Burç Hamud, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un çeperlerinde bulunmasının yanı sıra, Ermeni diaspora toplulukları için diasporanın önemli bir merkezi sayılan bir yer. Gelgitlere rağmen inatla Ermeniliği yeniden üretmeye devam eden ve içinde bulunduğu çevreden farklı bir gerçeklik yaratan, itici bir güce sahip. Burç Hamud’un yarattığı bu gerçeklik, artık orada yaşamayanları dahi semte bağlıyor.
Fransız kimyager Antoine Lavoisier “Hiçbir şey yok olmaz, hiçbir şey yoktan var olmaz, her şey dönüşür” diyor. Lübnan’daki mahallelerimizde yaşadığımız tam da bunun vücut bulmuş hâli. Diasporada (özellikle de Beyrut’un Burç Hamud semtinde) hayatlarımız Ermenilerin tarihi anayurtlarında yaşadıklarının bir tür yeniden üretimi olageldi ve bu da kimliğimizin dayanağını oluşturdu. Yüz yılı aşkın bir süredir hâlâ toprağa ve köklere bağlı kalmaya, Ermeniliğimizin bileşenlerini yeniden üretmeye çalışıyoruz. Hiç görmediğimiz, ancak edebiyatın içinde bulduğumuz ‘kavar’ın (Ermeniler özelinde çoğunluğu köylü olan Ermenilerin yaşadığı tarihî memleket) toprağına, suyuna, havasına ve ateşine kilise, kültür, dil ve varoluş mücadelesiyle şekil veriyoruz.
Kısa süre öncesine kadar Burç Hamud’un yukarı tarafında pencerelere asılan üç renkli bayraklarıyla, aşağıda tavla oynayanlardan yükselen sesleriyle, kahve sohbetlerinde Ermenilerin son dakika haberlerini paylaşanlarıyla, Ermenice grafitilerle bezenmiş duvarlarıyla çevrili hayatımın sınırlarından dışarı adım atmayı hiç gerekli görmemiştim. Kimliğime dair tüm değerleri layıkıyla yaşayabileceğim imkânlara sahip olduğum bir yerde olduğumu düşünüyor ve buradan çıkmak istememeyi çok doğal görüyordum. Üç farklı mezhepten Ermeni kiliseleri, okullar, tiyatro salonu, kültür merkezleri, hemşehrilik dernekleri, klinikler, atölyeler, ve dahası, sadece Ermenilerin ikamet ettiği yerler... Kısacası, insanın ait olduğu kimliği ve onun en temel etmenlerinden anadilini yaşatmak için gereken her şey Burç Hamud’da vardı. Bunları söylerken, bu yazının amacının Burç Hamud’u romantize etmekten çok, orada kurulmuş olan farklı mekânsallık ve zamansallıkları anlamaya çalışmak olduğunu belirteyim.
Fransız filozof Michel Foucault, aynalar, gemiler, tiyatro salonları, hamamlar, hapishaneler gibi, dünyanın içinde bir nevi başka bir dünya var eden mekânları betimlemek için ‘heterotopya’ kavramını kullanıyor. Bu kavram, gerçekten var olan, fakat tersyüz edilmiş, karşı mekânlara işaret eder. Örneğin Burç Hamud, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un çeperlerinde bulunmasının yanı sıra, Ermeni diaspora toplulukları için diasporanın önemli bir merkezi sayılan bir yer. Gelgitlere rağmen inatla Ermeniliği yeniden üretmeye devam eden ve içinde bulunduğu çevreden farklı bir gerçeklik yaratan, itici bir güce sahip. Burç Hamud’un yarattığı bu gerçeklik, artık orada yaşamayanları dahi semte bağlıyor. Burada sadece son birkaç hafta içinde iki tiyatro gösterisi yapıldı, Artsakh hakkında bir belgesel gösterildi; önümüzdeki günlerde de dört tiyatro gösterisi yapılacak. Tabii bir de Burç Hamud dışındaki etkinlikler var. Bu itici gücün kaynağı hem dernekler, hem de bireyler.
Burç Hamud’un, Ermeni kültürel üretimine ev sahipliği yapmasına ek olarak, kendisinin de başlı başına bir üretim olması dikkat çekicidir. Ara Madzunyan ‘Aztag’ gazetesine verdiği bir röportajda, ‘Kuş Yuvası’ başlıklı fotoğraf-denemesinden bahsederken şöyle diyor: “Bir kolektif tahayyülümüzdeki Burç Hamud var, bir de bireysel izlenimlerimizdeki. Fotoğraflar ile yazılar arasında bir diyalog kurmaya çalıştım. Aslında bu denemenin Burç Hamud’un ortaya çıkışının yüz yıllık tarihi ile bu mekân hakkındaki tahayyülümüzün veya izlenimlerimizin birbiriyle ne kadar örtüştüğüne dair bir diyaloğun başlangıcı olmasını istedim.” Lübnanlı Ermeniler için Burç Hamud, yaşama biçimi, zanaatları ve kültürüyle her şeyden evvel kayıp yurt fikrini temsil eder. 1920’li yılların sonlarında her gün iş dönüşü Nor Maraş semtine gidip, bugün hâlâ Surp Karasnits Mangants Kilisesi adıyla bilinen kiliseyi ustalarının elleriyle taş üstüne taş koyarak yükselten bir cemaati başka nerede bulacaksınız? Buna paralel olarak, Lübnan’ın iç işleriyle, siyasi ve ekonomik meseleleriyle ilişki kuran bir Burç Hamud var. Bu ilişkiler aracılığıyla Burç Hamud’un farklı zamansallıkları ortaya çıkar, yani bir yanda hafızanın zamansallığı, döngüsel olarak işleyen, 2023 yılında yaşanmaktan ziyade nesilden nesile aktarılan bir Ermeni hafızası var, öte yanda ülkenin koşullarının, günlük hayatın, egemen sistemin dayattığı doğrusal zaman.
Parrhesia Kolektifi’yle internet üzerinden yaptığımız kavar edebiyatı buluşmaları sırasında Hamasdeğ’in karakterleri ve kavarın tarihini hayatta tutmanın önemi üzerine düşündük, aynı zamanda Hagop Oşagan’ın ‘Batı Ermeni Edebiyatının Panoraması’ başlıklı eserine dayanarak Khrimyan, Srvantsdyants ve Zartaryan’ın eserleri üzerine konuştuk. Edebî eserlerine bakarak, memleketin toprağını kazımış insanların hayatını kazdık ve şimdiye dek farkına varmadığımız bir şeyin farkına vardık: Köy edebiyatı, hem yazan hem de okuyan için bir halkın portresini, yaşamsal pratiklerini anlamanın ve bu anlamıyla da toprağa dönmenin bir aracıymış. Soykırımdan sonra anavatanın çevresindeki ülkelerde yaşayan dedelerim, sadece zamanı geldiğinde fiziksel olarak hızlıca geri dönebilmek için değil, aynı zamanda kavar edebiyatında da gördüğümüz toprağa bağlılık sebebiyle topraklarına bu kadar yakın yaşamayı istemişler. Bugün artık kavardan gelenler diaspora Ermeni’sine dönüşürken, kavarın toprağının yerini bir heterotopya olarak Burç Hamud alıyor, Ermeniliği dönüştürmenin, başka şekillerde yeniden üretmenin itici gücü olarak...
(Çeviri:Sesil Artuç)