ABD demokrasisi belki gerçekten de hilelidir, ama Trump ve taraftarlarının düşündüğü şekilde değil. Bu ‘sistem’ zenginlerin, varlıklıların, ayrıcalıklıların, kırsal kesimin, Beyazların ve erkeklerin lehinde hileli. İktisadi ve ırksal olarak bu kadar bölünmüş; oy verirken bilgiye dayalı, rasyonel tercihlerde bulunmanın önünde bu kadar fazla engelin olduğu bir ülkede nasıl, herkesin tek bir oyla temsil edildiği, adil ve eşit seçimler yapılabilir ki?
Ocak ayının son haftasında bu yazıyı yazmaya başladığımda, başlığa bir soru ifadesi koymamıştım. Fakat ABD’de olup bitenler, siyaset konusunda herhangi bir tahminde bulunmayı güçleştiriyor.
Donald Trump tarih oldu. En azından iktidarda değil; uğursuz yakın geçmişe ait bir figür o artık. Trump, Amerika’nın iyi olmadan büyük olabileceğine inanan bir başkandı. Yeni başkan Joseph R. Biden ise tam tersi düşüncede; ona göre, Amerika’nın gerçekten büyük olabilmek için dünyaya ahlaki açıdan örnek oluşturması, –eski Cumhuriyetçi başkanlardan Ronald Reagan’ın kullanmayı çok sevdiği ifadeyle– ‘tepede parıldayan bir kent’ gibi olması gerekiyor. Yeniden iktidara gelen liberallerin vizyonu, kuşkusuz, Trumpçıların ve muhafazakârların vizyonundan daha iyi. Liberalizm, iyi toplumlarda insanların ilerleme potansiyeli taşıdığı yönündeki vizyonuyla, insan doğasının son derece kusurlu olduğunu ve denetim altında tutulması gerektiğini savunan muhafazakârlıktan üstündür. Muhafazakârlık, şiddetin siyasetle iç içe geçmesi ve kişinin düşmanlarını öldürüp bir üstler-astlar düzeni kurmak için devleti kullanması durumu olan faşizmden daha iyidir. Faşizm ise... Hayır, faşizm en kötüsüdür, hiçbir şeyden daha iyi değildir. Kaos ve anarşinin bile, toplumu geliştirme potansiyeli faşizminkinden daha yüksektir.
Faşizm, hem liberal burjuva demokrasisinin, hem de sosyalist demokrasinin zıddı ve düşmanıdır. ABD’de bir sürü uzman ve siyaset yazarı, sayısız kitap ve makaleyle, kamuoyunu, demokrasinin istikrarlı devletlerde bile gerçek tehlikelerle karşı karşıya olduğu konusunda uyarıyor ve faşizmin ya da ön-faşizmin gölgelerde pusuya yatmakla kalmayıp, 6 Ocak 2021’de ülkenin başkentinde boy gösterdiğini vurguluyor.
Trump ve bıraktığı enkaz
Trump ve Trumpçılık Vaşington’dan ayrılırken, ardında ırksal, toplumsal ve ideolojik bölünmelerin yarattığı bir enkaz bıraktı. Demokratlar birlik ve iyileşme, daha cömert sosyal programlar ve daha az ırk ayrımı taahhüt ediyorlar. Ancak, bu övgüye layık, iddialı programın, kendi içlerinde bölünmeler yaşasalar da hâlâ Trumpçı olan Cumhuriyetçilerden destek görme olasılığı düşük. Demokratlar dış siyasette, dünyanın en güçlü devleti olan ABD’nin iyice zayıflamış olan etkisini yeniden canlandırmayı, müttefiklerini, ABD’nin demokrasi ideallerinin öykünmeye değer olduğuna ikna edebilmeyi umuyorlar. Fakat, felaketlere neden olan Irak ve Afganistan istila ve işgallerinin ardından, hâlâ, Amerikalıların niyetlerinin dünyanın geri kalanının çıkarlarıyla, sihirli bir şekilde örtüştüğü düşünülüyor mu acaba? Avrupa şu anda, dış siyasette yeni bir özerklik iddiasıyla kendi yoluna gitmeye hazır.
Trump ve sadık taraftarları avaz avaz bağırarak, Amerikan demokrasisinin hileli olduğunu, seçimlere hile karıştığını, ülkeyi radikal sosyalist güçlerin tehdit ettiğini söylediler. Azınlık partisi hâline gelen ve zafer kazanabilmek için seçim hilesi yapmaya, seçmenleri baskı altına almaya ve kasalarına oluk oluk bağış akmasına git gide daha fazla ihtiyaç duyan Cumhuriyetçilerin ‘sistem’ hakkında söyledikleri doğru olabilir mi? ABD demokrasisi belki gerçekten de hilelidir, ama onların düşündüğü şekilde değil. Bu ‘sistem’ zenginlerin, varlıklıların, ayrıcalıklıların, kırsal kesimin, Beyazların ve erkeklerin lehinde hileli. İktisadi ve ırksal olarak bu kadar bölünmüş; oy verirken bilgiye dayalı, rasyonel tercihlerde bulunmanın önünde bu kadar fazla engelin olduğu bir ülkede nasıl, herkesin tek bir oyla temsil edildiği, adil ve eşit seçimler yapılabilir ki?
