HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında twitter hesabından yaptığı bir paylaşım nedeniyle dava açıldı ve 2 yıl 6 aylık hapis cezası öngören hüküm Yargıtay tarafından onandı. Kararın siyasi olduğunu söyleyen Gergerlioğlu ile kendisi hakkında verilen kararı, HDP'li vekiller için Meclis'e getirilen fezlekeleri ve hak savunuculuğu önündeki sorunları konuştuk.
Hakkınızdaki suçlama Yargıtay'da onandı, vekilliğinizin düşürülmesi gündemde, bununla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne başvurdunuz, öte yandan HDP'li vekillerini dokunulmazlıklarını kaldırma girişimi de yine gündemde. Sizin dışınızda sekiz HDP’li milletvekiline daha fezleke düzenlendi. Partiyi kapatma yerine bu formül mü devreye giriyor?
Siyasi iktidar bir şekilde HDP’yi siyaset alanından uzaklaştırma niyetinde. Bunu hepimiz görüyoruz. Bunun şeklinin nasıl olacağı net değildi. Parti kapatma Anayasa’nın 68. maddesine göre zorlaştırılmıştı ve bir formül aramaya başladılar. HDP’yi felç etme, milletvekillerini teker teker devreden çıkartma, fezleke yağmuruna tutma… 90’dan fazla fezleke bize geliyor. Dünya hukuk tarihinde olmayacak fezlekeler geliyor ve bana da hızlandırılmış bir Yargıtay kararıyla ceza veriliyor ve topyekûn Kürt meselesindeki çözüm için çırpınan HDP devre dışı bırakılmaya çalışılıyor. Bana verilen cezanın nasıl hızlandırılmış olduğunu da çok iyi biliyorum. Gerçekten skandal bir kararla karşı karşıya olduğumuzu da tüm hukukçular görüyor. Bunların hepsini topladığımız zaman Kürt meselesindeki çözüm yoluna yönelik bir siyaset izleyen HDP’nin siyaset dışına itilmeye çalışıldığını anlıyoruz.
Öldürülen askerlerin ardından paylaşımınız hükümet tarafından tepkiyle karşılandı. Ailelerin zamanında sizinle iletişime geçtiğini söylediniz. Peki, iktidar altı yıl boyunca neden gereken adımı atmadı? Siz ailelerle görüşmelerin ardından devlet yetkililerine görüşmelerin detayları hakkında bilgi verdiniz mi? Verdiyseniz nasıl bir yanıt aldınız?
Biz ailelerden başvuru aldık. Benim iki buçuk yıldır takip ettiğim bir konuydu. En az 20 yıldır siyaset ve insan hakları meydanının içindeyim. 15 yıla yakın medya organlarında makalelerim yayınlandı. Uzun yıllar MAZLUMDER’in başkanlığını yaptım. Orayı bıraktıktan sonra da insan hakları üzerine çalışmalar yapmaya devam ettim. Bütün bunlardan dolayı aileler bana başvuru yaptı. Aileler çocuklarının kurtulmasını istiyordu ve çoğunlukla HDP’ye yönelik önyargıları olsa da bu aileler bir HDP milletvekili olarak sık sık benden de talepte bulundular. Bu konuda şikâyetlerini yazılı olarak bana soru önergesi vermek üzere formlar gönderdiler ve basın toplantılarında da bu konuyu gündeme getirdim. İki buçuk yıldır bu konu önümdeydi ve sürekli nasıl bir çözüm olabilir diye bakıyordum. Farklı siyasi partilere de giden bu ailelerin maalesef geri çevrildiğini görüyordum. İyi Parti, CHP, MHP, AKP… Gitmedikleri yer kalmamıştı. Kendilerinin beyanlarını tetkik ettiğim zaman Cumhurbaşkanı’na en az iki defa gittiklerini ve görüştüklerini, İçişleri Bakanı ile görüştüklerini ve kendilerinin ailelere “Sabredin” yanıtını verdiklerini gördüm. Benim dışımda da CHP Milletvekili Murat Bakan arkadaşım da altı kez soru önergesi vermiş, fakat hiçbir cevap gelmedi. Diğer partiler de TBMM’de gündeme getirdi, hiçbir adım atılmadı.
