İnsanlar iki gruba ayrılmıştı: Enkaz altında kalanlar ve sağ kurtulmayı başaranlar. Bugünün siyasetindeki taraflarda tanımlanacak tek gruplaşma buydu. Kadın, çocuk, Ermeni, Türk, Alevi, Sünni olmaktan öte bir duyguydu yaşadığımız. Ölümün soğuk yüzü... Ama günler geçtikçe bu durumdan siyaset üretildi.
Vatandaşlık görevim miydi, yoksa uzatılmış bir ziyaret bahanesi miydi beni yine yollara düşüren, bilmiyorum. 13 Mayıs Cumartesi günü Kıraathane İstanbul’daki söyleşinin ardından, seçim günü Hatay’da olabilmek için öncelikle ‘Askıda Bilet’ uygulamasında denedim şansımı. Bir kişilik otobüs bileti veriyorlardı. Oysa ben yalnız değildim, iki çocuğum da yanımda olacaktı; üstelik otobüsle gidecek vaktim yoktu. Sonra kaymakamlıkların destek olacağı haberi geldi; başvurumu yapıp beklemeye başladım. Çarşamba öğleye doğru bilet bilgileri geldi. Perşembe sabahı, ben ve küçük kızım için aynı uçakta yer ayrılmıştı, diğer kızım için ise başka bir uçakta. Sekiz yaşındaki bir çocuk ayrı seyahat edemeyeceğinden, önce itiraz ettim ama düzeltilen biletle gidiş-dönüş saatleri uymayınca pes edip kendi olanaklarımla gitmeye karar verdim. Seçim günü sabahı için Antep uçağında yer buldum. Kışlık kıyafetlerimizi geri götürmek için hazırladığım devasa valizi yanıma alıp, iki kızımla birlikte düştüm yollara. Uçuş 10 dakika erkene alınmış; haberimiz olmadığından geç kaldık. Bilet işlemlerini yapan görevli valizle uçamayacağımı söyleyince, valizi kayıp eşya bürosuna gitmek üzere ortalık yere bırakıp koşmaya başladık. Kapıların kapanmasına bir dakika kala yetiştik uçağa.
Hatay’a ulaştığımızda karşılaştığımız manzara çok etkileyiciydi. Onca kayba, acıya ve kalacak yer sıkıntısına rağmen, gelebilen herkes gelmişti. Bütün ailesini kaybettiği için bir daha Antakya’ya gelemeyeceğini söyleyen arkadaşım bile.
Şehir sanki hiç boşalmamışçasına dolmuştu yine. Çoğunluk günübirlik gelmişti; oyunu veren geri dönecekti. Bir de o gün Anneler Günü’ydü, ama anlam yoğunluğu eski anneler günleri gibi değildi. Onca çocuk annesiz, onca anne evlatsız kalmışken, televizyonlarda tüketim çığırtkanlığı yapan Anneler Günü reklamları… Sadece bir öpücükle, utanarak kutladık annelerimizin gününü. Çok yakın bir arkadaşımın kardeşi, geçen yıl evlendiği eşini kaybetti depremde. Bebek daha birkaç aylıktı. Sadece o bebeği düşünmek bile anlamsızlaştırıyor böylesi günleri… Tıpkı 6 Şubat’ta hayatta kaldığımızda hissettiğimiz pişmanlık gibi bir his bu. Bu yas ruhu daha ne kadar sürer bilemem ama yas, en yaygın sembolüyle, üzerindeki siyah kıyafeti çıkarınca bitmiyor.
Bazen tesadüfen karşılaştığımız, bazen de planlayarak buluştuğumuz tanıdıklarla hasret giderdik. Komşularımı, arkadaşlarımı görüp onlara sarılmak, birbirimizi bir daha hiç göremeyeceğimizi düşündüğümüz o umutsuz günlere baharı getirdi.
Seçim sonuçları çok konuşuldu. Deprem bölgesinin oy oranları ittifak taraftarların beklediği gibi çıkmayınca hakaretler başladı. Özellikle de deprem sonrasında yardım göndermiş olan bir kesimden geldi bu hakaretler. Şüphesiz, biz o günlerde bu yardımlar sayesinde ayakta kaldık. İlk günlerde gelen yardımların siyasi değil, tamamen vicdani olduğuna da şüphe yok ama bugün söylenenlere bakınca, hepsi oy için yapılmış gibi görünüyor. Hani yediğiniz yemek boğazınızda düğüm olur ya, depremzedelere işte öyle bir his verdi söylenenler.
