24. Dönem 3. Yasama Yılının açılış konuşmasını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaptı. Gül konuşmasında, dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerin bu yasama yılını daha hassas hale getirdiğini söyledi. Gül, BDP’lilerin kucaklaşma görüntülerini eleştirdi. İfade özgürlüğü konusunda uyarı yaptı.
Tutuklu vekiller burada olmalı
Gül, “Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Gül’ün konuşmasından satır başları şöyle;
Böyle dönemlerde daha fazla konuda ortak tavır alabilmemiz gerekiyor. Bunun için de daha geniş istişareye, çok yönlü diyaloga ve her düzeyde daha yakın çalışmaya ihtiyacımız var.
Sözün gücünün ne olduğunu unutmayın
Siyasi partiler demokrasilerin temel unsurudur. Siyasi partilerimizin saygıdeğer liderleri ile siyasetçilerimizin, şartların gerektirdiği ortamın oluşmasına ortak katkıları, başka her türlü katkıdan daha fazla belirleyicidir. Birbirimizin düşünce ve kaygılarına empatiyle yaklaşalım. Doğrularımızı söylemeye devam edelim, ancak bunu yaparken dışlayıcı ve birbirimizden uzaklaşmayla sonuçlanacak bir üslup kullanmaktan da kaçınalım. “Sözün gücü” nün ne olduğunu hep hatırda tutalım.
Geçmiş deneyimlerimizden ve siyasi tarihimizdeki örneklerden bildiğimiz üzere, bir yasama yılı nasıl başlarsa öyle devam ediyor. Sözümüz güçlü olsun derken kendi söylemlerimizin esiri olabilir ve ileride telâfisi çok zor noktalara varabiliriz.
Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık, geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bize yakın coğrafyada, asla değişmez gözüyle bakılan, halkların kaderi olduğuna inanılan siyasi yapıların çözülmeye yüz tuttuğunu gördük. İnsanlar daha fazla hak ve daha fazla özgürlük taleplerini yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Hak ve özgürlüklerini elde etmek için her türlü fedakârlığa katlanmayı göze alabileceklerini gösterdiler. Değişim süreci henüz sona ermediği için etrafımızdaki çalkantılar ülkemizi de etkiliyor.
Yakın coğrafyamızda meydana gelmekte olan köklü değişimlere yol açan gelişmelerde ülkemizin ‘ilham kaynakları’ ndan biri olduğunun herhalde farkındayız.
Uzak ve yakın coğrafyalarda meydana gelen değişimler, ülkemiz için, büyük fırsatlar doğurduğu gibi yeni sorunlara da kapı aralamaktadır. Bölgemizde istikrar ve güvenliğe önem veren, karşılıklı dayanışma ve çok yönlü işbirliği temelinde sorunları ortak çözümlerle ortadan kaldırmayı amaçlayan uzun vadeli stratejimizi kararlıkla sürdürdük.
İki yıl kadar önce tamamen bizim dışımızda gelişen olaylar sonunda, tek parti rejimleriyle yönetilen otoriter Arap ülkelerinin halkları, özgürlük, adalet ve daha iyi ekonomik şartlar için hareketlenip korku duvarlarını yıktılar. Arap dünyasındaki bu köklü dönüşüm hareketi tamamen yerli olan bir hak, hukuk ve onur mücadelesidir.
Soğuk Savaş dönemi çoktan bitti. Ancak, Ortadoğu ’da bugün bile Soğuk Savaş mantalitesi ve yöntemleriyle stratejik ve taktik hamleler sürdürülüyor. Bu nedenle, her zamankinden daha dikkatli ve ihtiyatlı olmakta yarar bulunuyor.
Geçtiğimiz günlerde yaşanan ve etkisini şimdi bile hissettiren ‘film kışkırtması’ bu girişimlerin son örneğidir. Bu tarz provokasyonlar bundan sonra da olacaktır. İslam âleminin bu tuzağa düşmeden demokrasi ve kalkınma yolundaki çabalarını sürdürmesi gerekir.
Suriye tutumumuz doğrudur
Suriye ’de her gün yüzlerce insanın canını alan kanlı bir iç savaş sürüyor. Kadim medeniyetimizin en görkemli şehirleri harap olmaya; kucaklaştığımız insanlar birbirlerine acımasızca saldırmaya devam ediyor. Bir ülke kendisini tüketir mi? İşte bugün Suriye kendisini tüketiyor. Biz Suriye’nin kendi kendisini tüketmesini istemeyiz. Tercihimiz, halkı mutlu olan güçlü bir Suriye’dir.
