Anılarla birleşen mekanların kaybı sızlatıyor insanın kalbini. Ötesi soğuk bir duvar belki ama şu geçen 10 yılda yok ki Antakya’nın değmediğim köşesi…
Hatay havalimanında pistteki sorunlar sebebiyle uçuşlar yapılamıyor. Bir de mevsim itibariyle hava fazla rüzgarlı olunca uçakların iniş ve kalkışları mümkün olamıyor. Kısacası Hatay’a niyetli her rota Adana’da sonlanıyor. Biz de öyle ulaştık memlekete.
Podcast hazırlığı için gelen Nyree, Kuhar ve Geremy ile birlikte yolculuk yaptık. Nyree ve Kuhar Ermenistan’dan, Geremy Amerika’dan gelmişti. Amaçları deprem sonrasında köy ortamını görmek ve Nyree’nin aile hikayesinin peşine düşmekti. Nyree’yi size tanıtmaya niyetliyim ama öncesinde biraz daha Antakya konuşmaya ihtiyacım var…
Bu ekiple birlikte dolu dolu beş gün geçirdik. Bazen hüzünlendik ağladık bazen eğlendik biraz da Antakya gezdik. Her gelenle Antakya’nın içini gezmeye bahane buluyorum. Bu kez Kurtuluş Caddesi, Saray Caddesi, Köprübaşı… Adım adım dolaştığımız hayalet şehrin ürküten ortamında herkes kendince bir yerlere baktı, tabii herkesin gördüğü de eminim ki bambaşkaydı. Bense her bir bina önünde bıraksalar saatlerce durabilirdim.
Yıkık binalardaki perde hakimiyeti çok enteresan bir ayrıntı. Her zaman binaların yıkılmış duvarlarından bakıp bir yaşam belirtisi arıyor gözlerim. Bazen kalmış birkaç eşya, bazense hiçbir şey… Çoğunlukla sadece perdeler sallanıyor. Sonsuz bir sessizlik, perdelerin bu kadar anlamlı olabileceğini düşünmemiştim daha önce. Oysa ki bir evin yuva oluşundaki son dokunuştur perde. Ve şimdi yok olmaya direnen en sembolik eşya… Eminim nasıl özenle asılmıştır pencereye, evler kışa temizlenirken…
Bir de balkonlarda bakımsızlıktan kurumuş çiçekler var. Apartman insanının yeşille özlem giderdiği saksı çiçekleri. Balkonlarda kalakalmışlar öylece. Susuz, bakımsız, kupkuru…
Sokaklarsa çok boşluk. Binalar kalkınca her sokak bir olmuş. Hangi yoldan nereye gidilirdi karışıyor kafalar. Toz, moloz, rüzgar ve yine toz… Genziniz yanıyor.
Saray Caddesi’nin girişindeyim. Hatay’ın en sosyal caddelerinden. Küçük bir İstiklal Caddesi gibi düşünün. Gün içinde on binlerce kişinin gelip geçtiği. Ama maalesef beş aydır giriş imkansız. Oralarda çokça tarihsel kültür varlığı niteliğinde yapı bulunduğundan hayat 6 Şubat 04.17’de kalakalmış. Beş aydan beri hiçbir taş yerinden oynatılmamış. Düşen düştüğü yerde… Binaların üzerindeki tabelalarda “Tarihi Kültür Varlığıdır İzinsiz Müdahale Edilemez” yazıyor. Çünkü o binaların kaderlerine uzmanların çalışmalarıyla karar verilecek.
Enkazlar üzerinden atlayıp tırmanarak cadde üzerinde gezmek olası ancak.
İlk önce gözüme Leban Teras tabelası takıldı. Ne ünlüydü… Tabela durduğu yerde sokağı tam orta yerinde ama bina durduğu yerde değil maalesef. Şehri gezmeye gelen turların uğrak mekanıydı Leban. Vedat Milor’un da gözde mekanlarındandı: “Leban, Antakya’nın en eski restoran işletmecilerine ait. Yoğurtçu Ailesi bu işi 90 senedir yapıyor. Şu anda 3. kuşak tarafından işletiliyor ve 4. kuşak da yolda. Bence en iyi humusun adresi Leban. Formülü şu: gerçek nohut kullanacaksınız. Ancak iyisi ve ince kabuklusu olacak...” yazmıştı ziyareti sonrasında.