Gare Operasyonu’nun yapıldığı sabah Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın açıklamasını dinlediğim anda meseleyi anladım. Açıklamada sivil vatandaşlardan söz edildi. Konuyu takip eden birisi olarak orada asker, polis, eski MİT mensuplarının olduğunu anladım. Çok da üzüldüm ve twit attım: “Bana bu aileler başvurdu, yaşayabilirlerdi keşke ölmeselerdi” dedim. Ne var bunda? Birisinin propagandasını mı yapıyorum? “Bu askerler keşke ölmeseydi” diyorum. O gencin videosunu paylaştım, çaresiz halini, herkesten yardım bekleyen halini paylaştım. Keşke bir formül ve çözüm bulunsaydı. Daha sonra nefret objesi haline geldik. Bize linç kampanyası başlatıldı. Askerler ölmeseydi demek, suç mu? İşin arka planını bilenlerden biriyim. Birçok milletvekili bile ölen askerlerin esir olduğunu bilmiyor. Hatta kamuoyu da bilmiyor. Bu olayla birlikte öğrendiler. Biz bunu biliyoruz ve bunun için çırpıyoruz. Hayıflanma cümlemizi kabul edin. Olaydan haberdar olmayanlar, bu konuyu hiç hissetmeyenler, umurunda olmayanlar kalkmış bize her türlü hakareti yapma hakkını kendilerinde görüyor. Nefret ve linçin hâkim olduğu toplumdaki manidar olaylardan birisi bu. Biz vicdanen rahatız.
Geçtiğimiz hafta Eren Keskin ve Şebnem Korur Fincancı cezalar aldılar. Şimdi de siz… Barışı savunmanın suç olduğu bu ortamda hak savunucularını nasıl bir tehlike bekliyor?
İnsan hakları savunucuları, başkalarının haklarını savunur. Genelde tüm insanlar nasıldır, ayağına basarsan feryat eder, başkasının ayağına basarsa kimse duymaz. İnsan hakları savunucuları başkasının hakkını savunmayı ve gündem etmeyi kendilerine meslek edinmiştir. Bu çok erdemli bir durum. Ama gün gelir insan hakları savunucuları hedefe oturtulur ve onların hakkının arayacağı günler olur. Biz de saldırı altındayız. İnsan hakları ihlalleri çok yoğun yapılan, bunları dile getirdiğinizde davalar açılan, dile getirdiğiniz konuları zinhar kimsenin açmadığı, kapattığı, duyulmamış gibi. İnsan hakları savunucuları bu konulara değiniyor. Ben çıplak arama konusuna girince vekilliğimin tehdit altında olacağını düşündüm ama girdim. Bilim insanları büyük karışıklıklarda bilimini, düşüncesini ortaya koyar. Biz de bunu yaptık. Çünkü haklıyım. Yemediğimiz hakaret, soruşturma kalmadı. Şimdi Türkiye’de çıplak arama yapılmadığını söyleyebilecek tek bir kişi bile yok şu an. Özlem Zengin de kabul ediyor. Saldırı altında kaldım ama koca Türkiye’ye çıplak arama konusunu kabul ettirdim. Bundan onur duyuyorum. Çocuklarıma da söylüyorum, ben utanılacak bir şey yapmadım. Hepimiz de bu bedele razı olacağız. Kendi aileme de diyorum. Hrant Dink de bunları söylerken başına ne gelebileceğini biliyordu ama devam ediyordu. O söylemeye, konuşmaya, vicdanlara hitap etmeye devam etti. Hrant Dink, Tahir Elçi toplumun büyük değerleri. O yüzden biz de söylemeye devam edeceğiz çünkü bu toplumda değişim şart. İşkenceleri, hak ihlallerini, kötü muameleleri ortaya çıkarmak zorundayız.
AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, önce çıplak arama yönteminin uygulanmadığını söyledi. Daha sonra ise “60 yıldır bu uygulama var” dedi. AYM de hak ihlali kararı vermiş. Neden bu konuda böyle bir ısrar var?