Cumhuriyetçilerin "yaratıcılığı"
Cumhuriyetçiler ülkede azınlık olsalar da, savundukları politikaların birçoğu (zenginlere vergi indirimi, şirketleri kayıran deregülasyonlar, çevreyi korumaya dönük önlemlere son verilmesi) halktan destek görmese de, yasama organlarındaki temsiliyetlerini mümkün olan en üst düzeye çıkarmak ve hatta –2000 ve 2016 yıllarındaki seçimlerde olduğu gibi– rakiplerinden daha az oy aldıkları hâlde başkanlığı kazanmak için yöntemler geliştirme konusunda olağanüstü bir yaratıcılık gösteriyorlar. Demokrasi gerçekten de narin, manipüle edilmesi kolay bir şey. Cumhuriyetçi Parti, dünyanın birçok yerindeki otoriter liderler gibi, oy verme sürecini baskı altına alarak, sıradan insanların gücünü –yetersiz şekilde de olsa– güvence altına alan yegâne sisteme duyulan inanca zarar verdi. Siyaset bilimcilerin bize söylediği temel bir şey var: Demokrasi yalnızca oy sandığına erişim ve seçmenlerin bilgili olmasıyla değil, bir seçimde yenilenlerin, gelecekte yeniden aday olup kazanma şansının güvence altına alınmasıyla ilgilidir.
Siyaset bilimciler Ivan Krastev ve Stephen Holmes şöyle yazıyor: “Trump, ortalama beyaz seçmenin, değişim ve kuşaklar arası değişim sonucunda siyaseten kenara itilme korkusuna tüm diğer siyasetçilerden daha güçlü bir şekilde ses verdi. Bu seçmenlerin gözünde ABD’de seçimler gerçekten de hileli. (...) Trump’ın en ateşli taraftarları, sınırların açık, ülkeye yasadışı yollardan giren kişilerin vatandaşlığa kabulü konusunda çıtanın düşük tutulması ve Afrikalı Amerikalıların seçmen kütüğüne kaydolup oy vermesinin kolaylaştırılmasıyla ülkede seçimlere hile karıştırıldığı; Demokratların, bu politikaları yürürlüğe sokarak seçmen kitlesini kendi lehlerine yeniden şekillendirmeye, böylece gelecekte öne geçmeyi garantilemeye çalıştıkları gibi bir hissiyat içinde.” (1)
Batan gemiyi terkedenler
Uzmanlar ve basın, Vaşington’da 6 Ocak’ta yaşananlardan kimi “ayaklanma”, kimi “bir avuç aşırılıkçı” gibi ifadelerle söz etti; bu olayı, Ekim 1917’de Lenin’in yaptığı darbe girişimine benzetenler de oldu – Beyaz Saray’dakinin tek farkı, başarısızlıkla sonuçlanmasıydı. ABD’nin kurumlarına yönelik saldırı –çoğunluğun da kabul ettiği gibi– son derece çirkin ve dehşet vericiydi; hatta birkaç Cumhuriyetçi, bu yüzden Trump’ı desteklemeyi bıraktı. Büyük burjuvazi (örneğin Ulusal İmalatçılar Birliği) bile batan gemiyi terk etti. ABD’de yerleşik düzen, güç ve şiddete dayalı, sonucu öngörülemeyen kumarlardansa, oyunun alışılagelmiş kurallarını tercih eder. ABD’ninkarşı karşıya olduğu, İtalya’da Mussolini Roma’ya yürüdüğünde (1922) ya da Almanya’da Hitler Weimar Cumhuriyeti’ni yıktığında (1933) yaşananlara benzer bir durum değil. O iki örnekte, siyasi yerleşik düzen, sosyalistler ve komünistlerin giderek güçlenmesi karşısında korkuya kapılmış, faşistleri kontrol altında tutabileceğini düşünerek onlar üzerinden bir kumar oynamaya karar vermişti. Amerika’da ciddi bir tehdit oluşturan, iyi örgütlenmiş bir antikapitalist solun varlığından söz edilemez. Sağa karşı çıkan liberaller çok radikal değiller, devrimci hiç değiller. Burjuva demokrasisi ve kapitalizmin mevcut kurumlarından memnunlar, bu kurumları destekliyorlar. Militan bir sol tehlikesinin yokluğunda, yerleşik düzen güçleri, ticaretin –işleri karıştırıp aksatan, sağı solu belli olmayan (hüsnütabirle, “başkanlıkla bağdaşmayan”) Trump’ın aradan çıkmasının ardından– her zamanki gibi devam etmesini istiyor
Cumhuriyetçiler ikiye ayrıldı
Bir tehlike atlatılmış gibi görünüyor. Deliler şimdilik zapt edilmiş durumda ama hâlâ ülkenin her yanında, kuytuluklarda bir araya gelmeye, içten içe kaynamaya devam ediyorlar. Cumhuriyetçiler ise ikiye ayrıldı: Geleceği eski muhafazakâr değerlere dayalı bir sistemde görenler ve Trump taraftarlarının oylarını alabilmek için Trump’la hiç düşünmeden ittifak yapmaya hazır olanlar. İkinci grup ilkinden çok daha kalabalık. Şu anda Vaşington’da, iktidarda daha aydınlık fikirli insanlar var. Fakat onlar da aynı anda iki farklı yöne, bir yandan ileri, yenilikçi ve daha eşitlikçi bir geleceğe, bir yandan da geri, Trump öncesi statükoya bakıyorlar. Başkan Biden, selefinin aldığı birçok idari kararı iptal etmekle meşgul. Ancak ılımlı, merkezci liberalizmin temel meselelerinden biri, iş hayatının her zamanki hâliyle sürdürürken birkaç reform mu yapacağını, yoksa herhangi bir anlamlı değişimi ‘sosyalizm tehdidi’ olarak nitelendirecek sağa taviz vererek onu memnun mu edeceğini hiçbir zaman bilememesi.
