Birincil tehlike deprem, ya sonra?

K. Maraş depremlerinin yarattığı büyük yıkım, Türkiye’yi bundan sonra neyin beklediği sorusunu da gündem getirdi. Jeofizik Mühendisi Arda Keşişyan, mevcut tabloyu ve olası senaryoları Agos için kaleme aldı.

Türkiye bilindiği üzere sismik aktivitesi çok yüksek olan bir bölgededir. Alp-Himalaya kıvrım dağ sistemi içerisinde, Güneydoğu bölgesinde Arap levhasının kuzeye doğru ilerleyip, Anadolu levhasını sıkıştırarak batıya sürüklemesi ve kuzeyde Avrasya levhasının neredeyse hareketsiz olması nedeniyle, doğrultu atımlı ve büyük depremler üretebilen iki önemli fay üzerinde konumlanmıştır. 

Bu faylardan biri yaklaşık 1100 km uzunluğunda Marmara Bölgesi için de büyük tehlike oluşturan Kuzey Anadolu Fayı’dır. Bir diğeri ise geçtiğimiz günlerde yaşanan Kahramanmaraş’taki büyük depremlerle tekrardan kendini hatırlatan yaklaşık 500 km uzunluğunda Doğu Anadolu Fayıdır. Ayrıca yine bu levha hareketleri nedeniyle sismik hareketliliği yüksek Ege horst-graben sistemi genişleme bölgesi dediğimiz, yaklaşık 120 bin m2 alanı kapsayan hareketli bir alan ve Güneydoğu’da da Bitlis-Zağros Kenet Kuşağı yer almaktadır.

İvme ile kuvvet arasındaki ilişki
Depremlerde önemli faktörlerden biri deprem ivmesidir ve kuvvet ile arasında doğru orantı vardır. Örneğin; Bir arabada gaza basarsanız hızlanırken bir ivme yaratırsınız, bu kuvvet sizi geriye doğru iter. Aslında orada ivmenin kütleye etkisi söz konusudur. Ne kadar çabuk hızlanırsanız kuvvet de o kadar artar. Yani ivme ne kadar büyürse kütleye etki eden kuvvet o denli büyük olacaktır. Doğu Anadolu Fayı civarında meydana gelen Kahramanmaraş depremlerinde, ivmelerin çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz; Pazarcık’ta 7,7 büyüklüğündeki depremde maksimum ivme değerinin 1,82 g, Elbistan’daki 7,6 büyüklüğündeki depremde ise maksimum ivme değerinin 0,64 g olduğunu, bu depremlerden 15 gün sonra Hatay’da gerçekleşen 6,4 büyüklüğündeki depremin maksimum ivme değerinin ise 0,45 g olduğunu gördük. 

Yakın zamanda Türkiye’de olan depremlerin ivme değerlerine bakacak olursak; 45 saniye süren 7,6 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde 0,41 g, 30 saniye süren 7,2 büyüklüğündeki 12 Kasım 1999 Düzce depreminde 0,81 g, 25 saniye süren 7,2 büyüklüğündeki 23 Ekim 2011 Van depreminde 0,20 g, 22 saniye süren 6,6 büyüklüğündeki 24 Ocak Elâzığ depreminde ise 0,30 g olarak bu değerler gözlenmişti. Yakın tarihte Türkiye’de oluşan depremlerde maruz kalınan ivmeleri, Kahramanmaraş depremlerinin ivmeleriyle kıyasladığımızda aslında durum özetlenmiş oluyor. Kahramanmaraş’ta tahribatın yüksek olmasının nedeni, tek bir büyük depremle sınırlı kalmaması, öğleden sonra meydana gelen tetiklenmiş Elbistan depreminin yaşanması ve artçı depremlerin de büyük olmasıdır. Böylece, hafif hasar alan binalar bile yıkılmıştır. Ayrıca, Hatay depremi gibi büyük artçı depremlerin de bir süre daha oluşabileceğini söylememiz gerekir. Bu yüzden, bilirkişiler tarafından hasar tespiti çalışmaları tamamlanmadan binalara kesinlikle girilmemesi gerekmektedir.

İnteraktif AFAD uygulaması olan TBDY 2018 esaslı Türkiye Deprem Tehlikeleri Haritası’ndan, İstanbul’un güneyinde Marmara Denizi sahil kesimlerinde yaşanılacak olası büyük deprem senaryosu için alınan maksimum ivme değerlerinin 0.40-0.60 g arasında olduğunu görüyoruz. Tabii bu ivme faya uzaklaşıp yakınlaştıkça farklılık göstermektedir. Bu ivme değerleri ciddi boyutta hasarlar vermeye yetecektir. 

Zemin etüdü yapmak şart
Depremlerde yapı yıkım gücünde, sadece ivme değil; büyüklük, süre ve faya uzaklık da önemli faktörler olarak önümüze çıkmaktadır. 

