Tepeden normalleşme

Ermenistan-Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin normalleşmesi ve sınırların açılması, ilişkilerin tamamen olmayışına ve savaş durumuna kıyasla olumlu bir ilerlemedir. Ancak, şimdi de bu üç ülkenin ilişkilerinin normalleşmesinin elitler düzeyinde gerçekleştiğini görmezden gelmek mümkün değil.

GAYANE AYVAZYAN

Modern öncesi imparatorlukların çöküşü, güç dengesini değiştirerek yeni bir siyasi haritanın oluşumuna yol açtı. Güç dengesi önemli ölçüde bozuldu ve dünyada tek merkezli Batı hegemonyasının temellenmesine yol açtı. Batı’nın sömürge politikası özenle gizlenmiş durumda; uzakta gibi görünüyor ve her zaman özgürleştirmeye geliyor. Hem milliyetçiliğe hem de soylu ulusa dayanan modern devlet fikirlerinin Batı kapitalizminin yayılmacı politikalarına hizmet edecek araçlar olarak ortaya çıktığını görebilmek için güçlü hayal gücü gerekmez. Kapitalizmin eli görünmez kalırken görünür olan ulusal/devlet sınırlarıdır ve bunların kukla egemenliğini yönetmek kolaydır. Devlet ve millet üzerine düşünceler küresel kapitalizmin politikalarını perdelemeye yöneliktir. Ermeni, Türk ve Azeri ilişkileri, ister normalleşme ister çatışma aşamasında, Batı tek merkezli kapitalizmin kalıplarını yeniden üretiyor ve sömürge politikası anlatılarının bir sonucudur. Ermeniler ve Türkler arasındaki çatışma Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonucu ortaya çıktıysa, Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla düşmanca bir hale geldi. Buna paralel olarak bölgede Batı’nın sömürgeci yayılmacı politikası hiç sarsılmamış ve sürekliliğini koruyor. Bölgede Batı kapitalizminin politikasının yanı sıra bu politikanın bölgesel çatışmalara ve bundan kaynaklanan felaketlere etkisinin içten sorgulanmamasının sebebi de Batılı sömürge anlatılarının baskınlığıydı. Bu, çatışmanın tepeden yönetilebilirliğine yol açtı ve bu çatışmalara dair Batı merkezli anlatıların baskınlığı, onlarca yıldır çatışma çözümsüzlüğünün yeniden üretilmesine yardımcı oldu.

Dağlık Karabağ sorununun mevcut aşamasında, Ermeni-Türk-Azeri ilişkilerinin eski mantığını tersine çevirmeye çalışılıyor. Bu, her şeyden önce Batı’nın bölgedeki siyasi egemenliğini gözden geçirme arzusundan kaynaklanıyor. Esasında, bir ekonomik bölge (işbirliği) oluşturmaya çalışılıyor. Bu 3+2 (3) formatındaki ülkeleri [Rusya-Türkiye-İran, Ermenistan-Azerbaycan (Gürcistan)] birleştirmekle kalmayıp, eski Sovyet topraklarında, Hindistan ve Çin’e kadar uzanan yeni ekonomik dağılım oluşturabilir. Bu olası işbirliğinin, liberal kapitalist ekonomiyi devirme iddiası olmasa da, ve hatta onun bir yüzü veya uzantısı olsa da, eğer kapitalizmin mantığı yer yer sorgulanırsa, tek merkezli Batı siyasi hegemonyasını tehlikeye atabilir. Kapitalizmin içinde tek merkezli sistemin bozulması, onun bir bütün olarak kaskatı kalmasından daha iyidir.

Aynı şekilde Ermenistan-Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin normalleşmesi ve sınırların açılması, ilişkilerin tamamen olmayışına ve savaş durumuna kıyasla olumlu bir ilerlemedir. Ancak, şimdi de bu üç ülkenin ilişkilerinin normalleşmesinin elitler düzeyinde gerçekleştiğini görmezden gelmek mümkün değil. Zamanında bahsi geçen ilişkilerin bozulması da elit bir fenomendi. Kin ve düşmanlık atmosferi geniş kamuoyuna tepeden aşağıya yönlendirilmiş ve sistematik bir biçimde ulaşmışsa da, ilişkilerinin normalleşmesine giden bu aşamada bahsedilen üç ülkede de sistematik bir şekilde tezahür eden faşizm politikalarının gözden geçirilmesine yönelik girişimler yok gibi görünüyor. Ne devlet mekanizmasına gözle görülür şekilde yakınsanmış kuruluşlar, ne de büyük ölçüde iktidarın yeniden üretilmesinde aktif rol oynayan sivil toplum kuruluşları, fonlar, medya vb. bu işi yapmak için acele ediyor.