Ancak, dünyanın gözü önünde kendi halkının meşru taleplerine savaş uçakları dahil ağır silahlarla mukabele eden bir rejim var bugün karşımızda. Biz ırk, din, mezhep, ideoloji farklılıklarına asla bakmaksızın ilkeli bir tutum sergiledik. Duruşumuz tarih önünde doğrudur.
Yeni Suriye’nin kendi halkıyla ve komşularıyla barışık bir şekilde, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruması en temel önceliğimizdir. Öte yandan, Filistin davasına sadakat ve desteğin kesintisiz sürdürülmesi, yeni Suriye’nin meşruiyetinin en önemli kaynaklarından biri olacaktır.
Terör örgütü bu kez de başta Suriye olmak üzere bölgede meydana gelen dönüşüm ve kaosu fırsat zannederek, yeniden tarihi bir yanılgı içine girmiş; Türkiye’nin huzurunu ve kalkınmasını engellemek isteyen farklı odakların taşeronu haline gelmiştir.
Teröre karşı mücadele, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temel ilkeleri gözetilerek, aynı kararlılık ve azimle sürdürülecektir.
Bu bağlamda, hepimiz bu Meclis çatısı altında yaptığımız “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini” koruma yeminine sonuna kadar sadakat göstermeliyiz.
Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir.
Türkiye bir süredir günün şartlarına da uyum içerisinde demokrasinin kanallarını genişletme çabasındadır. Daha önce korkulan pek çok alanda cesur adımlar atıldı, atılıyor. Eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde, herkesi mutlu edecek ve herkesin devletin bütün imkânlarından yararlanmasını sağlayacak değişiklikler birbiri ardına gerçekleştiriliyor.
Gerçekleşen değişikliklerden hemen her alanda herkesin yararlanması da sağlanıyor. Pek çok yasak sona erdirildi. Kimliklere müdahale anlamına gelen uygulamalar artık yok. Anadiller üzerinde varolan baskılar kalktı. İsteyene anadilini öğrenme imkânı bu yıldan itibaren eğitim sistemi içerisine alındı. Ülkenin her yerindeki bürokratlar görevlerinin halka hizmet olduğunun bilincindeler.
Bu itibarla, demokratik standartlarımızı yükseltme yönündeki cesaretimizin kırılmaması gerekir. Bugün konjonktürel sebeplerden artan terör saldırılarının tuzağına düşüp, yanlış istikamete girmemeli ve tekrar kısır döngü içine düşmemeliyiz.
Bu bağlamda, bütün sorunların çözüm yerinin bu Meclis olduğunu hatırda tutmalı ve yeni Anayasa hazırlanması çabalarımızı da kararlılıkla sürdürülmeliyiz.
Dış politikadaki kazanımlarımızın en değerlilerinden biri olan komşularla ilişkilerde kaydettiğimiz ilerlemeleri de titizlikle muhafaza etmeliyiz.
Ortadoğu ve dünyanın pek çok yerinde adalet duygusunu zedeleyen, istikrarsızlık ve aşırılıklara sebep olan Filistin meselesinin adil ve kalıcı bir şekilde çözülmesi; İran’ın ve diğer bölge ülkelerinin büyük tehdit algılamalarına bağlı gerilimlerin giderilmesi mümkün olabilecektir.
Avrupa Birliği ve başta ABD olmak üzere NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde yürüttüğümüz ilişkiler, sadece bir dış politika ve güvenlik tercihi olarak telakki edilmemelidir.
Ülkemizin siyasi, demokratik ve ekonomik vasıflarının da bir anlamda tescili olan bu ilişkiler, güvenliğimizin pekiştirilmesi ile demokratik ve ekonomik inkişafımız bakımından da son derece önem taşımaktadır.
Bugün Batı ekonomileri büyük bir krizle boğuşuyor, AB kendi içine kapanıp iç yapılanmasının beraberinde getirdiği bazı zafiyetleri gidermek için çaba sarf ediyor olabilir. Ancak, hiçbir kriz sonsuza dek sürmez. 1929 Buhranı’ndan bu yana çok sayıda kriz sona ermiş ve çoğu kez ülkeler “yaratıcı yıkım” kuralı gereğince krizlerden güçlenerek çıkmıştır.
AB üyelik perspektifinin getirmiş olduğu ivmeyle Türkiye’nin, ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarımızın hayat standardını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir gerçektir.
