Dr. Esra Kaya Erdoğan’ın ‘Bayağı Kalabalığız: Üniversiteli İşsizliği’ başlıklı kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Üniversite öğrencilerinin barınma sorununun çok ciddi boyutlara ulaştığı günümüzde Dr. Erdoğan’la ‘üniversite sonrası’nı ve Türkiye’de işsizlik olgusunun farklı boyutlarını konuştuk.
Kitabın serüveninden başlayalım. 2008’lerden 2020’ye uzanan uzun soluklu bir araştırma sonunda bu kitap ortaya çıkmış. Bu süreci anlatır mısınız?
Bu serüven 2010’lara doğru birkaç etkiyle oluştu. Yüksek lisans tezimde kentsel mekânda güvenlik-güvensizlik üzerine çalışmıştım. Hem tez hem de o dönemde yürüttüğüm mekâna dair araştırmalarla sıklıkla “egemen açısından kentsel alanda yeni tehdidin kim olarak addedileceği” sorusunu soruyordum. Bu sorunun yanıtında “işsizliğin ve işsizlerin” yer alabileceğini düşünüyordum. Aynı günlerde çalışma alanlarından biri işsizlerle dayanışma olan Birlikte Umut Derneği’nin gönüllüsüydüm. Hemen sonra 2009 krizi yaşandı ve diplomalılar arasındaki işsizlik arttı. Yakın çevrem dahil olmak üzere, üniversite mezunları arasında mezun olduktan sonra işsiz kalma süreleri uzamaya, iş bulmak zorlaşmaya başlamıştı. İşsizliğin – o dönem için- yakın geleceğin “toplumsal meselesi” haline geleceğine dair emareler çoğalmıştı. Böylelikle doktora araştırmamı diplomalı işsizler ve işsizlik üzerine yürütmeye karar vermiş oldum. Ancak çeşitli nedenlerle tezimi uzun bir dönem içinde tamamlayabildim. Geçen yıllar içinde hepimizin bildiği gibi, diplomalı işsizlik kitleselleşti ve yerleşik bir mesele haline geldi. Kitaplaşması ise pandemi dönemine denk gelmiş oldu. Pandemiyle bir milyonu aşkın diplomalı işsize yeni işsizler eklendi.
Araştırmanızı nasıl ve hangi yöntemle gerçekleştirdiğinizden de bahseder misiniz?
Saha çalışması, İstanbul’da ön lisanstan doktoraya kadar farklı disiplinlerden, farklı diploma dereceleri olan 24 kişiyle yaptığım mülakatlara dayanıyor. Görüşmelerimde lise yıllarından başlayarak, yükseköğrenim, mezuniyet sonrasında iş arama, çalışma yaşamı deneyimleri ve işsizliğe uzanan bir aksı takip ettim. Böylelikle görüşmeler yaşam öyküsü anlatısına yaklaştı. Odağımda işsizlik meselesi olsa da özellikle eğitim yaşamı ve çalışma yaşamına dair arka planı sorgulamak sınıfsal aidiyetleri ve bu temeldeki farklılıkları, işsiz günleri bir yanıyla yapılandıran geçmiş deneyimi görmemi sağladı. Bir parantez açarak, diplomalıların işsizliğinde bazı benzer eğilimler olmakla beraber elbette ki ait oldukları sınıfsal köklerin tüm bu süreci belirlediğini de vurgulamak isterim. Bunun yanı sıra yeni mezun ve iş yaşamı tecrübesine sahip olanların işsizliği yaşama biçimleri farklılaştığı için yeni mezun ve deneyimli olanın aktarımlarını kendi bağlamlarında tartıştım. Yine yaşa ve toplumsal cinsiyet rollerinin etkilerine de müstakil olarak bakmaya çalıştım. Kitap da bahsettiğim yaşam öyküsünü takip etti. Liseden başlayarak işsizliğin tahribatı dediğim son aşamaya gelen örgüyle bir süreç anlatısı olarak metni kurguladım.
“Artık işsizlik bile deneyimlenemiyor” diyorsunuz. Bu, çok çarpıcı bir ifade. Kitabı henüz okumamış olanlar için bunu açar mısınız?
Bu ifade kitapta aktarılan pandemi öncesindeki işsizlik deneyiminden ziyade pandemi dönemine işaret ediyor. Pandemi hepimiz açısından aynı zamanda bir dizi alanda toplumsal bir kriz olarak yaşandı ve hâlâ yaşıyoruz. Diplomalıların işsizliği de elbette bundan azade değil. Pandemi ile birlikte işsiz kalan, çalışamayan milyonlarca insana ek olarak 2020 Mart ayından bugüne kadar geçen zaman içinde mezun olan gençlerin iş arama şansları bile neredeyse yok. Konservatuardan ya da gazetecilik gibi bir bölümden mezun gençleri düşünelim, çalışamayan ya da işten çıkarılmış binlerce sanatçının, gazetecinin olduğu bir ortamda çalışma fikri bir yana, iş ilanlarını tarama ya da iş görüşmesi yapabilme imkânı bile neredeyse yok. Çünkü işsizliğin de bir gündelik yaşam ritmi vardır. Bu ritimde her gün ya da gün aşırı iş ilanlarını kontrol etme, özellikle dijital mecraları tarama ve gezinme, her ilana uygun bir içerik geliştirerek başvuruyu yapma, iş görüşmesine davet edilmeyi bekleme ya da iş görüşmeleri yapma gibi aslında bir yanıyla “iş aramanın işe benzeyen bir ritmi vardır”. Kitaptaki ifadesiyle işsiz açısından “iş aramak yeni bir iş gibidir”. Pandemi sonrasında ise özellikle yeni mezun gençler bu türden tecrübeleri dahi yaşayamadılar. Birçoğu öylece ailelerinin yanında, evlerinde bu dönemin geçmesini bekliyor.
