LORA BAYTAR ÇAPAR

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK

Halkın derdi geleceğe kalabilmek

Sergideki bir kartpostalda, Antakya’nın 1630’daki durumunu gösteren bakır baskı bir gravür yer alıyor. Şehir Asi yakınında ama asıl yerleşim bölgesi dağın yamaçlarına uzanıyor. Şehri bugünkü yıkıma hazırlayan değişimler, 1960’lı yıllarda başlamış. Geçmişte tarım alanı olan nehrin batı kıyıları ve Asi yatağı imara açılmış; bölgeye çok katlı binalar inşa edilmiş.

Hatay’da dram bitmiyor. Uzakta olsam da, her gün köyden ve Antakya’dan birileriyle mutlaka konuşuyorum. Oradan haber almak bana kendimi oradaymışım gibi hissettiriyor. Köyden bir ablam, içinde bulunduğu durumu şöyle tarif etti: “Hani ayağın kırılır, o ânın sıcaklığıyla anlamazsın da, günler geçtikçe zorlaşır ya kırık ayakla yaşam, işte öyle bizim hâlimiz.” Ağır hasarlı evlerin yıkılması için çalışmalar başladı. Kayıtlı olmayan kültürel miras niteliğinde olan onca taş ev, bir bir ortadan kalkacak. Köyün de silüeti değişecek. Güncel sorun, evlerden çıkan eşyaların nerede saklanacağı ve tabii, bu sığınmanın ne kadar süreceği. Başlangıçta, depremden kurtulabilenlerin tek derdi kendi ve yakınlarının can güvenliğiydi; şimdi, kendini çadırlara sığdırmayı başaranların dertlerine her gün yeni dertler ekleniyor.

Deprem bölgesinden uzakta, ‘normal’ini yaşayanlar, oradaki insanların da ‘yeni normal’e alıştığını düşünmemeliler; bu geçiş kolay ve çabuk olmayacak. Yardım için gidenlerden biri, halkla konuşurken “Kimse 5 Şubat’a dönmeyi beklemesin” demişti. Kim, nasıl, böyle bir şey bekleyebilir ki, o gün ve sonrasında yaşadıklarından sonra?

Çadırlarda yaşam koşulları ağır, şehrin havası neredeyse çamurlu, bekleyiş süresiz. Biz unutmuyoruz ama size de hatırlatayım, deprem sadece öldürmüyor, aylarca, yıllarca süründürüyor da. Evet, hep söylendiği gibi, deprem gerçeğini unutmamalıyız, ama depremin oradaki insanların yaşamını nasıl zorlaştırdığını da unutmamak gerekiyor.

Bir şehir nasıl ve neden değişir, hiç düşündünüz mü? Değişimin en büyük etkenlerinden biri depremler elbette. Mesela Antakya yedi kez yıkılmış, bu sekizinci yıkım. Her yıkımın ardından yeni bir Antakya kurulmuş aslında. Dönemsel tercihler ve yerel yönetimlerin tercihleri gibi etkenlerle de değişimler yaşamış şehir. Yani şehirler ya depremle bozuluyor, ya da insan eliyle.

İşte, Antakya’da bu çerçeveden bakmak için Galeri Birzamanlar’da açılan ‘Yüz Yıl Önce Antakya - İskenderun - Musa Dağı’ sergisini gezdim. Antakya Büyük İskender’in ölümünden sonra, generallerinden Antiokos’un oğlu I. Selefkos tarafından kurulmuş. Selefkos, Antakya’nın kurulacağı yeri dinî bir törenle seçmiş. Zeus’un hayvanı olduğuna inanılan kartala bir parça kurban eti verilmiş, kartalın bu adağı taşıdığı yere şehir kurulmuş. Efsaneye göre, kartal gelmiş, kurban etinin bir parçasını kapıp havalanmış, eti deniz kıyısına bırakıp geri dönmüş. Bu kez, daha büyük bir et parçası kaparak, bugünkü Asi (Orante) Nehri’nin sol kıyısına bırakmış. Selefkos, kartalın Zeus tarafından gönderilmiş olduğu inancıyla, kurban etinin küçük parçasını bıraktığı deniz kıyısına liman, büyük parçasını bıraktığı Asi Nehri’nin solunda kalan bölgeye, Habib-i Neccar Dağı’nın yamaçlarına da bir şehir kurmuş. Ve o şehre, babasının adını vermiş: Antiohia... Yerleşim yerleri, dağın yüksek bölgelerine kadar uzanıyormuş. Osmanlı döneminde şehir küçülerek nehrin doğu kıyılarında yoğunlaşmış. Fransız döneminde ise, Roma döneminde kurulan köprünün karşı tarafına bazı kamu binaları inşa edilmiş, geniş ve düz caddeler yapılmış.

