Vakıfköy Türkiye’nin son Ermeni köyü olsa da kendi kültürü olan, özel bir bölge. Evet, dili Ermenice ama Musadağ Ermenicesi yani ‘Kistınıg’. Köyün çocukları, depremden sonra, İstanbul’da ve diasporada konuşulan ve Kistınıg’dan çok farklı olan Batı Ermenicesini de öğrenmeye başladılar, Peki ya bundan sonrası? Herkes soruyor, “Temelli mi gidiyorsunuz?” diye. Cevabı henüz bilmiyoruz.
Bizim için İstanbul’a veda vakti geldi. Rotamız memleket, ya da sizin deyişinizle deprem bölgesi. Kadim kente, ‘Doğu’nun Kraliçesi’ne dönüyoruz.
Tike’nin elinde tuttuğu başak olmaya gidiyoruz.
Yunan mitolojisinde bir kentin talihini, genel olarak refahını ve kaderini belirleyen şans tanrıçasıdır Tike. Mitolojiye göre, Hermes ve Afrodit’in kızıdır. Helenistik çağın Ege kentlerinin madenî paralarında görüntüsüne sıkça rastlanır.
Roma İmparatorluğu’nun, İskenderiye ve Roma’dan sonraki üçüncü büyük kenti olan Antakya’nın da Tike’si vardır. Antakya’ya ait paralarda ve heykellerde betimlenmiştir; Hatay Arkeoloji Müzesi’nde de görebilirsiniz.
Elinde kentin zenginliğini ve bereketini simgeleyen bir başak demeti tutar. Başında kentin surlarını simgeleyen tacı, ayaklarının altında ise Asi Nehri’ni temsil eden bir erkek figürü vardır.
Yüzyıllar boyunca yaşanan depremler kentin surlarını yıksa da, Asi Nehri (eski adıyla Orontes) kente hep hâkim olmuş, kenti şekillendirmiştir. Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nin doğusunda doğar ve Samandağ’dan Akdeniz’e dökülür. Amik Ovası’ndan gelip, bir dağa ‘tırmandığı’ için, ters akıyor gibidir. Uzunluğu 556 km’dir; bunun 366 km’si Suriye’de, 98 km’si Türkiye’de, 40 km’si Lübnan’dadır; Türkiye-Suriye sınırının 52 km’sini oluşturur. Yani üç ülkeye hâkim bir nehirdir Asi. Kentin nehri bile çok kültürlü yani.
Gelelim şehrin bereketine…
Sadece biz (ben ve kızlarım) değiliz kente dönecek olanlar. Okulların kapanmasıyla, Mersin, Ankara, Muğla ve pek çok başka yerde dört aydır misafirlik yaşayan Antakyalılar yollara dökülecek. Hıristiyanlar, Müslümanlar, Aleviler, Sünniler… Kimi konteynerde kalacak, kimi yazlık evinde, kimi belki akrabalarının yanında. Ama herkes en azından bir kez daha deneyecek Antakya’da yaşamayı. Tike’nin elindeki başakta ifade bulan ve kentin çok kültürlülüğünden gelen bereket ve zenginlik, şimdi, kente dönüşlerle yeniden başlayacak.
Belki herkes kendi enkazını kaldıracak bundan sonra. Kent, birkaç kez misafir gibi gidiş-gelişimi saymazsak, yaşam alanım olarak dört ay önce bıraktığım kadar viran hâlde değil ama korkarım, ruhlarımız hâlâ dağınık. Çünkü şimdi rotamız yoksunluk; yeni hayat kurmak için başlangıç noktasına dönüyoruz. Bakalım neler yaşayacak, nasıl toparlayacağız hayatı?
Bir yerden başlamalı insan. Gidiş-gelişlerimde evimi toparlamaya çalışmıştım ama evin duvarlarını yeniden örüp eşyayı yerden kaldırmakla kurulamıyor yeni hayat. Yapabileceklerimizden başlayacağız işe; henüz yapamayacaklarımızı ise erteleyeceğiz mecburen, ve hayatımızı orada sürdürüp sürdüremeyeceğimizi zamanla göreceğiz.
Dönerken, biz artık o eski biz değiliz.
İstanbul’a geldiğimiz gün duyduğumuz tedirginlik yerini başka duygulara bıraktı elbette. Evlerin içinde duramıyorduk, yemek yerken hızlıca bitirmeye çalışıyorduk, biraz sonra yiyecek bir şey bulamayacakmışız gibi. Uyumamalıydık, bir deprem olursa kaçamayabilirdik. Kim bilir nasıl yıkılır bu evler diye düşünüyorduk, olabilecekler gözümüzde canlanıyordu. Betondan yapılmış hiçbir yapıya tahammülümüz yoktu. İlk iki ay boyunca, tüm önemli eşyalarımızı yanımda taşıdım. Her an başımıza bir şey gelebilirdi, hazırlıklı olmalıydık. Aradan dört ay geçti, zaman ilaç oldu bize, ve pek çok şey değişti.
Bardağın dolu tarafına baktık hep. İstanbul’da olmanın güzelliklerini de yaşadık tabii. Vakıfköy Türkiye’nin son Ermeni köyü olsa da kendi kültürü olan, özel bir bölge. Evet, dili Ermenice ama Musadağ Ermenicesi yani ‘Kistınıg’. Köyün çocukları, depremden sonra, İstanbul’da ve diasporada konuşulan ve Kistınıg’dan çok farklı olan Batı Ermenicesini de öğrenmeye başladılar, çat pat da olsa konuşabiliyorlar; yeni arkadaşlar da edindiler. Bense, eski arkadaşlarımla doya doya vakit geçirebildim.
Kızlarım dört aydır Karagözyan Okulu’nda eğitim görüyorlar; şüphesiz, bu okulda geçirdikleri günler, hafızalarından silinmeyecek, güzel izler bıraktı.
Peki ya bundan sonrası? Herkes soruyor, “Temelli mi gidiyorsunuz?” diye. Cevabı henüz bilmiyoruz. Bizimki, birçoklarınınki gibi, bir ‘memlekete dönüş’ denemesi. Her şey, yazın nasıl geçeceğine bağlı. Bir araya gelip, yoksunlukları giderebilecek miyiz? Kaldığı yerden devam etmesi imkânsız, ama başlangıç noktasından devam edebilecek mi hikâyemiz? Bunu ancak yaşayarak görebileceğiz. Hayat geriden başlayacak, yavaş yavaş akacak. Ama 6 Şubat’taki kadar tedirgin değiliz artık. Biliyoruz ki Karagözyan, Dadyan, Getronagan, Sahakyan, Esayan, bizim çocukların da okulları. Biliyoruz ki Eylül ayında o okullardaki sınıflar bizim çocuklarımıza da kapılarını açacak. Bu, bize büyük bir güven veriyor. Dört aydır bizlere destek olanlar sayesinde güçlendik. İlk günden itibaren yanımızda duran herkese müteşekkiriz.