OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Marazdan iyilik çıkarmak

Covid aşılarından birini geliştiren Moderna şirketinin kurucu ortağı olan Nubar Afeyan, geçenlerde Civilnet’e kendisinin ve ailesinin hayat hikâyesinden yola çıkarak soykırım, acılar ve travma konuları üzerinde durduğu bir mülakat verdi ve kanımca çok değerli sözler söyledi.

Covid aşılarından birini geliştiren Moderna şirketinin ve daha birçok girişimin kurucu ortağı olan Nubar Afeyan, geçenlerde Civilnet’ten Lara Tcholakian/Çolakyan’a kendisinin ve ailesinin hayat hikâyesinden yola çıkarak soykırım, acılar ve travma konuları üzerinde durduğu bir mülakat verdi ve kanımca çok değerli sözler söyledi. Burada, söylediklerinin hepsini aktaramayacak olsam da bazı satırbaşlarını vermek istiyorum.

Afeyan öncelikle, Çolakyan’ın sorusu üzerine, Aurora Ödülü’nün, temel olarak Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında karşı karşıya kaldıkları bir yetersizlik hissinden, her zaman yapılanlardan farklı bir şey yapma ihtiyacından doğduğunu söylüyor. Bu bağlamda da, Ermeni Soykırımı özelinde, üzerinde görece az durulan ‘kurtarıcılar’ teması ve konusu üzerinde durmak istediklerini aktarıyor. O günün kurtarıcıları çok önce öldüklerine göre, onların yerine bugün çeşitli coğrafyalarda o kurtarıcı ruhunu yaşatanlara ödül vermeyi düşünmüşler. Bu ödülü, “kendilerine teşekkür etmemiz gereken 100 yıl evvelki kurtarıcılara”, bugün onların izinden gidenler vasıtasıyla verilen bir teşekkür hediyesi olarak tahayyül etmişler ki kanımca son derece anlamlı bir yaklaşım bu. Ermeni Soykırımı yıllarını 1915–1923 olarak düşündükleri için aslında Aurora Ödülü’nü de başta sekiz sene verilmek üzere tasarlamışlar; bu hesapla, bu sene sonuncusu verilecekti. Fakat, yakalanan başarıyı ve bu konuda hâlâ yapılacak çok iş olduğunu görünce, devam etme kararı almışlar.

Kendisi de göçmen olan Afeyan, soykırımdan sonraki iki, hatta üç kuşak Ermeni’nin tecrübe ettiği, hissettiği köksüzlük hâlinden de bahsediyor ve bunun bir yandan da özgürleştirici etkisi olduğunu söylüyor. “Anlıyorsunuz ki köklerinizi istediğiniz yere salabilirsiniz” diyor. Belli ki elde ettiği başarılarda göçmenliğe yüklediği bu anlamın da katkısı olmuş. Ayrıca, ilk gençliğini Lübnan’da iç savaş döneminde geçirmiş, yanı başında kıyımlara, bombalara, ölümlere tanık olmuş biri olarak, bu tecrübelerin kendisine riskleri göze almak için cesaret verdiğinden de bahsediyor.

Afeyan’ın hayata bakışını şekillendiren önemli figürlerden biri, 1893 Adapazarı doğumlu büyük teyzesi Armenuhi olmuş. Osmanlı ordusunda, Afeyan’ın tanımlamasıyla “çok büyük suçlar işlenirken Türklerin hayatını kurtarmak için çalışan bir doktor” olan bir Ermeni’yle evli olan Armenuhi’nin ailesinin üyeleri soykırımda öldürülmüş. Aile daha sonra Yunanistan’a, oradan da Lübnan’a göçmüş. Afeyan orada doğmuş, daha sonra Kanada’ya yerleşmişler. Afeyan’ın dediğine göre, büyük teyze tüm yaşadıklarına rağmen ailenin çocuklarına bir “Türk nefreti” aşılamamış.

Afeyan’ın büyük teyzesinin söylediği ve onun mülakatta aktardığı bir durumun altını çizmek istiyorum; o da, o zaman Ermenilerin, yapılan zulmün boyutları ve coğrafi kapsamının farkında olmamaları. Yani, Adapazarı’nda veya misal Konya’da yaşayan bir Ermeni’nin, diğer Ermenilerin başına gelenlerden tam manasıyla haberdar olmaması; o kadar ki, bazı Ermeniler o süre boyunca askerî veya sivil bürokraside Osmanlı Devleti’ne hizmet etmeyi sürdürüyorlar. Aslında zamanın iletişim olanaklarını, bilginin yayılma hızını göz önüne alacak olursak, bu durum çok da şaşırtıcı değil. Ermeniler, ancak üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra kendilerine yapılanın boyutlarını kavrıyorlar.

Afeyan’ın, gene teyzesinin tecrübelerinden aktardığı başka bir önemli husus da, Ermenilerin bu çapta bir saldırı ve yıkımı beklememeleri. Afeyan, “Toplumla o kadar iç içeler ki, kendilerine bunun yapılacağına ihtimal vermiyorlar” diyor. Bu, birçok soykırımda rastlanan bir durumdur. Başka soykırım örneklerine, özellikle Holokost’a bakarsanız tanıkların ağzından benzer ifadeleri duyarsınız. Örneğin, Yahudilerin, Avrupa’daki pogrom dolu geçmişlerine, acı tecrübelerine rağmen Holokost çapında bir şeyi hiç ama hiç beklemedikleri, birçok tanık ifadesinde yer bulur. Soykırımları mümkün kılan en önemli etkenlerden biri, bu ‘beklememe hâli’dir. Birçok soykırım, “O kadar da olmaz” dendiği, hatta olacaklar akla gelmediği için de gerçekleşmiştir. 

Büyük teyzenin Afeyan’ın kulağına küpe olan bir sözü, Afeyan’ın İngilizce ifadesiyle “We have to come back.” Bu sözü, düz bir biçimde “Geri gelmeliyiz” diye çevirebiliriz ama buradaki ‘geri gelme’, kalbi durup da sonradan hayata dönen bir kişinin geri gelmesi gibi, yani ölümden dirilerek gelip yaşama sarılması. Büyük teyze, Ermenilerin sadece yazıklanmasından, hayıflanmasından değil, soykırımdan evvel nasılsa soykırımdan sonra da o hâle gelmeleri için herkesin üstüne düşen sorumluluğu almasından yana. Görünen o ki Afeyan da bu sözü erken yaşlarından itibaren kendine rehber edinmiş ve giriştiği işlerde kendine motivasyon sağlamış. Burada, ender rastlanan bir durum var ki o da, önceki kuşaklardan devralınan ve normalde bireyler üzerinde yıkıcı, olumsuz etkileri olan travmanın, başarı yolunda bir itici güç hâline gelmesi. Afeyan, Ermenilerin şu soruya odaklanması gerektiğini söylüyor: “Bu travma bizi dünyaya neyi göstermekle, neyi vermekle, öğretmekle sorumlu/yükümlü kıldı?” Bunun, acıya, yıkıma epey farklı bir yaklaşım olduğunu teslim etmek gerekir ve kurbana sorumluluk yükleyen bir tarafı olsa da, sanırım ona bir hedef, bir amaç vererek onu sağaltıcı, iyileştirici bir yanı da var.

Ancak bir-iki noktasına değinebildiğim, birçok açıdan ilham verici olan bu mülakatı (maalesef altyazısız, İngilizce sadece) dinlemenizi öneririm.