Acıyı yaşamamış olanlar sanki depremzedelerin yerine öfkelenmişlerdi. Hatay halkının kendileri gibi bir siyasi tepki vermesini bekliyorlardı. Oysa Hatay’ın sosyopolitik dokusu ve oy oranları bellidir, ilçe ilçe, mahalle mahalle, hatta köy köy... Sağlam evlerinde oturup böyle ahkâm kesenler, kayıpları, ölümleri, gelemeyenleri hesaba katamıyorlar. Antakya’nın kaç bin seçmeninin kayıp olduğundan, Defne’de ne kadar çok ölüm olduğundan haberdar değiller. Defne’nin, Antakya’nın boşluğunu; Samandağ’ın tepkisini; Yayladağı ve Reyhanlı’nın depremden çok etkilenmediğini; Kırıkhan halkının depremi ağır yaşasa da sağ kalanların o coğrafyayı terk etmediklerini bilmiyorlar. Uzaktan küfredip lanet okuyanların istediği türden bir siyasi tepki verecek, onların beklediği oy oranını çıkaracak bir seçmen kitlesi kalmadı Hatay’da. O kitle çoğunlukla enkaz altında kaldı.
Deprem bölgesinden gelen seçim sonuçlarını beğenmeyenlerin bedduaları can yakıyor. Sadece ‘seçim’e odaklanmışlar. Ama bu halk o gece düşmanının bile başına gelmesini istemeyeceği şeyler yaşadı. Başka şehirlerde otellerde kalan halk şimdi kapı önüne koyuluyor. Tüm bunlar insanın aklına şu soruyu getiriyor: Her şey oy için mi yapılmıştı? Biz insanlık için sanmıştık…
Seçim ikinci tura kaldı. Peki, şimdi ne olacak? Kısaca cevap vereyim, seçmen yine kendi bildiğini yapacak. Gelen yardımlardan veya beddualardan etkilenmeyecek.
Şunu biliyorum ki Antakya halkı, bundan sonra yaşanacak herhangi bir deprem felaketinde yardım için kolları sıvayacak. Enkaz altında kalanın hangi partinin seçmeni olduğunu sorgulamadan. Acıyı ancak yaşayan bilir.
Antakya’da hafriyat kamyonu yoğunluğu yok. Enkazlar kaldırılmış. Ama daha yıkılması gereken yüzlerce, hatta binlerce yapı var. Darağacını bekleyen idam mahkûmu gibi yıkılmayı bekliyorlar. Vitrini 6 Şubat’taki hâliyle kalmış dükkânlar var. Üç aydır dokunulmamış olduğuna göre sahipleri hayatta değildir belki de. Bir de tabelalar duruyor tabii. Keşke kaldırılsalar. Artık olmayan yerleri gösteren yol tabelaları insanın canını çok acıtıyor.
Şehri gece görmek daha da fazla yürek dağlıyor. Kapkaranlık caddeler, ışıksız evler tüyleri diken diken ediyor. Evimin caddesi, insanı huzursuz edecek kadar karanlık. Komşular, cıvıl cıvıl günler gelince aklıma, kalbime bir taş değiyor sanki. Kimse yaşamasın bunu. Oyunu Millet ittifakına veren de, Cumhur ittifakına veren de… O gece azınlık veya çoğunluk olmak hiç ilgilendirmemişti beni. Tek ortak dert vardı 6 Şubat sabahı, o da hayatta kalabilmekti. İnsanlar iki gruba ayrılmıştı: Enkaz altında kalanlar ve sağ kurtulmayı başaranlar. Bugünün siyasetindeki taraflarda tanımlanacak tek gruplaşma buydu. Kadın, çocuk, Ermeni, Türk, Alevi, Sünni olmaktan öte bir duyguydu yaşadığımız. Ölümün soğuk yüzü... Ama günler geçtikçe bu durumdan siyaset üretildi. Aslında siyaset bu acizlikten beslendi.
Şimdi sözüm ittifak destekleyicilerine. Bizim üzerimizden siyaset yapmayın. Siyasete meze olamayacak kadar büyük bir acı var şehirde.