İlişkilerin normalleşmesi ekonomik ablukanın kalkması ve sermaye dolaşımı demektir, bu da sermayenin yeniden tahsisine yol açacaktır. Fakat bu normalleşme, tepeden yönlendirilen insani ve toplumsal düşüncenin eleştirildiği ve gözden geçirildiği anlamına gelmiyor. Her üç toplumda da tepeden yazılan tarih [history from abovek] klişeleri, oryantalist sömürge politikalarının sonucunda oluşan benlik algıları henüz dokunulmazlıklarını koruyor. Her üç devletin de gerek Osmanlı’da Ermeni tehcir ve kitlesel katliamlarına, gerek Ermenistan, Azerbaycan ve Dağlık Karabağ bölgesinde (daha sonra tanınmamış cumhuriyet) yukarıdan organize edilmiş etnik temizliğe ve şiddete normalleşme sonucunda siyasi değerlendirme yapacağını, bunları tanıyacağını, kınayacağını beklemek zor. Bu konuların askıya alınması ilişkilerin normalleşmesi için büyük tehlike oluşturuyor. Kapitalist yeni-sömürgecilik uygun zamanda ve uygun yerde kendi çıkarlarına hizmet edecek çatışmalar yaratmak için boşluklara ihtiyaç duyar. Şu an devam eden aktif normalleşme süreçlerine rağmen genel halkın bunun dışında bırakılmasının nedeni de muhtemelen budur. Son Karabağ savaşında ise, tam tersine, savaş etrafında açık bir kamuoyu konsolidasyonu vardı. Hem Ermenistan hem Azerbaycan düşman imajını en ‘başarılı’ şekilde kullanarak iktidarlarının etrafında toplumun neredeyse her kesimini dahil eden geniş bir konsolidasyon sağladılar. Aynı şekilde, onlarca yıl boyunca Dağlık Karabağ ile ilgili barış müzakerelerini toplumların buna hazır olmadığı gerekçesiyle başarısızlığa mahkûm ettiler. Ve kimse bu toplumların günümüzde normalleşme süreçlerine en azından neden engel olmadığını sormuyor. Örneğin Ermenistan’da savaşı kaybeden siyasi güç, oy çokluğuyla yeniden iktidara geldi. Yerevan’da Ermenistan-Türkiye normalleşme sürecine yönelik görüşmelere karşı protesto veya eylem yapılmıyor. İki yıl önce insanlar seferber olup Karabağ’a gitmezse ‘Türk kılıcının Ermeni çocuklarının beşiklerine gireceğini ve onları keseceğini’, Avrupa, Ermenilere yardıma gelmezse Türklerin Viyana duvarlarına dayanacağını son derece açık metinle söyleyen ve tehditler savuran aynı hükümet şu an ilişkilerin normalleşmesine doğru ilerliyor. Bu, siyasi kültürün bütün sahteciliğini ve manipülasyonunu gösteriyor. İnsanlar bu manipülasyon ve sahteciliğe kurban gidiyor. Batılı sömürge anlatılarının ve/veya bunlardan etkilenmiş ulus devletlerin ideolojik temellerinin yakın gelecekte Ermenistan-Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin gündeminden çıkacağına dair umut ve şansın yüksek olmadığı doğru. Bu anlatıların ne kadar baskın görünürlüğü olsa da, sadece bunlarla sınırlı değiller. Halklar daha fazla savaş ve kapalı sınır istemiyorlar. Düşmanlık ve kin yapaydır; Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan halkları barış ve dostluğun olduğu istikrarlı bir döneme hep birlikte girebilir. Bu ütopik görünse de, bunu hak ediyorlar. Kendi ütopyalarının olmasını da hak ediyorlar.