Öyle görünüyor ki, seküler-milliyetçi muhalefet diyebileceğimiz kesim, 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin büyük kentleri kaybetmesindeki temel etkenlerden birinin göçmenler meselesi olduğunu biliyor. O yüzden de seçime doğru bu meseleyi ‘ısıtmak’ istiyor. Beri yandan AKP –ve MHP– bu eli görüyor. Soylu’nun Özdağ’a yönelik sert çıkışının ardında da muhtemelen bu planı bozmaya yönelik bir hesap vardı.
2023 seçimlerine artık bir yıl kaldı denebilir. Eğer erken seçim olmazsa, önümüzdeki yıl Haziran ayında hem Cumhurbaşkanlığı, hem de milletvekili seçimleri yapılacak. Ancak seçim sath-ı mailine, yani seçim eğimine şimdiden girdik denebilir.
En önemli meselelerden biri, muhalefetin ortak adayının kim olacağı. Altılı Masa toplantılarını, temaslarını sürdürüyor. Masanın iki büyük partisi CHP ve İYİ Parti. Diğer partilerin de ağırlığı var elbette ama anketlere baktığımızda DEVA ya da Gelecek Partisi’nin yüzde 5’leri zorladığını göremiyoruz. Ancak en küçük partinin bile kritik önem taşıyacağı, her oyun kıymetli olacağı bir seçime gittiğimiz de muhakkak.
Muhalefet cumhurbaşkanı adayını hâlâ belirlemiş değil. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aktivitelerini artırdı ve açık açık söylemese de “Aday benim” mesajı vermeye çalışıyor, ancak önceki yazılarda da not düştüğüm gibi, muhtemelen Altılı Masa’yı henüz ikna edebilmiş değil.
Masadaki diğer muhalefet partileri çok önemli bir fırsatla karşı karşıya olduklarını biliyor ve işi hiç mi hiç şansa bırakmak istemiyorlar. Bu da çok normal. Belki de bir kilitlenme yaşanıyor cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda. Bilemiyoruz.
Bu ortamda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu kendince bir inisiyatif aldı ve Ramazan Bayramı’nda Karadeniz gezisine çıktı. Trabzon’a ve Rize’ye gitti. Gezi otobüsüne davet ettiği gazetecilerin kimliği çok konuşulsa da, herhâlde asıl bakılması gereken, kendisine ne derece ilgi gösterildiği. Uzaktan da olsa görebildiğim, 2019’daki yerel seçimler öncesinde çıktığı gezide gördüğü ilgiyi pek görememiş gibi. O vakit Trabzon’da yaptığı miting, 2019 seçim sonuçları için de epey ipucu vermişti.
İmamoğlu basın toplantısında “Cumhurbaşkanlığı adaylığı gündemimde yok” dese de “değişim ihtiyacı”na vurgu yaptı. Siyaseti izleyenler için çözülmesi zor kodlar değil bunlar. Adaylık için “Buradayım” diyor ve seçimde olası bir iktidar değişikliği için şartların uygun olduğunu söylüyor. Bir adım daha ileri götürürsek, belki de “Adayı iyi belirlemezseniz büyük bir fırsat kaçar” demeye getiriyor.
İmamoğlu böyle diyor ama adaylık için hazır mı? Son Karadeniz gezisine kadar hazır olduğu konusunda örtük bir ittifak vardı muhalif kamuoyunda. Ancak az evvel bahsettiğimiz ‘davetli gazeteciler’ meselesini iyi yönetemediğini söylemek mümkün. Öte yandan, böylesi orta çaplı krizlerin çabuk unutulacağını da öngörebiliriz, peşinden benzer ve daha büyük bir kriz gelmezse.
Fakat AKP-MHP ittifakının en büyük derdi bu değil. Göçmen karşıtlığının yükselmesiyle ırkçı ve aşırı sağ söylemler ne yazık ki daha geniş zemin bulmaya başladı ve bu atmosferde yeni partiler zuhur etti. MHP’yi de geride bırakacak denli milliyetçi görüşleriyle bildiğimiz Ümit Özdağ’ın kurduğu Zafer Partisi, göçmen karşıtı görüşleri ve ürettiği nefret söyleminin bilhassa sosyal medyada yankı bulmasıyla, iktidar ve muhalefet tarafından dikkate alınması gereken bir çizgi hâline geldi.
Özdağ’ın provokatif haberlerle ve buna kattığı ırkçı yorumlarla ‘ısıttığı’ ortam, bilhassa AKP’nin dikkatinden kaçmadı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu düpedüz hakaret ederek Özdağ’ı hedef aldı. Özdağ’ın arayıp bulamadığı fırsattı bu. O da seviyeyi hayli düşürerek, İçişleri Bakanlığı’nın kapısına –polisin yaklaştırdığı ölçüde– dayandı ve gündemde kendine geniş yer buldu.
Öyle görünüyor ki, seküler-milliyetçi muhalefet diyebileceğimiz kesim, 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin büyük kentleri kaybetmesindeki temel etkenlerden birinin göçmenler meselesi olduğunu biliyor. O yüzden de seçime doğru bu meseleyi ‘ısıtmak’ istiyor. Mesele şu ki, ‘aşırı’ ısıtıyor. Sıkıntılı şartlarda yaşayan birçok göçmen için hayat artık daha da zor.
Beri yandan AKP –ve MHP– bu eli görüyor. Soylu’nun Özdağ’a yönelik sert çıkışının ardında da muhtemelen, az evvel bahsettiğim planı bozmaya yönelik bir hesap vardı. Belli ki Erdoğan da bir kararsızlık sonrası oyunu kendi sahasında oynamaya karar verdi ve göçmenleri sahiplenen bir söylemi yeniden tedavüle soktu.
Umalım ki kasıtlı olarak ‘ısıtılan’ bu ortamda yeni pogromlara ve şiddet eylemlerine tanık olmayız. Ancak aşırı sağa meyleden şu anki atmosfer bile zaten son derece kaygı verici. Şu notla bitirelim: Aşırı sağ Avrupa’ya özgü bir kavram ya da siyaset değil. Memleketimizde çok güçlü. Bu konuya devam edeceğiz gibi görünüyor.