Depremlerin, hangi gün ve saat olacağını söylememiz bugünkü şartlarda mümkün değildir. Ancak elimizdeki verilerle, bilinen fay sistemleri üzerinde hangi noktalarda enerji biriktiğini, dolayısıyla tekrarlanma periyodlarını da göz önüne aldığımızda tehlikenin hangi noktalarda arttığını tahmin edebiliyoruz. Hangi noktaların enerji boşalımına ihtiyacı olduğunu, tahmini kaç büyüklükte deprem üretme potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz.

Bütün bu bilgiler bize aslında karşı koyamayacağımız doğa olayı olan depremlerin birincil tehlike olarak karşımızda bulunduğu gerçeğini göstermektedir. Ancak depremlerin yaratacağı zemin problemleri, tsunami, sel-taşkın, yangın vs. olarak ikincil tehlikeler de vardır. İkincil tehlikelerden kaçınmamız ve önlemler almamız olasıdır. 
İstanbul için zemin açısından genel bir yorum yapmak gerekirse; Anadolu yakasında yüzeyde daha yaşlı kaya birimlerinin olduğu,

Avrupa yakasında ise genellikle yüzeyde nispeten daha genç kayalaşmamış jeolojik birimlerin olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bize depremin etkisinin Avrupa yakasında daha fazla hissedileceğini gösteriyor. Genel yorum yapmak büyük ölçeklidir, can ve mal güvenliğimiz söz konusudur, bu yüzden parsel ve yapı bazlı zemin etüt yapmak şarttır. 

İyileştirme yöntemleri
En çok karşılaştığımız zemin problemleri, depremlerde de binaların yıkılmasında baş rolde gördüğümüz; zemin sıvılaşması ve zemin büyütmesidir. Bütün bu yaşanacak problemleri jeofizik yöntemlerle ve sondaj çalışmalarıyla öngörmek mümkündür. 
Jeofizik yöntemler; süre ve ekonomik açıdan avantajlıdır. Şehir içinde ve dışında rahatlıkla geniş alanları taramak için uygulanabilmektedir. Başlıcaları ise sismik, mikrotremör, radar ve elektrik yöntemleridir. Jeofizik yöntemlerle, zemin ve kaya ortamlarını, fiziksel, mekanik ve dinamik özelliklerini, karstik boşlukları, yapay dolguları, heyelanların birincil ve ikincil kayma yüzeylerini, sıvılaşma potansiyelini, deprem dalgalarının yayılma özelliklerini, zemin hâkim titreşim frekanslarını ya da periyotlarını elde etmemiz mümkündür. 

Biz jeofizik ve jeoloji mühendislerine büyük iş düşüyor; büyük hassasiyetle zemin etütlerini yapmalıyız. Yer bilimcilerinin elde ettiği bütün bu zemin parametrelerini kullanarak, tespit edilen ve yaşanabilecek olası zemin problemlerine karşı Türkiye Deprem Bina Yönetmeliği (2018) kullanılarak önlem almak, inşaat ve geoteknik mühendislerinin vazifesidir. Gerektiğinde seçilecek iyileştirme yöntemleriyle (fore kazık, jet groud vs.) her türlü zemine yapı projelendirmek mümkündür. Ne kadar sismik aktivitenin ve zemin problemlerinin yoğun olduğu yerlerden uzak, planlı yapılaşmaya gidersek, bizim için afet yaşama riskinin de o denli düşeceğini unutmamalıyız. 

Bilim ve mühendisliğin önemi
Yapılaşma yoksa risk sıfırdır. Ne zaman ki yapılaşma ve insan faktörü oraya gelir, o zaman risk başlar. Zemin kötü, yapılaşma kötü, planlama yok ise risk yüksektir. Zemin iyi, yapılaşma iyi, planlama var ise risk düşüktür. Bilimin ve mühendisliğin yardımıyla, iyi planlanmış yapılaşma ile riski sıfıra yakınsamak mümkündür.

Türkiye’de tahribatların bu denli yüksek olmasının sebebi; deprem tehlike haritalarına yeterince uyulmaması, zemin etütlerinin düzgün yapılmaması veya zemin etütlerine uygun yapı yapılmaması, deprem yönetmeliklerinin yeterince denetlenip uygulanmaması, müteahhitlerin maliyet kaygıları nedeniyle önleyici ve gerekli unsurları yerine getirmemesi olarak sıralanıyor
Unutmamalıyız ki bütün bunların sonuçları bize can ve mal kaybı olarak dönmektedir. Temennim bunun bir milat olması ve önlemlerin bir an önce alınıp aynı kayıpların tekrarlanmamasıdır. 

Kategoriler

Güncel


Yazar Hakkında