Harutyunyan 1860’ta, Harput’un güneyindeki Tılgadin (Huylu, bugünkü resmî adı Kuyulu) köyünde doğmuş, genellikle gazete yazıları, gezi notları, oyunları ve kısa öyküleriyle tanınmıştır. Tılgadıntsi, gezi yazılarında Ermenilere ait mülklerin ve manastırların durumunu eleştirel bir bakış açısıyla aktarmakla yetinmez, günlük hayatın koşullarıyla ilgili detayları, felaketin gelişini, âdeta kehanette bulunur şekilde, etnografik bir incelikle sunar.
TAMAR GÜRCİYAN
Krikor Beledian’ın geçenlerde okuduğum “İmgeden Kayba: Harput Yazarları ve Taşra Edebiyatı” başlıklı makalesi (‘Tarihi Kentler ve Ermeniler: Harput’, ed. R. G. Hovannisian, çev. Z. Kılıç, Aras Yay., 2017) beni Tılgadıntsi’yle (Hovhannes Harutyunyan) ve onun gezi yazılarıyla tanıştırdı. Harutyunyan 1860’ta, Harput’un güneyindeki Tılgadin (Huylu, bugünkü resmî adı Kuyulu) köyünde doğmuş, genellikle gazete yazıları, gezi notları, oyunları ve kısa öyküleriyle tanınmıştır. Beledian, Tılgadintsi’nin Hayrenik ve Arevelk gazetelerinde yayımlanan gezi yazılarının edebî bir karakter taşıdığını söyler. Tılgadıntsi, bu yazılarda Ermenilere ait mülklerin ve manastırların durumunu eleştirel bir bakış açısıyla aktarmakla yetinmez, günlük hayatın koşullarıyla ilgili detayları da, Beledian’ın tarif ettiği gibi felaketin gelişini, âdeta kehanette bulunur şekilde, etnografik bir incelikle sunar. Zira bu gezi yazıları da felaketten önce başlayan göçlerin, boşalan köylerin ve yaşanan kayba verilen bir tepki niteliğindedir.
Bu yazıda Tılgadıntsi’nin 1890, 1892 ve 1893 tarihli “Datma vankı” [Tadem Manastırı], “Palu” ve “Cambu dbavorutyunner” [Yol İzlenimleri] başlıklı üç gezi yazısından hareket edeceğim. Söz konusu yazılar Harput çevresindeki köyler, manastırlar ve Palu şehri hakkında bilgiler içerir. Önce coğrafya ve peyzaj bizi hikâyenin içine davet eder. Palu iki dağ arasına kapanmıştır ve çatı gibi dar bir ufuk çizgisine sahiptir. Binalar birbirinin çatısına basa basa aşağı, Aradzani (Murat Nehri) kıyısına inerler. Aradzani, şehrin batısından, aşağı kısımlarını yıkayarak akar. Yazar böyle bir girizgâhın ardından Palu’nun hane sayısından mimarisine, ekonomik faaliyetlerinden yönetimsel sorunlarına, mevcut durumu gözlemleyerek ve kategorize ederek günlük hayatın kaydını tutar. Bu aktarım formatı, ülkesini terk eden Ermenilerin Ermeni mirasıyla ilgili tanıklıklarını konu alan önemli bir külliyat olan ‘Huşamadyan’ kitaplarının formatını âdeta önceler. Bu kitaplar kayıp olanı, metinler, fotoğraflar ve haritalarla yeniden inşa ederken, Tılgadıntsi mevcut olanı tasvir eder.
Tılgadıntsi’den, Palu çeşmesinin önündeki su kavgalarını, susuzluğu, üzerinde insan boyunu aşan devedikenlerinin yetiştiği, işlenmemiş verimli toprakları, köylünün gözünün daha ‘kolay’ bir yaşantı peşinde olup ‘bantukht’ [göçmen işçi] olma isteğini, bu nedenle köylerin giderek boşalmasını, Murat Nehri’nin aldığı sayısız canları, köylerdeki öğretmen azlığını ve yönetim sıkıntısını, manastırların bakımsızlığını ve daha birçok konuyu, âdeta topraktan ve sudan doğurttuğu, yerel bir Ermeniceyle dinleriz.
Tılgadıntsi, tarlalarda çalışan, manastırda hizmet eden, tavukları besleyen kadınları da anlatının arka planında işler. Palu’nun köy evlerinden bahsederken, kadınların o evlerde nasıl bir inatla çalıştıklarını da anlatır. Palu evleri taştan ve tuğladan yapılmış, düzensiz yapılardır, genellikle iki ya da üç katlıdırlar ve güneydoğuya bakarlar. Evlerin üst katları, düzensiz bir şekilde istiflenmiş kerestelerle, köşk şekline getirilmiştir. Odaların çok azı ahşapla döşenmiştir. Kadınlar duvarları ve yerleri, her gün ya da haftada bir, hayvan dışkısından ürettikleri bir sıvıyla ya da votka/rakı yapımı sırasında duttan arta kalan malzemeyle siler, kireç kullanarak cam gibi parlatır.
Atıktan temizlik maddesi üreten kadınlar sürdürülebilir, zor ve sebat gerektiren bir yaşam kurmuştur. Tatil yapmak bu hayat tarzının bir parçası değildir. Öte yandan, Tılgadıntsi yılda bir iki kez yaptığı uzun gezilere, kurucusu olduğu ve Vahan Totovents, Hamasdeğ, Rupen Zartaryan gibi, Kavar edebiyatının önemli isimlerini yetiştiren Harput Getronagan Lisesi’nin kapısını kapatarak çıkar. Aslında, Tılgadıntsi’nin bu izlenimlerini yazması, yola çıkmak için boş zaman bulabildiğini de ortaya koyar. Tılgadıntsi’nin Harput’taki hayat ritmi, yok olacağını sezdiği köy yaşantısının ritminden farklılaşırken, gözlem yapmasına ve gördüklerini arşivleyebilmesine de olanak sağlar. Bunu yaparken, bir tür farkındalıkla, yok olmak üzere olanın kaydını tutar. “Yol İzlenimleri”nde Abdul-Mseh Manastırı hakkında şu satırları yazarken, bir şeylerin kaybolacağının farkındadır: “Yarım gün manastırda kalacağız, yakında gitmemiz gerektiğini söyleyen kimse yok, kendi halimize bırakıldık. Aylarca otursak bile asık suratla bize kapıyı gösterecek kimse yok. Başrahip ölmüş, rahibin kardeşi de ölmüştür ve bu ölümlerden sonra ölme sırası manastıra bırakılmıştır.” Bu öngörü gerçekleşmiş, Mastar Dağı’nın eteklerindeki manastır 19. yüzyıl sonlarında, Tılgadıntsi’nin ziyaretinden kısa bir süre sonra yıkılmıştır.
Bu yazılar Tılgadıntsi’nin gözünden bu yerleri keşfetmemizi sağlarken, mimari kalıntılara bakışımızı da değiştirir. Bu mekânlardaki yaşam formu hakkında edindiğimiz bilgiler, yeni tasarılar inşa etmemize olanak sağlar. Öte yandan, Tılgadıntsi’nin kaybolacak olanı belgeleme çabası, bugün kaybolanın arkeolojisine dönüşürken, arta kalanın korunması için verilmesi gereken amansız mücadele de bize miras kalır.