Amerika’da radikallerin şu anda alabileceği gerçekçi tek konum, demokrasiyi desteklemek,yani liberal demokrasiyi dönüştürüp aşabilmek için onun erdemlerini korumak ve genişletmek. Başkan Biden, yemin töreninde yaptığı konuşmada “Demokrasi değerlidir. Demokrasi kırılgandır. Ve şu an dostlarım, demokrasi üstün geldi” dedi.
Evet, Ocak 2021’de demokrasi hasar görmüş bir şekilde, ayrımcı hâliyle hayatta kaldı, fakat New York Times’ın köşe yazarlarından, akademik siyaset bilimi dünyasında yeni geliştirilen yaklaşımları daha geniş kitleye aktarmaya çalışan Ezra Klein’ın yazdığı gibi, Biden’ın iyimserliği “heyecan verici bir duygu, ama yanlış”:
“Demokrasi güç bela kurtuldu. Amerika normal demokratik ilkelere uysaydı, 2016’da Hillary Clinton’dan neredeyse üç milyon daha az oy alan Trump seçimi kaybederdi. Bu kişi Amerikan halkı istemese de başkanlık koltuğuna oturdu ve sonuç yıkım oldu. 2020’de, Trump yaklaşık yedi milyon oy farkıyla yenildi, fakat kilit nitelikteki eyaletlerde 40 bin oyun rengi farklı olsaydı, seçimi kazanacaktı. Senato’da dağılım 50’ye 50 ama 50 Demokrat’ın temsil ettiği kişilerin sayısı, 50 Cumhuriyetçi’nin temsil ettiklerinden 41 milyon daha fazla. Bu iyi bir sistem değil.”(2)
Amerikan demokrasisi arızalandı. Artık sadece, son derece yüzeysel bir temsiliyet özelliği taşıyor; halkı gerçek anlamda temsil etmiyor, halkın taleplerine yanıt vermiyor; taşıyor. Şirketler halk olarak görüldüğünde ve para sözle özdeşleştirildiğinde, mülk sahipleri ve varlıklılar diğerlerinden daha yüksek sesle konuşabiliyor. Fakat siyasi elitin dışında, değişim konusunda gözle görülür, coşkulu bir istek var. Kimi geri gitmek, kendinden farklı olanlara yönelik ayrımcılık ve dışlamanın hüküm sürdüğü Amerika’ya dönmek istiyor. Ama kimileri de daha iyi, daha kapsayıcı, ırkçılığa ve toplumsal eşitsizliğe karşı daha güçlü önlemler barındıran bir düzene özlem duyuyor. Artık, eski düzenin geri gelip her zamanki gibi devam etmesini beklemekle yetinmeyen gençler, siyahlar, diğer ‘esmer vatandaşlar’, öğrenciler, hatta sayıları gittikçe artan sosyalistler var. Bu insanlar aşağıdan ve dışarıdan baskı oluşturarak, ülkeye, demokrasi karşıtlarının ‘küskünleri’ ve cahilleri bu yılın ilk günlerinde Beyaz Saray’a saldırmaya ikna etmek için kullandığı hınç, korku ve öfkeye karşı, sağlıklı bir alternatif sunacak.
(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)
(1)Ivan Krastev ve Stephen Holmes, “The Real Meaning of Trump’s Post-Election Defiance”, Foreign Policy, 19 Kasım 2020
(2)Ezra Klein, “Democrats, Here’s How to Lose in 2022”, The New York Times, 24 Ocak 2021