Burada apaçık bir hakaret ve küfür var. Akla şu soru geliyor: Rejim böylesi hakaret ve küfürlere sarılacak kadar zor durumda mı? Belli ki öyle.
Gezi direnişinin 9. yıldönümünü idrak ederken, iktidarın bu direnişle derdinin bir türlü bitmediğini görüyoruz. Tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Direnişi, iktidarın tahakkümcü politikalarına verilen geniş ve kapsamlı bir yanıttı. Bu yanıyla, direnişin AKP dönemindeki en güçlü sivil protesto olduğunu söyleyebiliriz.
Hiçbir merkeze bağlı olmadan, kendiliğinden gelişen ve toplumun çok çeşitli kesimlerinin katıldığı bu direniş, bilhassa sönümlendikten sonra iktidarın saldırısına maruz kaldı. Erdoğan, AKP ve medyası direnişi “darbecilik”le suçlarken, direniş günlerine dair kara propagandalarını da ısrarla sürdürdüler.
Bunlardan biri Dolmabahçe Camii hakkındaydı. O günlerde Başbakan Erdoğan camide içki içildiğini ve bunun fotoğraflarını yayınlayacağını söyledi. Ancak bunun bir kara propaganda olduğu belliydi. Hem o fotoğraflar ortaya çıkmadı, hem de caminin imamı ve müezzini bu açıklamaların tersi yönde konuştu. İleriki günlerde Dolmabahçe Camii’nin müezzini, imamı ve Beyoğlu Müftüsü görevlerinden alınıp başka yerlere atandı.
Ancak biz yıllarca bu kara propagandayla yaşadık. Özellikle Erdoğan gerek başbakanlığı, gerek cumhurbaşkanlığı döneminde bu iddiasını ısrarla sürdürdü. Beri yandan, Gezi Direnişi’ne katılanlar hakkında hukuki takibat başlatıldı, insanlar yargılandılar, beraat ettiler, sonra yine yargılandılar, yine beraat ettiler ve son olarak direnişe poğaça ve sandalye göndermekten başka bir katkısı olmayan Osman Kavala “hükümeti devirmeye çalışmak” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Ayrıca Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden ve Yiğit Ali Ekmekçi 18’er yıl hapse mahkûm edildi ve Ekmekçi dışındaki altı kişi mahkeme salonunda tutuklandı. Bitmeyen bir dert ve intikam duygusu var, bu belli.
Zaten Erdoğan rejimi intikam siyasetinden enerji alan ve kendi tabanını alarmda tutmak için bu siyaseti sürekli olarak ‘genişleten’ bir karakterde. Bir ‘düşman’ yaratmaya ve onu ezmeye programlanmış bir siyaset bu. Öte yandan, ekonomik krizle birlikte, anketlere bakılırsa oyları düştükçe, bu siyasetin –yeterince baskıcı değilmiş gibi– daha da sertleştiğini görüyoruz.
1 Haziran günü yaşadıklarımız ise seviyenin bambaşka bir yere taşındığını gösteriyor bize. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı konuşmada yine Dolmabahçe Camii ile ilgili bilindik kara propagandaya başvurdu ve cümlesini sonlandırırken bir de direnişçilere küfür etti. Yazmaya bile utanıyorum ama şunları söyledi: “Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Bunlar çürük, bunlar sürtük.”
Burada apaçık bir hakaret ve küfür var. Akla şu soru geliyor: Rejim böylesi hakaret ve küfürlere sarılacak kadar zor durumda mı? Belli ki öyle.
Açıklamanın ardından ülkede doğal olarak bir tepki dalgası başgösterdi. Sanatçılar, gazeteciler, yurttaşlar, bilhassa sosyal medyadan tepkilerini gösterdiler.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Milletimizin iffetli analarına küfreden beslemeleri gördük. Milletine küfreden Cumhurbaşkanı’na ise ilk kez şahit olduk” dedi. Twitter hesabından bir paylaşım yapan Öztrak “Aziz milletimiz halinizi görüyor. Dersinizi vermek için sandığı bekliyor” dedi ve ekledi: “İftiralarınızla, küfürlerinizle beraber gideceksiniz.” Diğer siyasilerden de muhtemelen benzer açıklamalar gelecektir.
Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün Suriye konusunda da bir açıklama yaptı ve şunları söyledi: “Güney sınırlarımız boyunca, 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızın yeni bir safhasına geçiyoruz.”
2023 seçimlerine belli ki hayli zorlu şartlarda gideceğiz. Herkese sabır ve metanet diliyorum.