Üniversiteyi içine itildiği rezalet durumdan kurtarmak için kayyım yöneticileri görevden almak yetmez, aldıktan sonra en az 10 yıl adam gibi hoca yetiştirmekle cebelleşmek gerekir. Sorun buradadır.
Hemen “ekonomidir” demeyiniz. O bu açıdan tamamen klasman dışı. Çünkü tahrip edilmedi, katledildi.
“Yargı” diyorsanız; olabilir. Fakat şöyle bişey var:
Devlet memuru taifesi, iktidarın çökmekte olduğunun kokusunu herkesten önce alır. Bu nedenle, yeni yönetime hazırlığını yapar ve yeni iktidar o tahrip edilmiş kurumların başındakileri şak diye görevden alınca yeni düzene tak diye uyum sağlar.
Yargı zaten taa Osmanlı kadılarından bu yana devlete “uyum” sağlamaya en alışık kurumların başındadır. 27 Mayıs olunca Menderes’leri 12 Mart olunca Deniz’leri asmış, şimdi de “seyyar giyotin” icadına ulaşmıştır.
Ulaşmıştır da, Tek Adam Yönetimi’nin fena halde tahrip ettiği kurumların düzeltilmesi konusunda kötümser olmak anlamsızdır. Tahrip kalıpları, eski iktidar tarafından nasıl getirildilerse, yeni iktidar tarafından aynen öyle götürülürler. Türkçesi: Önceden dikkatle saptanacak bir süreyle uygulanacak cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle.
Altlarda direnen olmaz ama kazara olursa ânında halledilirler. Ve ülke, Tek Adam Rejimi’ni yaşamış olmanın tedris ettiği muazzam derslerle güçlenmiş olarak normale döner. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” teriminin anlamı da ancak budur.
***
Bu iyimser saptamaların devlet kurumu olarak tek bir istisnası var: Üniversite.
Ama önce 2022’nin bikaç haberini hatırlayarak bu kurumun nasıl feci biçimde tahrip edildiğine göz atalım:
Şubat ayında ayrıntısıyla yazmıştım : Özellikle paralı üniversitelerde kontenjanlar fena halde boş kalıyordu. 2021 YKS sonucunda 195.304 kontenjan dolmamış, 169 bölüm hiç kimse tarafından seçilmemişti.
Hallediliverdi: YÖK, başarı sırası gerektiren bölümler hariç TYT ve AYT’den barajı tamamen kaldırdı; üniversite sınavlarının kaldırılmasına gerek kalmadı. Eskiden bir aday TYT’de 15 net yaparsa ön lisansta tercih hakkı kazanıyordu; artık 1 netle mesela fen-edebiyat fakültelerinin fizik, kimya, biyoloji gibi bölümlerine yerleşebilecek, öğretmen de olabilecek hale geldi.
Mayıs’ta, üniversite öğretiminin en yüksek unvanı olan doktoraya giriş yine özel üniversitelerde olağanüstü kolaylaştırıldı. Doktoraya girenlerin sayısı böylece %100 arttı ve Türkiye Avrupa’da doktora öğrencisi sayısında ikinci sıraya yükseldi .
Bütün bunlar; Temmuz 2016’da tüm dekanların YÖK talebi üzerine istifa ettirilip “dekan vekili” biçiminde her an görevden alınabilecek hale getirildikleri, Ekim 2016’da rektörlük seçiminin KHK’yle kaldırılarak cumhurbaşkanı kararnamesiyle Tek Adam’ın imzasına bağlandığı, Ocak 2017’de de 117 üniversiteden 5.822 akademisyenin ihraç edildiği bir ortamda yapıldı. Yani, üniversitenin hocasızlaştırıldığı.
***
Üniversite o hale sokuldu ki, manşetlere düşen şu son haberi bugün okumak yetebilir:
TÜİK’in “resmî” enflasyon verilerine belgelerle karşı çıkan ENAG’ın kurucusu Prof. Veysel Ulusoy'a TÜİK, "kuruma karşı haksız ve ağır saldırıda bulunulduğu, verilerin açıklanmasının kurumun güvenilirliğine zarar verme amacı taşıdığı" gerekçesiyle dava açmış idi. Şimdi de Yeditepe Üniversitesi, hocası hakkında disiplin soruşturması başlatmış ve savunmasını istemiş bulunuyor .
***
Bu durumda bilmiyorum başka haberlere değinmek gerekir mi. Malzeme inanılmaz derecede mebzul; sadece bikaç tane vereyim:
Dr. M. Baki Deniz’in, YÖK’ün denkliğini tanıdığı New York Binghamton Üniversitesi’nde yaptığı “1980-2008 Yılları Arasında Türkiye’yi Kim Yönetiyor? Sermaye Gücü ve Otoriter Popülizmin Yükselişi”” konulu doktora tezini incelettiren Üniversitelerarası Kurul, akademisyen Deniz'in “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “terör” suçlarından yargılanmasını istedi .