Sergideki bir kartpostalda, Antakya’nın 1630’daki durumunu gösteren bakır baskı bir gravür yer alıyor. Şehir Asi yakınında ama asıl yerleşim bölgesi dağın yamaçlarına uzanıyor. Muhtemelen, 1615 depremi sonrasında kurulmuş olan şehir bu. Ancak sergideki kartpostalların çoğunda, 1872 depremi sonrasında kurulan şehri yansıtan görseller var.

Şehri bugünkü yıkıma hazırlayan değişimler, 1960’lı yıllarda başlamış. Geçmişte tarım alanı olan nehrin batı kıyıları ve Asi yatağı imara açılmış; bölgeye çok katlı binalar inşa edilmiş. 1872 depreminin nasıl bir yıkım yarattığını hatırlayan olmamış belli ki. Malum, hafıza-i beşer nisyan ile malul, çabuk unutuyoruz olanı biteni. Tarihi biraz olsun bilsek keşke ve ‘Tarih tekerrürden ibarettir’ cümlesinin sadece biz özlü söz olmadığını...

Bugün, deprem sonrası bilinçle yeniden kurulacak olan Antakya’nın akıbeti, 65-70 yıl sonra ne olacak acaba? O dönemin, belki hiç deprem deneyimi yaşamamış olacak idareleri nasıl kararlar verecekler, şehir hakkında?

1960’lı yıllarda Amik Gölü kurutulmuş, yine yerleşim yeri oluşturmak amacıyla. Havaalanı bile bu alana yapılmış. Ara ara, yoğun yağmurlarda Amik Gölü yeniden ortaya çıkıp kendini hatırlatsa da, hızla bulunan ‘çözüm’lerle yine yok sayılıyor; hemen ‘normal’ine dönüyor herkes.

Aynı dönemlerde, gölün sularının Asi Nehri’ne boşalmasını sağlamak için nehir tabanı 10 metre kadar aşağı indirilerek bir kanal hâline getirilmiş. Böylece, şehrin sembollerinden olan, Roma dönemine ait taş köprü yıkılmış ve ayrıca, Antakya, içinden nehir geçen bir şehir olma özelliğini yitirmiş. Oysa insana ne çok huzur verir nehirli şehirler – Arsuz, Eskişehir, Amasya...

Galeri Birzamanlar’daki sergi, deprem nedeniyle yıkılan şehirler yeniden ayağa kaldırılırken “kültürel miras mekânlarının yok edilmesi ya da ihmal edilmesi riskine” ve “bölgenin geçmişteki çok kültürlü yapısına” dikkat çekiyor. 10 Haziran’a kadar açık kalacak. Sosyal camiada basında vb. gördüğünüz Antakya fotoğraflarını zihninize kaydedip gezmenizi öneririm sergiyi, Antakyalıların bugünlerde derinden yaşadığı kaygıyı siz de duyacaksınız, en azından anlayacaksınız.

Yeni oluşacak şehir geleceğe kalabilecek mi?

Depremzede şehirlerin insanlarının beklentisi ortak: Depreme dirençli yerleşim alanları oluşturulması. Madem yıkıldı şehrimiz, madem yeniden bir şehir yapılacak, geleceğe kalmakta kararlı olalım. Bir arkadaşımın nenesinin dediği gibi, “Madem düştük, bir avuç toprakla kalkalım yerden.”