AK Parti’nin dördüncü olağan kongresi, kamuoyunda en çok partinin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmayla adından söz ettirdi. Kongreyi, Erdoğan’ın konuşmasının satır başlarını AK Parti’yi yakından izleyen Başkent Üniversitesi’nden siyaset bilimci Doç. Menderes Çınar, Agos için değerlendirdi.
MENDERES ÇINAR
AKP’nin Dördüncü Olağan Kongresi her zamanki “nizam intizam” içinde gerçekleşti. En azından 2006’da yapılan ikinci AKP Kongresi’nden itibaren gördüğümüz “yabancı misafir” ilgisi de dördüncü Kongre’de bir farkla devam etti. Daha öncekilerin aksine bu kez İslam dünyasından gelen Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve HAMAS liderlerinden Halid Meşal gibi yüksek profilli liderler, yabancı konuklar arasında ön plana çıktı. Buna karşılık, esasen Gazprom’un temsilcisi olan Almanya eski Şansölyesi Gerhard Schröder’i saymazsak, AB bölgesinden bir temsilcinin/gözlemcinin ismi okunmadı. Bu durum, başarılı bir “İslamcı” siyaset örneği olarak AKP’nin İslam dünyasında gördüğü ilginin; AB’ye katılım müzakerelerinin “neredeyse zoraki” diyebileceğimiz bir şekilde ve örneğin Hırvatistan ile karşılaştırıldığında Türkiye’ye karşı “ayrımcı” bir çerçeve ile başlamasının ve bizzat AKP hükümetinin AB ile bütünleşme projesinin “başarı” gösterilebilecek bir performans alanı olmaktan artık çıktığını değerlendirip, hem “performans” gösterebileceğini düşündüğü hem de kendisini daha yakın hissettiği İslam coğrafyasına yönelmesinin sonucu olabilir. AKP lideri Erdoğan’ın neredeyse bütün İslam dünyasını tek tek selamladığı konuşmasında AB’ye yönelik hiçbir perspektif koymayıp, bazı AB ülkesi liderlerini, üstelik isimlerini de vererek doğrudan hedef tahtasına koyması bu bağlamda anlaşılabilir.
Kongrenin mesajı
Erdoğan’ın Kongre’de yaptığı konuşmanın yeni bir demokratikleşme vizyonu/hamlesi konusunda önceden yükseltilmiş bulunan beklentileri karşılamaması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Erdoğan, milliyetçi-mukaddesatçı çizgiden ödünç alan ve o hislere hitap eden hamasi bir konuşma yaparak, AKP’nin mücadelesinin bir medeniyet, adalet ve kalkınma mücadelesi olduğunu ifade etti. Üstelik bu mücadelenin geleneğini de inşa etti. Buna göre AKP 1071’de Malazgirt’te Alparslan’la başlayıp, Melikşah, Kılıçarslan, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Gazi Mustafa Kemal, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan ile devam bir medeniyet mücadelesinin günümüzdeki taşıyıcısı idi. Çoğu birbiriyle alakasız bu figürleri aynı tarih anlatısına dahil etmenin son kertede AKP’nin hegemonyası ve/veya ikna kabiliyeti ile ilgili olduğunu, yani bir iktidar meselesi olduğunu not edip geçelim.
Modern Türkiye siyaseti açısından baktığımızda, AKP’nin medeniyet mücadelesi, Erdoğan’ın iddiasına göre, Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın yaptığı gibi, devlet ve millet arasındaki mesafeyi kapatma mücadelesidir. AKP, bu uğurda çetelerle demokrasi mücadelesine girmiş, milli iradeye canı pahasına sahip çıkmış, siyaseti vesayetten kurtarmış ve ikbal kapısı olmaktan çıkarmış ve birçok kronik meseleyi de çözmüştür. Kalan meseleleri de sadece ve tek başına AKP çözecektir, çünkü AKP’nin uğrunda mücadele ettiği medeniyet kılıcın değil, kalemin gücüne inanan sevgi medeniyetidir. Bu nedenle AKP 75 milyonun partisidir. Kongreden çıkan mesaj kanımca budur.
Gözümüze sokulan hizmetler
Dikkat edilmesi gereken husus Erdoğan’ın sergilediği yaklaşımın demokrasiyi bir medeniyeti (yeniden) kurmanın önündeki engelleri kaldırma aracı haline getirip, bir kimlik meselesine indirgemesi, devlet-millet kaynaşması ile demokrasinin kendiliğinden gerçekleşeceğini varsaymasıdır. Yine aynı popülist söylem, sadece milletin temsilini değil, aynı zamanda demokratikleşme sürecini de tekeline alma eğilimine neden olmaktadır. Böylece, Erdoğan’ın alakalı alakasız her fırsatını bulduğunda CHP ve BDP’nin kendi anladığı Türk ve Kürt milletlerinden yabancılaşmış olduğunu iddia etmekte, onları herhangi bir demokratikleşme projesinden kategorik olarak dışlamakta ve onların Türk ve Kürt destekçilerini ise “yaptığımız hizmetleri görün” diyerek AKP’ye davet etmektedir. Netice itibariyle AKP ürettiği hizmetler ile konforumuzu artırmakta, fakat kullandığı dışlayıcı popülist dil ile medeniyet üretmemizi zorlaştırmaktadır. Erdoğan’ın ne içeriğini ifade ettiği, ne de atıfta bulunduğu, bu nedenle de kongrenin tali bir unsuru haline gelen “manifesto”daki vaatler gerçekleşse dahi söz konusu ‘medeniyet fukaralığı’ durumumuz değişmeyecektir.