Çoğu kez karşı taraftan kaynaklanan nedenlerle süreç yavaşlasa da biz kendi işimize bakmalı ve AB müktesebatı çerçevesinde atılması gereken doğru adımları kararlılıkla atmalıyız. Bu nedenle, Yüce Meclis’ten beklentim, AB uyum yasalarına ve reformlarına yönelik önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız adına somut kazanımlara dönüştürülmesinin sağlanmasıdır.
Başkanlık sistemi tartışmaları sağlıklıdır
Ortaya çıkacak metin mümkün olduğu oranda üzerinde uzlaşılabilecek ortak görüşleri içermelidir. Anayasa gibi temel bir metin üzerinde yüzde yüz anlaşmanın ne denli güç olduğunun farkındayım.
Özgürlükçü bir anayasayla, herkesin hak ve hürriyetlerini garanti altına alan, kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği yeni bir vatandaşlık mukavelesini gerçekleştirmeliyiz.
Yeni anayasa yapım sürecinde, pek çok meselenin ve alternatif anayasal sistemlerin gündeme getirilmesi, bu sistemlerin olumlu ve olumsuz yanlarının irdelenmesi sağlıklı bir tartışmadır.
Bu sistemlerin dünyada başarıyla uygulandığı örnekler bulunduğu gibi, ciddi sıkıntılara yol açtığı örnekler de mevcuttur. Önemli olan dünyadaki mevcut örnekleri de dikkate alarak, meseleyi kendi bütünlüğü içinde, tüm veçheleriyle tartışmaktır.
Netice olarak yapılması gereken; köklü anayasal tecrübemizin ışığında milletimizi layık olduğu seviyeye taşıyacak; temel hak ve özgürlükleri genişletecek; halkımızın birlik ve beraberliğini pekiştirecek; demokrasimizi kurumsallaştıracak bir anayasanın biran önce hazırlanmasıdır.
Ülkemizde bugün herkesin görüşlerini rahatlıkla ifade edebileceği bir özgürlük ortamı bulunuyor. Bu yolda eksikler veya yanlış uygulamalar, demokrasiyi zedeleyen görüntüler sözkonusu ise, bunların hepsi hiç gecikilmeden ortadan kaldırılmalıdır.
Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğu yolunda kimsenin kaygısı da, kuşkusu da bulunmamalıdır.
Gazeteciler görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmalıdır
Bir ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri, o ülkeye itibar kazandırır. Aynı şekilde, gazeteciler, haberciler ve bir bütün olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır.
Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması yüzünden hapse düşmemelidir. Şiddeti teşvik eden ile görüş açıklayan arasında kesin bir ayrım gözetilmelidir.
Hukuk devleti, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi temel demokratik ilkeler her ülkeyi güçlü kılar. Kritik dönemlerden geçerken bu konularda göstereceğimiz özen ve titizlik, mücadele gücümüze güç katar ve her türlü istismar ve kirli propagandaları defeder.
Reformlar ekonomik şoklara karşı bizi korudu
Krizi takip eden yıllarda alınan etkili tedbirler ve hayata geçirilen kapsamlı reformlar sayesinde ekonomimiz, istisnaî bir iki yıl hariç, istikrarlı bir büyüme ve gelişme trendi yakalamıştır.
Ayrıca, 2007'de başlayıp 2008'de derinleşen ve halen etkileri devam eden, dünyanın son yüzyılda yaşadığı en şiddetli krize karşı güçlü bir dayanıklılık ve esneklik göstermiştir. Yapılan reformlar bizi bu defa dış şoklara karşı korumuştur.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türk ekonomisi son 10 yılda AB ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyümüş ve bu büyüme istihdam yaratan bir büyüme olmuştur.
Günümüz dünyasında ekonomi alanında başarılı olmak, sürdürülebilir bir büyüme trendinin ve istikrarlı bir ekonomik ortamın sağlanması anlamına gelmektedir.
Ayrıca şu gerçeği de unutmamalıyız: Arzu ettiğimiz neticeler, talimatla değil, doğru politikalar izlemekle elde edilebilir.
Ekonomi alanında bugüne kadar sağlanan başarıların önemli bir sebebinin mali ve parasal disiplin olduğu unutulmamalıdır. Bu alanda yaşanacak gevşemenin, tamiri imkânsız sonuçlara yol açacağı hatırda tutulmalıdır. Ayrıca, bu kırılgan dönemde kamu harcamalarındaki önceliklerimize de dikkat etmeliyiz.
Zenginleşiyor ve zenginliğimizi tabana yaymanın yollarını arıyoruz. Sorunlarımızı, demokrasi içerisinde, konuşarak ve tartışarak çözme gayretindeyiz.