Trabzon'da, üniversite kampüsünde kız öğrencilerin de akşam yemeklerini yediği yemekhanenin girişine “Kantin ve yemekhaneye şortlu ve kısa pantolonlu girmek yasaktır” yazısı asıldı .
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, Mülkiye’de 1930’lardan beri pandemi dönemi hariç her yıl kutlanan İnek Bayramı hakkında, “İnek Duası’nda dinî değerlerin aşağılandığı” gerekçesiyle idari soruşturma açtı .
Gaziantep Üniversitesi Rektörü, spor kompleksindeki “soyunma odası” tabelalarını “giyinme odası” olarak değiştirdi .
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü, Kürtçe müzik eşliğinde halay çekildiğini görünce "Bu benim ideolojime uygun değil" diyerek engel oldu .
Yıldız Teknik Üniversitesi’nden bir öğrenci, rektörlüğün 1,5 milyon liraya lüks araç kiralamasını maket araç yaparak protesto edince uzaklaştırma cezası aldı.
Son bir tane: YÖK’ün 20 üyesinden 10'u ya istifa etti ya da görevden alındı; yeni atananlar ilahiyat ve imam hatip kökenli .
“Adrese teslim” ilanlardan da bahsetsem bu yazı bitmez. Sanırım yeter, hatta fazla bile oldu. Şimdi başa dönüp, bu korkunç tahribat baştakilerin yani “kayyım” rektörlerin ve dekanların görevden alınmasıyla niye onarılamaz, onunla bitirelim:
***
Üniversite hocasının maaşını (devlet üniversitelerinde) devlet verir ama, üniversite hocası devlet memuru değildir; zaten kanunu da farklıdır: No. 2547.
Devlet memuru devletin ulusal yasalarının emrettiğini yapmakla yükümlüdür. Üniversite hocası ise, akademik görevini yaparken bilimin evrensel ilkelerini temel almakla yükümlüdür. Hoca o ilkelerle düşünür, yazar, ayrıca devleti kıyasıya eleştirir. Eğer evrensel ilkeler devlet yöneticilerinin söylediklerine ve yaptıklarına karşı çıkmayı gerektiriyorsa, karşı çıkar. Bu kadar basittir. Bunun için maaş alır.
Devlet memuru, üniversite dahil çeşitli okullardan mezun olunca memur olur. Üniversite hocası ise üniversiteden mezun olduktan en az 10 yıl sonra hoca olur. Çünkü en az 2 yıl master ve 4 yıl doktora yapar, ardından, araştırma yapmanın yanı sıra ders vermesini öğrenmeye başlar.
Bu sebepten, üniversiteyi içine itildiği rezalet durumdan kurtarmak için kayyım yöneticileri görevden almak yetmez, aldıktan sonra en az 10 yıl adam gibi hoca yetiştirmekle cebelleşmek gerekir. Sorun buradadır.
Tabii, 2015-16’da Güneydoğu’da patlak veren olaylar üzerine başlatılan devlet şiddetinin sona ermesi için “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini 11.01.2016’da imzalamak yüzünden “terör örgütü propagandası” gerekçesiyle 89 üniversiteden atılan 2.212 akademisyen hiçbir kadro sorunu olmaksızın DERHAL göreve çağrılmalıdır. Fakat bunların bir kısmı yurt dışına gitmiştir ve saire. Üniversite ölümüne yaralanmıştır. Toparlanmak en az 10 yıl alacaktır.
Bu süre içinde de liyakatsiz adam üretme mekanizması kaçınılmaz biçimde işlemeye devam edecektir. Her yerin imam-hatipli yandaşlarla doldurulmuş olmasından hiç bahsetmiyorum.
Haa, bugün (15.06.2022) duyuldu, şimdi bunların üstüne bi de öğrenci affı geliyor. Erdoğan lisans, master, doktora öğrencilerine af geleceğini açıkladı. Tabii ki “terörist” öğrencilere değil, başarısızlıktan atılan öğrencilere gelecek. Çoktan taşmış hocasız üniversite daha da doldurulacak .
***
Not: R. T. Erdoğan’ın, “4. Sondaj gemimizin adı Abdülhamit Han” demesini kınıyorum. Ulu Hakan Abdülhamid Han demeliydi. “Uzaydaki çıkarlarımızı da savunmak bizim namus borcumuzdur” sözleriyle ülkemizin geleceğini garantiye alan bir cumhurbaşkanı, ülkemizin tarihine de gereken saygıyı göstermeliydi.