Sonra yerde savrulmuş biletlere takılıyor gözlerim. Antakya’nın sosyal hayatının kalbi burada atardı. Konserler, organizasyonlar, canlı müzik mekanları, kafeler ve pek tabii gençler… Yerdeki biletler her organizasyondaki bilet temin noktası olan Saray Saatçilik’e ait olmalı. Buradaki her bir detay 6 Şubat 4.17’deki gibi. Üstünden onca kış, onca güneş geçmiş ve öylece duruyorlar.
Sokağın devamında Protestan Kilisesi vardı. Fransızlar döneminde elçilik ve Fransız Bankası olarak kullanılmış, 2000 yılında ise Güney Kore Kwong Lim Metodist Kilisesi tarafından Protestan Kilisesi olarak tanınmış. Kilisenin giriş kapısı üzerindeki Türkçe, İngilizce ve Kore dilinde yazılmış plakette, Haziran 2000’de açıldığı yazılıydı. Bina kullanılmaz durumda…
Altıkapı Antakya var bir de tam sokağın köşesinde, hem restoran hem oteldi. Adını da şehrin Büyük İskender tarafından fethinden sonra dış tehlikelere karşı güvenliğini sağlamak amacıyla çevresine inşa edilen surların çeşitli yerlerinde şehre girmek için açılan altı kapısından alıyordu. Bina epeyce harap umarım toparlanabilir.
Caddenin giriş tarafında Ata Koleji var, anlatmadan geçemeyeceğim. 1900’de inşa edilen, 1962’de okul olan bina, Antakya’nın ilk özel okuluydu. Şimdilerde şehirde bolca kolej olsa da bu okul çok özel ve ilkti. Antakya’nın pek çok tanınmış ismi buradan mezun olmuştu. Şimdi darmadağın…
Yapımına 1900’de başlanan bina 1908’de kullanılmaya başlamış. Suriyeli devlet adamı Rıfat Bereket tarafından yaptırılan bu binanın mimarisi, İstanbul’daki saraylar ve büyük konakların minyatür bir şekli gibi. Rıfat Bereket 1908’de öldüğü zaman, bina varislerine kalmış. Rıfat Bereket’in sağ iken bu konakta hiç kalamadığı söyleniyor.
Ve şimdilik son bahsedeceğim bina, Liwan Otel… Burası Suriye’nin ilk Cumhurbaşkanı Suphi Bereket ve ailesinin konutu olarak yapılmış. 1920’li yıllarda “Eklektik Mimari” tarzında Şekip Nakip tarafından inşa edilmiş olan bina bu türdeki yapıların en iyi örneklerinden birisi.
Bir dönem “Fransız Rezidansı” ve ”Hususi Muhasebe” olarak da kullanılmış olan bina balkonlu olarak tasarlanmış, taş tonozlar ve kemerler kullanılmış. Antakya siluetinin bu güzel yapısı
Hüseyin Pehlivan tarafından satın alınmış ve 2005 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları binanın tarihsel dokusu değiştirilmeden tamamlanmış ve Ekim 2008 de otel olarak Antakya turizmine kazandırılmış.
Benim için çok özel çünkü İstanbul’dan buralara gelin gelirken benim evim olmuştu Liwan. Tüm misafirlerim orada kalmış ve ben Liwan’dan gelin olup çıkmıştım.
Anılarla birleşen mekanların kaybı sızlatıyor insanın kalbini. Ötesi soğuk bir duvar belki ama şu geçen 10 yılda yok ki Antakya’nın değmediğim köşesi…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Hatay ve özellikle de Samandağ’da katkıda bulunduğu deprem sonrası çalışmaları için 26 Haziran’da Hatay’a geldi. Ziyaret duraklarından biri de Vakıfköy oldu. Çünkü Vakıfköy’deki konteynır alanının alt yapısı da onu destekleriyle tamamlanmıştı. Köy kah vesinde halkla bir araya gelen İmamoğlu, bizim kadın kooperatifinin yaptığı reçelleri tadınca hemen bir canlı yayınla duyurmak istedi herkese. Desteğin her türlüsü o kadar kıymetli ki.