokağı, binayı
nasıl belirleyeceğiz?
Adları ne olacak?
Tayyareci Kemal Sokağı, tamam.
Çifte Gelinler Sokağı, peki.
Telli Odalar Sokağı da olur.
İyi de,  Melekgirmez Sokağı nerden almış bu adı?
Hadi diyelim öyle bir sokak var,
Melekgirmez Sokağı 2 ne oluyor?

İstanbul gibi, binbir rengi, karmaşası, çeşitliliği ile
insanan gönlünü kapan, aklını çelen bir kentten,
bunaltıcı, anlamsız, derbeder bir kaosa dönüştürülen kentte,
akıllı, düşünülmüş tek öge sokak tabelaları ise…
Bana öyle gelir.

İstanbul’da benim bildiğim 17 kapı var,
demek daha fazla.
Yani, demem o demek ki, 
Yüzbinlerce sokak, sayısız cadde, milyon bina.

Bülent Erkmen.
Demek nerede, ne zaman bir sokak tabelası görseniz,
sokağın adını veren o değil, ama tabelasını o koydu,
Onun tasarımı. Tutarlı. Aklı başında. Efendi.
Bir an düşünün, hiç abartmadan,
Aykut’un danışmanlığıyla Bülent İstanbul cadde ve sokaklarının
hem Evliya Çelebi’si hem vakanüvisi oldu. Bir bakıma.

Geçelim.

Bülent’in benim bunları yazmama ihtiyacı yok.
Benim var.

Bir de Ayşe var. Ayşe Erkmen.
Bu ikili bize hayal kurmanın, bilgi ve becerinin
ne olduğunu, neler yapabileceğini gösterir, öğretirler.
Hangisi hangisini etkiler, ilham verir, bilmem.

Geçenlerde Bülent’i görmeye gittim.
Üst üste 2 gün.
Bu kadarı fazlaydı.
Olsun. (Kimi sözsüz 40 yılı aşkın
çok görüşmeden yaşadık.
Üst üste 2 gün fazla mı? Değil.)

Bir de koli hazırlamış bana.
Kitaplar… dergiler… yayınlar..
Yükte de pahada da ağır
20-30 yayın.
Ve toplam 20-30 kilo.
Zaten koliyi de bana vermedi,
-malum, herkeste yaşlıya özen-
koli indirildi caddeye
genç bir çalışan tarafından.

Evde açıldı koli.
Saçıldı mı etrafa işler, tasarımlar, amblemler, logolar.
Dilek zaten Bülent’e hayran,
yumuldu hepsine birden.
Ben biliyorum bir bölümünü, birini seçtim içlerinden:
Söyleşi.

O nasıl bir kibir yarabbi!
Sorular sorulmuş Bülent’e
yanıtlar hep resimli tarih.
Türkçe sorulmuş sorular,
Yanıtlar tasarım diliyle…

Sanki sana verilmiş ev ödevi.
Çık çıkabilirsen işin içinden

Bir yeteneği daha var Bülent’in.
Çağdaş dünyanın benim tanıdığım en verimli
grafik tasarımcılarından biri olmasından başka.
Harflerin efendisidir.
Harflere, çoğu zaman Latin alfabesinden de öte
takla attırır, onlara, olimpiyatlarda henüz keşfedilmemiş
görevler, işlevler yükler. Bir müzik düzeni gibi,
yedi sesle nasıl bunlar oluyor, olabiliyor derken,
kaç harf varsa sırada onlarla, iri-diri, ufak-büyük,
kuru-kara, ortaya yepyeni bir hayal kurar yaratır.
Şaşırıp kalırsınız.

Çok, pek çok örneği var…

Biri aklımda.

Kaç yıl önce, hesapsız.
20-30.
Çağırdı beni, gittim.
Bir slayt-show hazırlamışlar.
Bülent ve Ali Üstündağ.
Ahmet Haşim üstüne tipografik bir şehrayin.
Bülent tasarlayan, Ali Teknisyen. Bayıldım.
Sade Ahmet Haşim’i sevdiğimden değil,
böyle bir yaratı nasıl ortaya konulabilmiş diye.
Hayret. Ve hayranlık.
Slayt-show işte. Her defasında yeniden kurgulanacak bir gösteri.
Yıl başlarında caddelerde, ramazanda minarelerde şehre sunulan
ışıklı gösterilerden öte.
Hala hayıflanırım, niçin böyle ‘işler’ kalıcı hale gelmez, getirilmez diye.

Ansiklopedi yayımlayacağız, her hafta bir fasikül.
Bülent fasikül kapağını tasarladı.
O tasarımla bir ödül de aldı.
Aldı o ödülü, bana getirdi, “Bu sende olmalı, sende kalsın,” dedi.
Muhtemeldir ki, masasında raflarında ödül konacak yer kalmamıştı.

İşte böyle.
Bir de, eli her işe, her şeye yeter, ulaşır.
Değerli, önemli bulduğu bir iş varsa, logo, amblem, kitap tasarımı,
afiş, pankart, esirgemez emeğini.
Başka, zengin, velud bir alemde yaşıyor olmalı ki,
bütün bunlara uzanır, zamanı yeter, eli değer.

Fazla mı oldu övgü?
Hayır. Değerlendirme az kaldı, yetersiz oldu.
Merhaba Bülent.
Bu topraklardan aleme sunduğumuz ender değerlerimizden biri.
Merhaba.

---------------------------

*İstanbul’da meydan kaldı mı?
Aksaray. Beyazıt. Beşiktaş. Taksim.
Şişli. Mecidiyeköy. Saraçhanebaşı…
Kalmadı.
Kalanlara ise girmek, toplanmak yasak.