Devlet kendi ihlalinin üstünü örtmeye çalışıyor. Bütün mesele bu. Sadece çıplak aramada değil ki, birçok konuda da kendi ihlalinin üstünü örtmeye çalışıyor. Bakın şunu çok net söylüyorum; çıplak arama var dediğimde iktidarıyla, muhalefetiyle çıplak aramanın olduğunu biliyordu. Muhalefetin bir kısmı konuşmaya cesaret edemedi. Meral Akşener bugün bu konuya değindi. Ben Aralık ayında gündeme getirdim. AK Parti’liler de biliyor. Çıplak arama vesilesiyle Türkiye insan hakları mücadelesinde önemli bir adım atıldı. İnsanlar, kendilerine çıplak arama yapıldığını söyledi ve başardık. İnsan hakları alanında bir adım atılmış oldu. Bu bir cesarettir. Kendini ifade edemeyenler, bunu anlatamayanlar anlattı. Siyasetçi Tuncay Özkan anlattı, siyasetçi millet adına her şeyi konuşur. Konuşamıyormuş adam. Kaç yıl önce yaşadığını şimdi yaşamış. Ondan sonra Selda Bağcan, Atilla Taş, başı örtülü ve örtülü olmayan kadınlar anlattı. Videolarla anlattılar. İnsan hakları hareketi oldu. Ben bunu önemsiyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin önemli bir olayı olarak görüyorum. 2020’de dile getirip Şubat 2021’de başardığımız bir olay. Bana “FETÖ’cü” dediler. Ben sadece FETÖ soruşturmalarında mı gündeme getirdim? Kürt, Alevi, solcu, Ermeni, kime yapılırsa yapılsın gündeme getiriyorum. Son dört beş yıldır 600 bin FETÖ soruşturması var. O soruşturmalarda bu tip olaylara daha çok rastlanacak. Kürtler buna maruz kalmıyor mu? Geçen gün Hakkâri eski eş belediye başkanımız darp edilerek gözaltına alındı. Özlem Zengin, “İnanmıyorum” diyordu, şimdi “60 yıldır yapılıyor” diyor. “Yabancı ülkelerde yapılıyor” diyor. Evet, yabancı ülkelerde vahşi bir şekilde yapılıyor. İnsanlar bu tür şikâyetleri, AİHM’e götürüyor orada da bu ülkeler cezalandırılıyor. Avrupa’da yapılıyor diye burada yapılması mı gerekiyor?
Kamuoyu vicdanı, çıplak aramanın gerçek olduğunu anladı. İktidar partisinde çırpınan bir Özlem Zengin görüyoruz. Mantıksız laflar etti. “Çıplak arama yapılmışsa ve beklemişse demek ki böyle bir şeyden rahatsız olmamıştır” dedi. Bu daha da sorunlu bir ifade. “Talimatla hamile kalıyorlar” diyerek işi daha da berbat etti. Dini, siyaseti bırakın, burada vicdani bir durum var. Cezaevine girmiş hamilelik yaşayan, zor durumda olan, çocuğunu düşüren anneler var; siz kalmış diyorsunuz ki “Bunlar talimatla hamile kalıyorlar.” Talimatla mı çocuğu düşürmek istiyor? En az üç kadın, dört bebek ölümü tespit ettim OHAL döneminde. Daha çok olmuş olabilir, bunlar bende kayıtlı olanlar. Sen, “Talimatla hamile kalıyorlar” gibi laflar ettikten sonra ne oluyor biliyor musun? Bebek ölüyor, bebek! Biraz vicdan diyorum ya. Her şeyi bir kenara bırakın, bebek öldü diyorum. Dört tane bebek gitti benim bildiğim, belki de 50 bebek ölmüştür. İnsanlar, mahrem şeyleri kolay kolay söyleyemiyor ki.
Geçtiğimiz günlerde Rudaw sitesine verdiğiniz röportajda bir soru üzerine ‘sine-i millet’ yani Meclis'ten çekilme ile ilgili değerlendirmelerde bulundunuz. Böyle bir eğilimden bahsetmediniz ama özellikle seçmen düzeyinde tartışılan bir konu olduğu için yine soralım, partinin böyle bir düşüncesi var mı?
Yok. Halk tarafından talep edilen bir şey bu. Herkesin canı çok sıkkın. Kürt halkının da canı sıkkın. Halk “Kürt halkına bir temas etsen, sizi kovalıyorlar zaten, dönün millete, dönün Diyarbakır’a” diyor. Hepsinin ağzı bu. Partinin böyle bir niyeti yok. Parti, sonuna kadar demokratik siyaseti zorlamak durumunda. Bu baskılar yeni değil. Dün de bu baskılar yapılıyordu. Sadece Kürtlere değil, Ermenilere, diğer azınlıklara, Alevilere… Kendisinden olmayan herkese zulmediyor. “Hadi eyvallah” deyip gidecek miyiz? Sine-i millete dönmek de biraz “Ben küstüm, çekildim, oyunda yokum” anlamına geliyor. Siyasette küserek bir şey olmaz. Sizi istemedikleri yerde siz ısrarla siyaset üreteceksiniz.