“İşsizliğin tahribatı” kitapta kullandığınız bir başka kavram. Bunu açar mısınız?
İşsizliğin tahribatı işsizlik sürecindeki bir aşamayı içeriyor. Bu aşama ne zaman başlıyor diye soracak olursanız, işsizliğe mukavemet gösterebilme sınırı herkes için farklılaşıyor. Bu nedenle bir takvim sunmak zor ancak uzayan işsizlik halinde tahribatın arttığını ve yeni etkiler oluşturduğunu söyleyebiliriz. İşsizliğin uzaması, para ve geçim sorununun artması, sosyal bağların kopması, başkalarına bağımlılığın bir tür utanca dönüşmesi, iş arama yılgınlığının oluşması hatta iş aramaktan vazgeçmek gibi bir dizi sonuçla birlikte yaşanıyor. Bunlar arasında üç sonucun tahribatı kritik düzeyde oluşturduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki toplumsal mensubiyetin yitimi. İşsizlik diplomalıların eğitim ya da çalışma yaşamında edindikleri sosyal bağlantılarıyla ve ilişkileriyle kopmalarına neden oluyor. Bir taraftan somut olarak parasız olmak, diğer yandan işsizliğin toplumsal bir etiket olması sosyal karşılaşmalardan kaçınmaya neden oluyor. Bunun yanı sıra diplomalı kendi işsizliğini kavramaya ve açıklamaya çalışırken kendisine yönelebiliyor. İşsizliğin şahsileşmesi dediğim bu hal, kendi eğitim birikimine, becerilerine, yetkinliklerine, yaşamıyla ilgili aldığı kararlara yönelerek; “Acaba benim neyim eksik, nerede hata yaptım?” gibi sorularla işsizliğinin müsebbibi olarak kendisine yönelebiliyor. Son olarak ise tanıdıklar ağıyla, torpil ile, siyasal kayırmacılıkla başkalarının iş bulduğunu görmek toplumsal adalete dair kolektif bir huzursuzluk biçiminde yaşanıyor.
İşsizliğin küresel bir sorun olduğunu biliyoruz. Türkiye’deki işsizlik olgusunun ülkeye özgü özellikleri, dinamikleri var mı? Varsa nelerdir?
Bir karşılaştırma açısından nereyi referans olarak alacağımıza göre değişiyor bu sorunun cevabı olabilecek bazı meseleler… İşsizlere yönelik politikalar, istihdam verilerinin istatistikselleştirilmesi ve sunumu, yurttaşların iş bulmasında kamunun desteği, işsizlik desteklerinin nasıl bir yönetimselliğe tâbi kılınacağı gibi meselelerde de çeşitli ülkelerle benzerlik ve farklılıklar var. Kısaca farklı rejimlerdeki ayrımın işsizliğin ve işsizin hangi düzey ve bağlamda sosyal politikanın bir parçası olarak görüldüğüyle oluştuğunu söyleyebilirim. Gündelik deneyim de ise Türkiye gibi ülkelerde “ailenin” rolünden bahsedebiliriz. Aile, yakın sosyal çevre gibi aktörler hem bir destek ilişkisi hem de işsizi ergenleştiren tutumlar üreten bir mekanizma olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca biraz önce değindiğimiz gibi nepotizmin yani tanıdıklar ağıyla iş bulmanın yaygınlaşmasıyla oluşan huzursuzluk öne çıkıyor. Siyasal iltimas, adam kayırmacılık gibi açık ve görünür haksızlıkların yanı sıra, işsizliğin yaygınlaşması daha öncesinde kayırmacılığın olmadığı düşünülen alanlarda da “adamını bulma, networkleri çalıştırma” gibi sonuçlar yaratmış durumda. Bu ise sosyal, siyasal ya da ekonomik olarak daha güçlü olanın daha imtiyazlı olmasını yeniden üretiyor. Diğer taraftan diplomalı işsizliği özelinde üniversitelerde yeni bölümlerin açılması, öğrenci sayılarının düzenlemesi gibi yönetsel kararların hiçbir planlama yapılmadan alınmasını da konuşmalıyız.
Son günlerde üniversite öğrencilerinin barınma sorunu çok ciddi boyutlara ulaştı. Sorunun bu kadar vahim boyutlara ulaşmasında ülkedeki üniversite sayısının ve bölüm kontenjanlarının son yıllarda hızla artırılmış olmasının önemli payı olduğu belirtiliyor. Sizce üniversiteli işsizliğinin artışında da bu bir neden olabilir mi?
İlk bakışta, diplomalı işsizliğini, üniversite ve üniversite mezunlarının sayısının artmasının doğal ve doğrudan bir sonucu gibi okuyabiliriz. Ancak başka bir pencereden baktığımızda; üniversiteler mevcut işsizliği üç- dört sene öteleyen bir sünger işlevi görüyor. Şu anda üniversiteye kayıtlı sekiz milyon kişi var. Bu kişiler işsiz kabul edilmedikleri için lise mezunu işsizlerin oranı düşüyor ve bir açıdan bu aşamada yaşanacak olan işsizlik erteleniyor. Gençler üniversite mezuniyeti sonrasında işsizlikle mücadele ediyor. Bu nedenle diplomalı gençlerin bir bölümü eğitimde geçen yıllarının kayıp olduğunu, hayata çok geç atıldıklarını ve artık başka mesleki beceriler edinmek için de geç kaldıklarını düşünüyor.