Bırakın yakın geçmişimizdeki örnekleri, İsrail-Filistin çatışması da dâhil birçok benzer vakada konunun kamuoyu tarafından nasıl takip edildiğini, haber alma ve yaşama hakkı açısından bu vakaların nasıl gündemde tutulduğunu ve bir taraf her ne kadar gönülsüz olsa da araya bağımsız-tarafsız kurumların girdiğini ve bir diyalog yürütüldüğünü iyi biliyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’ta yaptığı operasyon sırasında PKK’nın yaklaşık beş yıldır alıkoyduğu 13 asker ve güvenlik görevlisinin hayatını kaybetmesi, doğal olarak Türkiye’nin gündeminde.
Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Pazar gününün ilk saatlerinde 13 kişinin PKK tarafından, başlarından vurularak öldürüldüğünü açıkladı. PKK’ya yakın medya söz konusu 13 kişinin yürütülen harekâtta bölgenin bombalanması sonucu öldüğünü söylüyor. Bu açıklamalar hükümet tarafından sert bir dille reddediliyor. Bağımsız hak savunucuları, tarafsız bir komisyonun incelemesiyle gerçeğin ortaya çıkacağını savunurken, hükümetin açıklaması geçerli olsa bile ortada 13 rehine varken böyle bir operasyon yapmanın insancıl hukuka ve savaş hukukuna aykırı olduğunu vurguluyor.
Manzaraya baktığımızda, anlaşılmayan bir durum olduğu ortada. Zira günlerdir hükümet ve medya bölgede ‘Pençe Kartal’ adı altında bir operasyon yürütüldüğünü, çok sayıda örgüt mensubunun öldürüldüğünü bildirmekteydi. Eğer bu operasyon rehineleri kurtarmak için yapıldıysa, böyle bir operasyonla mı başlanmalıydı işe? Eğer gündemde rehine kurtarmak yok idiyse, böyle bir tedbirsizlik nasıl yapıldı?
Hafızamız ister istemez bizi yakın geçmişe götürüyor. 90’larda da bu tür rehine vakaları vardı. Bunların en bilineni RefahYol hükümeti zamanında olmuştu ve dönemin Refah Partisi Van milletvekili Fethullah Erbaş’ın da aralarında olduğu bir komisyon, sekiz askeri sağ salim Türkiye’ye getirmişti. Erbaş o dönem kimi milliyetçi çevreler tarafından eleştirilse de, şimdi üstlendiği işin ne kadar zor ve hayırlı olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Bugünkü meselinin temelinde de bu var zaten. İlk günden beri iktidar bu asker ve güvenlik görevlilerinin rehin durumda olduğunu hiç gündeme getirmedi, bu olay kamuoyundan âdeta gizlendi. Oysa bırakın yakın geçmişimizdeki örnekleri, İsrail-Filistin çatışması da dâhil birçok benzer vakada konunun kamuoyu tarafından nasıl takip edildiğini, haber alma ve yaşama hakkı açısından bu vakaların nasıl gündemde tutulduğunu ve bir taraf her ne kadar gönülsüz olsa da araya bağımsız-tarafsız kurumların girdiğini ve bir diyalog yürütüldüğünü iyi biliyoruz. Bu örneklerde mantık, her zaman rehinelerin can güvenliği için her adımın atıldığı mesajını kamuoyuna vermektir.
Ancak ne yazık ki, bilhassa 2015’ten beri bu atmosferden çok uzağız. Kürt meselesinde şiddet ve baskı bir yol olarak benimsendiğinden beri iktidar böyle yollara zinhar başvurmuyor ve “Ezeceğiz”, “Yok edeceğiz” dışında bir argüman geliştirmiyor.
13 Türk vatandaşının hayatını kaybetmesi çok acı bir olay. Ailelerin, üstelik beş yıllık umutlu bir bekleyişten sonra böyle bir sonuçla karşı karşıya kalması, tarif edilemez bir acı. Böyle bir eylemin sorumluları en sert biçimde kınanmalıdır. Ve bu operasyonda eksik ve hatalı bir durum varsa mutlaka sorumlular da soruşturulmalıdır.
Böyle olmadı. Operasyona dair meşru sorular soran muhalefet hemen hedef tahtasına kondu. Bilhassa CHP iktidar tarafından çok sert biçimde eleştirilirken spotlar yine HDP’ye çevrildi ve resmî ağızlar HDP milletvekillerini bir kez daha çok ağır biçimde suçlamaya başladı. Oysa anlıyoruz ki beş yıl boyunca bu rehinelerin serbest kalması için HDP’li vekiller de çaba göstermiş. HDP’nin maruz kaldığı muamele ise onlarca il ve ilçe başkanının gözaltına alınması, iki vekil hakkında (Hüda Kaya ve Ömer Faruk Gergerlioğlu) soruşturma açılması oldu. İnsan Hakları Derneği de bu haksız suçlamalardan payını aldı.
Tüm bunlar olurken, hayatını kaybedenlerden birinin annesi de AKP’nin Rize kongresine telefonla canlı bağlanmak durumunda kaldı. Oğlunu yeni toprağa vermiş bir anneyi bir siyasi partinin kongresine canlı olarak bağlamak, herhâlde sadece bu dönemde yaşanabilecek bir olay. Bir siyaset olarak milliyetçilik ve dindarlık, bir partiye böyle hamleler yapma imkânı veriyor, durum bu. Açıkçası, ilgili videoyu izleyecek ruh hâlini bulamadım kendimde. Aynısını başka bir partinin yaptığını düşünsenize.
Öte yandan, CHP ve aynı dalga boyundaki muhalefetin bu operasyonla ilgili olarak AKP’yi eleştirirken sözü evirip çevirip çözüm sürecine getirmesi ve sürece sert biçimde yüklenmesi de anlaşılır gibi değil. Sürece yani müzakereye bu kadar karşıysanız olup biteni ne açıdan eleştiriyorsunuz? Sadece operasyonel açıdan. İyi ama, böyle meselelerde bir de siyasi bakış açısı elzemdir. Bunu yapmadığınız sürece yeni bir söz söylemiş olmuyor, iktidarın çizdiği dairenin içinde dönüp dolaşıyorsunuz ne yazık ki.