YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

AB ile ilişkiler ve ‘körlük’

AB'ye mektup gönderen aralarında TOBB, TÜSİAD ve İKV’nin de bulunduğu 17 örgüt, “Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin hızlandırılması konusu aciliyet arz ediyor” demişler. İyi etmişler de, hükümete benzer bir mektup gönderip, asgari demokrasi, insan hakları kurallarına uyulmasını tavsiye etseler herhâlde daha iyi olurdu. Neyse, bu AB rüzgârı meselesi tavsamaya başlarken ve hükümetin demokratikleşme konusunda olumlu bir adım atmaya niyeti olmadığı belli olmuşken, bu kez Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir açıklama yaptı.

Türkiye’nin, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine onay verdiği görüşmelerde, ülkemizin AB üyeliği konusu da gündeme gelmiş, İsveç, özetle ifade edecek olursak, Türkiye’nin AB üyeliğine destek vereceğini söylemişti.

O günlerde medyayı da bir heyecan sarmıştı. Acaba Türkiye’nin AB üyeliğinde bir ‘hareketlenme’ olacak mıydı? Öyle ya, hükümet bir taviz vermişti, karşılığında da bir taviz pekâlâ alabilirdi.

Bu havayı AB yetkilileri kısa sürede dağıttılar ve NATO üyeliği ile AB üyeliğinin birbiriyle bağlantılı konular olmadığını net bir dille ifade ettiler. (Örneğin, AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor’un açıklamaları gayet netti.) Ayrıca Türkiye’deki demokrasi eksikliğine ve hak ihlallerine de dikkat çektiler. Bunlar yerinde uyarılardı, zira Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimler siyasi gerekçelerle yıllardır hapiste tutuluyor, üstelik AİHM kararlarına rağmen. Gezi Direnişi gerekçesiyle tutuklananlar da bir yılı aşkın süredir cezaevinde. Özgür basın üzerindeki baskılar da cabası. Hâl böyleyken Türkiye’nin AB üyeliğinden bahsetmek zordu.

Yine de bazı kurumlar bu hava içinde kalmayı tercih ettiler. Mesela iş dünyasından bazı örgütler... (‘İş dünyası’ medya dilinde ‘işverenler’ anlamına geliyor, biliyorsunuz.)

AB Dışişleri Temsilcisi Borrell ve AB Genişleme Komiseri Várhelyi’ye bir mektup gönderdiler. Aralarında TOBB, TÜSİAD ve İKV’nin de bulunduğu 17 örgüt, “AB genişleme sürecinin yeniden canlanma sürecinde olduğu dikkate alınırsa, bu kapsamda Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin hızlandırılması konusu da aciliyet arz ediyor” demişler.

İyi etmişler de, hükümete benzer bir mektup gönderip, asgari demokrasi, insan hakları kurallarına uyulmasını tavsiye etseler herhâlde daha iyi olurdu. Ya da, diyelim ki demokrasi, insan hakları gibi sorunları pek önemsemiyorlar, en azından ekonomi politikalarında biraz daha ‘katılım’ talep edebilirlerdi.

Benimki de laf tabii. Şu ortamda bu örgütlerin hükümete ‘tavsiye’de bulunması mümkün mü? Yani, mümkün tabii ama kolay mı? Değil. Bu örgütler Erdoğan’ın ya da Bahçeli’nin ciddi bir fırçasıyla (belki daha fazlasıyla) karşı karşıya kalacaklarını biliyorlar. Ancak, önce kendi evine bakmadan AB’ye mektup yazmanın bir anlamı yok.

Neyse, bu AB rüzgârı meselesi tavsamaya başlarken ve hükümetin demokratikleşme konusunda olumlu bir adım atmaya niyeti olmadığı belli olmuşken, bu kez Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bir açıklama yaptı. 14. Büyükelçiler Konferansı’nın açılış töreninde konuşan Fidan şöyle dedi:

“Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin akamete uğratılmış olması stratejik körlüktür. Yeni dönemde Türkiye - Avrupa Birliği ilişkilerine vizyoner bir bakışla yaklaşılması ve sürecin tam üyelik perspektifiyle canlandırılması önem arz etmektedir. Türkiyesiz AB’nin küresel bir aktör olamayacağını buradan bir kez daha vurgulamak istiyoruz.”

Açıkçası, burada stratejik bir körlük varsa, o da iktidarın son yıllardaki politikalarından kaynaklanıyor. Kürt meselesinde 90’ların baskıcı politikalarını benimsemek, kalan demokrasi kırıntılarını da yok etmek, demokratik protesto hakkı için sokağa çıkanları çoğu zaman sürükleyerek gözaltına almak, insanları siyasi gerekçelerle hapse atmak, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Cumartesi Anneleri’ni Galatasaray Meydanı’na çıkarmamak, ağaçları, ormanları için mücadele edenleri hedef göstermek bu iktidarın marifetleri.

Hükümet belli ki AB meselesinde bunların gözardı edilmesini bekliyor ve istiyor. Bir zamanlar “Eğer bizi almazlarsa Kopenhag kriterlerini Ankara kriteri yapar yolumuza devam ederiz” diyen AKP, şimdi “stratejik dengeler” içinde, baskıcı politikalarından hiç taviz vermeden AB’ye üye olmayı bekliyor, bununla da yetinmeyip “Türkiye’siz AB küresel bir aktör olamaz” diyor.

Tüm bunlar olurken, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş altı yılı aşkın süredir hapiste. Şöyle diyeyim, 12 Eylül Darbesi sürecinde bile, 1986-87 yıllarında tahliyeler artık başlamıştı. Darbe hukuku bile aşılmış vaziyette.