Ankara hükümetinin Lozan’a gönderilen heyetten talebi, kalan Ermenilerin de Ermenistan’daki Türklerle mübadele edilip yurtdışına çıkarılmasıydı. Heyet Başkanı İsmet Bey, bu talebe, Ermenilerin mübadelesini görüşecek muhatap olmadığını söyleyerek cevap verdi.
2023 yani Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yıldönümü yaklaşıyor. O gün yaklaştıkça antlaşma hakkında daha fazla şey okumaya ve dinlemeye başlayacağız muhtemelen. Lozan Antlaşması Türkiye’de ilginç bir konudur; “100 yıl sonra geçerliliğini yitirecek gizli maddeleri varmış” türünden şehir hurafelerinin yanı sıra, “Zafer mi, hüsran mı?” gibi çekişmelere de konu olagelmiştir. Tabii, bu antlaşmanın zafer mi hüsran mı olduğu değerlendirmesi tarafların hâlihazırdaki siyasi pozisyonlarıyla da yakından ilgilidir. CHP’ye yakın kişi ve kesimler ‘zafer’ olarak nitelerken, daha sağ İslamcı kesimlerin gözünde ‘kayıp’tır, hatta ‘teslimiyet’tir.
Lozan Antlaşması için sık kullanılan bir başka tanımlama da, ‘kurucu anlaşma’dır. Gerçekten de, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır ve o anlamda kurucu bir antlaşmadır. Fakat, Türkiye kendisini ‘kuran’ bu antlaşmayı daha mürekkebi kurumadan ihlal etmiştir ve etmeye devam etmektedir. Hatta, benim kanaatim odur ki azınlıklarla ilgili maddeleri daha imzalarken uygulamaya niyetleri yoktu. Ânın şartları içinde kendilerince kötünün iyisine razı oldular. Şöyle ki, Ankara hükümetinin Lozan’da birinci hedefi Ermeni ve Rumları memleketten tamamen silmekti. Malum olduğu üzre Rumları, İstanbul’dakiler hariç, Yunanistan’daki Müslümanlarla mübadele etme kararı zaten alınmıştı. (Yunanistan tarafı da buna istekliydi.) Her ne kadar görüşmelerde kabul ettirilemese de, TBMM’de, mübadeleye İstanbul’daki Rumların da dâhil edilmesi ve Rum Patrikhanesi’nin de Türkiye dışına çıkarılması görüşü ağırlıktaydı. Bu kadar da değil; Ankara hükümetinin Lozan’a gönderilen heyetten talebi, kalan Ermenilerin de Ermenistan’daki Türklerle mübadele edilip yurtdışına çıkarılmasıydı. Heyet Başkanı İsmet Bey, bu talebe, Ermenilerin mübadelesini görüşecek muhatap olmadığını söyleyerek cevap verdi:
“Yerli Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadelesini kiminle görüşeyim? Ermenistan hükümeti ile bir mübadele işini düvel-i müttefika ile açmak şark hudutlarını ve Moskova muahedesini onlarla mevzu-ı bahsetmektir. Ruslarla görüşmek ise, o da boğazlardan başka masailimize [meselelerimize] onların iştiraklerine ve bu vesile ile Moskova Ahidnamesi’nin rüyetine [görüşülmesine] imkân vermektir. Her ikisi [de] yapılamaz ve onun için Ermenilerin mübadelesi mevz-u bahis edecek muhatap yoktur. Ve bu hâlde bi’l-ihtiyar [kendi isteğiyle] memleketimizde kalacak Ermeniler içün ruy’ı kabul [kabul ciheti/yüzü] göstermekten başka bir suret-i hal maddeten mevcut değildir… Amerika’nın bütün misyonerleri ve Ermeni cemaatları buradadır. Benim fikrim onlara vatandaş yüzü göstermektir. Ermeni yurdu ve mümkünse ekalliyetler hukuku fikirlerini onlara redd ve ilan ettirmek niyetindeyim.” (Yazım yanlışlarına dokunmadım, vurguları ekledim. Telgraf Bilal Şimşir’in “Lozan Telgrafları” derlemesinde bulunabilir.)
İsmet (İnönü) Bey aslında temkinli ve kendi açısında akıllıca bir iş yapmıştır. Ermenilerle ve Ruslarla bir kere müzakere edilmeye başlanırsa konunun nereye gideceği belli olmayabilirdi. Ayrıca, Lozan’daki Ankara heyetinin temel stratejilerinden biri, Ermenilerin konferansta muhatap alınmamasını, taraf olarak kabul edilmemesini sağlamaktı. Bu sebeple, Ermeni heyetinin dinlendiği tek oturumu protesto edip, bu oturuma katılmamışlardır. Fakat sonuçta Ermenilerin ve Ermeni Patrikhanesi’nin memleket hudutları dâhilinde kalmasına rıza göstermek zorunda kalmışlardır. İsmet Bey’in telgrafının da açıkça yansıttığı gibi, bu onlar için ehvenişerdir.
Burada, telgrafta vurguladığım kısımlara dikkat çekmek isterim. Ermenilere ‘kabul ciheti’ ve ‘vatandaş yüzü’ göstermek ne demek? Bilmiyorum, başka bir yorum mümkün mü ama benim bu ifadelerden anladığım, “Görünüşte vatandaş olarak tanıyalım, vatandaşlık haklarını kâğıt üstünde verelim”dir. Başka bir deyişle, ‘yüz göstermek’, ‘mış gibi yapmak’ demektir. Hakları şimdi gösterelim, sonra vermeyelim... Ayrıca İsmet Bey Ankara’ya, mümkün olursa azınlık haklarını da tanımamaya çalışacağını söylüyor ki bu haklar azınlık gruplarının varlıklarını sürdürebilmeleri için kamu otoritesinin negatif ve pozitif yükümlülüklerini, yani yapması ve yapmaması gerekenleri kapsar. Fakat bu kadarı mümkün olmamış, Türkiye Lozan’da bazı azınlık haklarını garanti etmiştir.
Sonuç olarak, daha imzalarken uygulamaya niyetleri olmayan ‘doludan kaçmak’ için, istemeyerek imzaladıkları maddeleri ilerleyen zamanda ihlal etmekte de bir beis görmediler. Bu haklar nelerdir, nasıl, hangi şekillerde ihlal edilmiştir, başka yazıların konusu olsun.