Psikiyatriyi, bastırılmış duyguları, siyasi gerilimleri, tecavüz travmalarını, ‘hoca’nın hiç de alışıldık, eli kolu uzun bir hoca olmayışını hesaba katmazsak, pekâlâ bir Tanzimat romanı olabilecek dizi, tüm bu saydığım sebeplerle derin, kritik bir alana giriyor ve kendini izletiyor.
Türkiye’de geleneksel kalıplara bağlı, muhafazakâr, dar gelirli ve çoğunluğu oluşturan kesim ile şehirli, okumuş, iyi gelire sahip ama ‘toplum’u anlayamayan, onunla iletişim kuramayan, bu yüzden sıkıntı yaşayan kesim arasındaki gerilim ve karşılaşmalar üzerinden bir sanat yapıtı ortaya koymak, yeni bir fikir değil. Ama Berkun Oya’nın yazıp yönettiği, Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit, Settar Tanrıöğen, Tülin Özen, Alican Yücesoy, Defne Kayalar, Bige Önal, Derya Karadaş’ın rol aldığı, Netflix’te yayınlanan ‘Bir Başkadır’, ortaya yeni bakış açıları, yeni açılımlar koyuyor.
Diziye damgasını vuran, hiç şüphesiz, Öykü Karayel’in muhafazakâr bir ailede yaşayan, o değerlerle var olan, bir yandan da etrafında olup bitenleri de derinlemesine gören, algısı keskin bir genç kadını (Meryem) çok büyük ustalıkla canlandırması. Bu notu düştükten sonra, dizinin ana eksenlerine ve işleyen ya da –bana göre– işlemeyen yanlarına bakalım.
Öykü Karayel’in canlandırdığı Meryem, bayılma krizleri yaşamaktadır. Bu yüzden gittiği, önceden tanıdığı bir doktor, onu devlet hastanesindeki bir psikiyatra yönlendirir. Başta bahsettiğim karşılaşma burada cereyan ediyor; hayatında ilk kez psikiyatra giden Meryem, orada Defne Kayalar’ın canlandırdığı psikiyatr Peri’yle karşılaşıyor. İlkin iletişim kurmayı beceremeyen bu iki karakter, dizinin ana gerilim eksenini oluşturuyor.
Fakat dahası da var. Peri de duygularını bastırmış biridir, kendi içinde sıkışmış bir hayat yaşamaktadır ve o da psikanalize gider. Onun danıştığı kişi ise Tülin Özen’in canlandırdığı Gülbin’dir. Peri, Meryem’le geçirdiği ilk seanstan sonra Gülbin’e başı kapalı danışanlarından, aslında tüm başı kapalılardan neredeyse nefret ettiğini, bunun çok yanlış bir şey olduğunu bildiğini ama kendine engel olamadığını söyler. Gülbin, Peri’nin bu tutumunu içinden çok sert bir şekilde kınar, öte yandan kendisinin de yüzleşmek zorunda olduğu meseleler vardır. 90’larda baskıya uğramış bir Kürt ailenin kızı olması, ama hayli muhafazakâr ve geleneksel bir bakış açısı olan ablasının (Derya Karadaş) onu sürekli hırpalaması gibi...
Dizinin ana gerilim ekseninin bu olacağını zannederiz ama aslında tam da öyle olmaz. Zira Meryem’in hayatı kendi içinde hayli sorunludur. Asabi, muhafazakâr, kimseyi dinlemeyen, hele kadınları hiç dinlemeyen, sadece mahalledeki ‘hoca’ya kulak veren ağabeyi Yasin (Fatih Artman) hayatı zorlaştırdığı gibi, bir psikiyatra görünmesi gereken yengesi de (Funda Eryiğit’in canlandırdığı Ruhiye) intihar girişimlerinde bulunmakta ancak tedavi ‘hoca’da aranmaktadır.
