Yani Samatya’da oturan bir kişi Bakırköy’e aday olamıyor, Yeşilköy’de oturan bir kişi, diyelim ki Balat’a aday olamıyor, aynı şekilde Şişli’de oturan bir kişi Kadıköy ya da Üsküdar’a ya da Adalar’a aday olamıyor. Neden? Hiçbir doyurucu yanıtı yok. Zaten 40 bin kişi kalmış bir toplumdan bahsediyoruz. Bu kadar az sayıda kalmış bir topluluğu böylesine bölmek niye?
Azınlık Vakıfları Seçim Yönetmeliği tartışılıyor. Birçok açıdan. Öncelikle adayların belirlenmesi konusunda devlete yani Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geniş yetki vermesi açısından. Ayrıca hastane vakıfları seçimlerini ötelemesi açısından. Özellikle ikinci konuda hem Ermeni hem de Rum toplumundan çok sayıda itiraz geldi ancak pek bir gelişme yok gibi. Bu aslında düşündürücü. Çünkü hem seçme hem de seçilme hakkını ilgilendiren böylesi kritik bir konuda Ankara’nın sadece belli vakıf yöneticilerinin görüşlerine itibar ettiğini, toplumdan yükselen sesleri dikkate almadığını gösteriyor ne yazık ki.
Bu aslında çok önemli bir sorun. Patrik seçiminden bu yana toplumun çeşitli kesimleri taleplerini, beklentilerini çeşitli platformlarda dile getiriyor ancak bu görüşler ne yazık ki Hükümet tarafından hiç dikkate alınmıyor. Seçilmişiyle bürokratıyla Ankara, Patrik düzeyindeki temsilciler ve kimi vakıf yöneticileri dışında, dile getirilen önerileri dikkate almayı nedense “Gereksiz” görüyor. Oysa bu toplumların, yani azınlık haline getirilmiş toplumların görüşlerini, sadece belli temsilcilerin dile getirdiği tutumlardan ibaret sayamayız. Her şeyden önce gerek Patrik seçiminde, gerekse vakıf seçiminde, onlar birer seçmen. Yani onların iradesini hiçe saydığınızda, seçme (ve adaylık süreçleri düşünüldüğünde, elbette seçilme) hakkına da müdahale etmiş oluyorsunuz. Bunu “demokrasi’ ve “eşitlik” çerçevesinde açıklamak mümkün değil.
Toplum, çeşitli kanallarla kendini ifade etmek ister. Eğer bu kanallardan gelen görüşleri dikkate almaz ve onları “kıymetsiz” bulursanız, varolan sorunları daha da ağırlaştırmış olursunuz. Yeni dönemde Ermeni toplumunun bu sorun üzerine, daha doğrusu bu sorunu çözmek üzerine daha fazla kafa yorması gerekir.
Üstelik bir de şöyle bir açı var. Peki, diyelim ki Hükümet, sadece seçilmiş kişilerin görüşlerine değer veriyor. Yani bu anlamda Patrik seçilmiş birisi olduğuna göre sadece Patrik ve bir-iki vakıf başkanının görüşlerini dikkate alıyor. İyi ama –mesela- Garo Paylan da seçilmiş bir isim. Parlamentoda görev yapan bir milletvekili. Onun görüşleri neden kıymetli değil? Neden Ermeni toplumunun en azından belli bir kesimini temsil ettiği düşünülmüyor? Ve elbette az evvel de bahsettiğim gibi her toplum başka mekanizmalar kurarak da görüşlerini, beklentilerini dile getirir. Sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin ve benzer oluşumların görüşleri neden kıymetli değil? Türkiye’nin genel sorunları söz konusu alınca benzer bir tutum benimsiyor musunuz? Hayır. Çeşitli kurumların görüşleri de yerine göre pekala dikkate alınabiliyor.
Tekrar dönelim yönetmelik meselesine. Genel sorunların dışında ciddi bir sorun var. Vakıf seçimlerinde aday olacak kişilerden ilgili seçim bölgesinde ikamet etmesi bekleniyor. Bilindiği gibi İstanbul, milletvekili seçimlerinden yola çıkılarak 3 bölgeye ayrıldı. Anadolu Yakası, Avrupa Yakası’nın kuzeyi ve Avrupa Yakası’nın güneyi. Milletvekili seçimlerindeki sistem baz alınınca, şöyle tuhaf bir durum ortaya çıktı. Fatih ilçesi de Avrupa Yakası’nın kuzeyine, yani Haliç’in üst kısmına dahil olunca, geri kalan bölgede sadece Bakırköy ve Yeşilköy vakıfları kaldı. Üstüne bir de adayların ancak ikamet ettikleri bölgedeki vakıflar için aday olabilecekleri maddesi eklenince, iş içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Yani Samatya’da oturan bir kişi Bakırköy’e aday olamıyor, Yeşilköy’de oturan bir kişi, diyelim ki Balat’a aday olamıyor, aynı şekilde Şişli’de oturan bir kişi Kadıköy ya da Üsküdar’a ya da Adalar’a aday olamıyor. Neden? Hiçbir doyurucu yanıtı yok.
Zaten 40 bin kişi kalmış bir toplumdan bahsediyoruz. Seçmen yaşını doldurmamış olanları ya da aday olamayacak kadar yaşlıları bu sayıdan çıkarırsak, belki de elimizde 20 bin kişi kalacak. Üstelik belki bu bile iyimser bir tahmin. Hatırlanacaktır 2019’daki Patrik seçiminde Sahak Maşalyan 9 bin oy, Aram Ateşyan ise 3 bin beş yüz oy almıştı. Hadi buna farazi olarak 5 bin kişilik boykot yapanları ya da sandığa gitmeyenleri ekleyelim. 17.500 kişilik bir seçmen topluluğuna güç bela ulaşırız. Bu kadar az sayıda kalmış bir topluluğu böylesine bölmek niye? (Kıyaslamayı kolaylaştırmak için bir not ekleyeyim: 2018 seçimlerinde Şile ilçesinde toplam seçmen sayısı 26.912 kişiydi. Yani Şile kadar bir topluluk bile değiliz)
En temizi, en azından adaylar için bölge sınırlamasının kalkması. İsteyen istediği yerden aday olsun. Ne kaybedilir?
En azından bunun için etkili bir çaba göstermek şart.