2024’e kaldığımız yerden başladık. Zaten başka ne olacaktı ki? Sadece yıl değişti diye sihirli değnek dokunacak değildi ya hayatlarımıza.
Yeni gerilim alanımız hilafet. Bu da nereden çıktı derseniz, malum, seçim var, AKP açısından, toplumu kutuplaştıracak her şey tedavüle sokulabilir. Süper Kupa (eski adıyla Cumhurbaşkanlığı Kupası) finalinin Suudi Arabistan’da yapılmak istenmesiyle fitil ateşlendi. Geçen yılın lig ve kupa şampiyonlarını karşı karşıya getiren bu maç, yeni lig sezonunun ortasına gelmemize rağmen hâlâ yapılmamış, yılbaşına iki gün kala Suudi Arabistan’da yapılmasına karar verilmişti. Fenerbahçe ve Galatasaray, S. Arabistan’ın vereceği paranın yüzü suyu hürmetine, gönülsüzce de olsa bu projeye evet dediler.
Ancak işler planlandığı gibi gitmedi. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın sahaya pankartlar ve Atatürk tişörtleriyle çıkma talebi, S. Arabistan makamlarınca kabul görmedi ve takımlar maçı yapmadan geri geldiler. Teknik olarak maç ‘ertelenmiş’ durumda, ne zaman yapılacağı belli değil. Nerede yapılacağı da belli değil. Saçma biçimde başlayan olay yine saçma biçimde devam ediyor.
Ancak S. Arabistan makamlarının bu tutumu, bilhassa 29 Aralık gecesi yani her şey belli olduğunda televizyonlarda ve sosyal medyada büyük bir tepki dalgası yarattı. Atatürk ve cumhuriyet sahiplenildi, sanatçılar, kurumlar paylaşımlarda bulundu, takımlar sabaha karşı taraftarlarınca havaalanlarında coşkuyla karşılandı.
Ve sonra siyaset devreye girdi. AKP ve Erdoğan huylanmıştı. Yeni bir laik ‘kalkışma’ mı gündeme getirilmek isteniyordu? Üstelik Fenerbahçe’nin başkanı da Koç ailesinden Ali Koç iken... Acaba mı? Hele ki CHP de Futbol Federasyonu’na ve iktidara alabildiğine yükleniyorken? Bir iki günlük tereddütten sonra AKP medyası bu şüpheleri, daha doğrusu kanaatleri dile getiren yayınlar yapmaya başlamıştı. Erdoğan da geç kalmadı ve “Burada Türkiye’ye ve Türkiye’nin çıkarlarına yönelik sinsi bir operasyon, çok açık bir sabotaj girişimi vardır” dedi.
Erdoğan şöyle devam etti: “İslam düşmanlığına ve yabancı karşıtlığına varan bir furyayla karşı karşıyayız. Muhalefet aktörleri de gündeme gelmek uğruna maalesef bu mülevves, bu pespaye, bu son derece tehlikeli nefret siyasetine gönüllü figüranlık yapmaktadır. Bu nefret dalgasının Türkiye'ye yatırım yapan, deprem felaketi dâhil zor zamanlarımızda yanımızda olan, ülkemizin en önemli ticari ortakları arasında yer alan kardeş ülkeleri hedef alması asla tesadüf değildir.”
Hatırlayalım, S. Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda bir gazeteci (Cemal Kaşıkçı) vahşi biçimde öldürülmüş, iktidar çevreleri Riyad rejimini önce yüksek perdeden eleştirmiş, sonra da konu birdenbire kapanmıştı. Birkaç milyon Euro uğruna Süper Kupa maçı yapılan yer, bu ülke.
Konumuz elbette Araplar ve Arap düşmanlığı değil. Konu, S. Arabistan rejiminin neden bu kadar makbul olduğu, Türkiye’nin ne tür rejimlere muhtaç hâle geldiği.
Konu böyle bir boyut kazanmışken 1 Ocak’ta da İslamcı çevreler Galata Köprüsü’nde İsrail’i protesto etmek için bir miting yaptılar. Mitingden sonra, yeşil bir tevhid –ya da hilafet– bayrağı taşıyan bir kişi, yumruklandı. Ve yumruk atan kişi hemen tutuklandı. Yumruklamak elbette tasvip edilemez. Ancak bu tutuklama kimi çevrelerce ağır bir karar olarak yorumlandı ve laik çevreler, S. Arabistan için hükümet çevrelerinin tepkilerini de hatırlayarak “Hilafet mi geliyor?” şüphelerini ve tepkilerini açıkça dile getirmeye başladılar. Bu arada Fatih Altaylı hakkında da konuya dair yorumu nedeniyle soruşturma başlatıldığını hatırlatalım.
2024’e böyle girdik velhasıl. AKP şimdi bu kutuplaşmanın ne kadar işine yarayacağına bakacak muhtemelen. Eğer buradan seçime doğru bir oy artışı geleceğini öngörürse ya da Ekrem İmamoğlu’nu bir de bu yolla sıkıştıracağını hesaplarsa, bu gerilim daha da sürecek. Yok, buradan bir fayda gelmezse, 2024’e muhtemelen tekrar eski kampanyalar ve –Can Atalay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş örneklerindeki gibi– hukuk dışı uygulamalarla devam ederiz.