Mevzu derin
Psikiyatriyi, bastırılmış duyguları, siyasi gerilimleri, tecavüz travmalarını, ‘hoca’nın hiç de alışıldık, eli kolu uzun bir hoca olmayışını hesaba katmazsak, pekâlâ bir Tanzimat romanı olabilecek dizi, tüm bu saydığım sebeplerle derin, kritik bir alana giriyor ve kendini izletiyor.
Ana mesele kimsenin birbirini tam olarak dinlememesi ve söylenmeyen sözlerin, itiraf edil(e)meyen duyguların, konuşulamayanların yarattığı baskı, travma. Bu, diziye göre sadece psikolojik olarak bireyleri zorlamıyor, aynı zamanda siyasi olarak toplumu oluşturan bireylerin de birbirini anlamaması sonucunu doğuruyor.
Bu, öne sürülebilecek bir argüman elbette. Ve doğrusu, makul ve güçlü bir şekilde hikâyeleştirilmiş. Ancak hikâyenin sallantılı yanları da yok değil.
Cumhuriyet döneminin yazarları bu tip eksenleri mesele ederken tabloya ‘modern’ taraftan bakar, kabahati –eğitime, bilime sırtını dönmüş– geleneksel/muhafazakâr toplumda bulurlardı. AKP’nin iktidarını sağlamlaştırması ve kolay kolay dağılmayan bir oy gücünü elinde tutmasından sonra kabahat ibresini, biraz da “Nerede yanlış yapıyoruz?” duygusuyla, ‘modern’ kesime doğru döndürenlerin sayısı arttı.
Bu eğilim her ne kadar sol ve Atatürkçü kesimin bir bölümünce eleştirilse de, “Evet, kabahat modernlerde de olabilir” diyenlerin sayısı az değil.
‘Bir Başkadır’ tam olarak bunu yapmıyor aslında, ama oraya meyilli. Bu elbette daha büyük bir siyasi mesele ve böylesi bir meseleyi bir diziyle çözemezsiniz, çözemeyiz. Yine de dizide alttan alta “Bu kalabalık ve siyasi gücü de elinde tutan kesimle ortak bir dil bulmak gerekir” mesajını okuyabiliyoruz.
Mesele şu ki
Ancak şu var ki, dizide geleneksel/muhafazakâr dünya ne kadar realist ve güçlü resmedilmişse, şehirli/modern dünya da o kadar klişe resmedilmiş. Mesela Peri’yi, muhafazakârlardan nefret ederek yetiştiren ailesi, boğazda bir yalıda oturuyor, babası Facebook’tan arkadaşlarının gönderdiği her paylaşıma inanıyor, annesinin de gözü Batı’dan başka bir yeri görmüyor.
Bana kalırsa bu bakış, yani denklemi bu şekilde kurmak biraz problemli. Zira gerilim bu kadar basit ve şematik değil. Üstelik, genelleme olacak ama, yalılarda oturanlar, aslında geleneksel/muhafazakâr kesimle herkesten önce anlaşan, hatta uzlaşan, orada bir ‘fırsat’ gören sermaye kesimi.
Geleneksel/muhafazakâr kesimle bir türlü barışmayan, barışamayan, ortak bir dil kuramayanlar ise bu gelenekselliğin/muhafazakârlığın tahakkümünden çekinenler, çekenler, bu tahakkümün daha da artacağını düşünenler ve aslında aynı gelir grubundan olanlar. Asıl gerilim bence burada ve o yüzden ‘Bir Başkadır’ bu açıdan denklemi biraz ıskalamış gibi.
Ancak bu, dizinin anlatmak istediğini çok derinlikli, etraflı bir dille anlatmadığı anlamına gelmiyor. Her ne kadar bazı mecralarda öyle yorumlansa da, dizinin derdi AKP İslamcılığını anlatmak da değil. Toplumun, içinde yaşadığımız toplumun biraz altını kazıyor ve orada, aslında yeni olmayan ama yine de önemli, üzerine düşünmeye değer şeyler buluyor.
İzleyin derim. Epeydir görmediğimi türden, ince bir işçilikle dokunmuş bir hikâye anlatılıyor ‘Bir Başkadır’da.