Bu konuyla ilgili, evrensel olarak kabul görmüş iki ilke bulunuyor. Bunların biri Azerilerin, diğeri ise Ermenilerin lehinde.
Bütün dünya bakışlarını kaçırıyor. ABD kafa karışıklığıyla ve meseleye odaklanmadan, Rusya ise soğuk bir ‘maliyet-fayda’ hesabıyla, Ermenilerin ve Azerilerin, ağır silahların ateşi ve katil insansız hava araçlarının korkunç bakışları altında hayatlarını kaybetmelerinin, birbirlerini öldürmelerinin nereye varacağını bekliyor. Uzaktan bakıldığında, bu çatışma, çok eskilere dayanan kavimler arası mücadelelerin kaçınılmaz bir sonucu olan, bitmeyecek bir mesele izlenimi veriyor. Sahaya daha yakın olanlar ve meselenin tarihini bilen analistler ise, bunun toprak ve kendi kaderini tayin hakkıyla ilgili, keskin bir siyasi uzlaşmazlık olduğunu görüyorlar.
Çeyrek asır önce savaşı kazanıp, 1994’te Rusya’nın arabulucuğuyla yapılan ateşkesten kârlı çıkan Ermeniler, savaş öncesindeki statüko içinde yaşamayı sürdürebiliyordu ama Azerbaycan’ın yöneticileri, uluslararası hukuka göre kendi toprakları olan bölgenin düşmanlarının elinde olmasına artık tahammül edemiyordu. Dağlık Karabağ (Ermeniler için ‘Artsakh’), yetmiş yıl süren Sovyet yönetiminde olduğu gibi, elverişsiz bir şekilde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yer alıyordu, özerkti ve buradaki nüfusun büyük çoğunluğunu Ermeniler oluşturuyordu.
1980’li yılların sonlarında Sovyetler imparatorluğu dağılınca, Ermeniler yürüyüşler yaparak, komşu Ermenistan Cumhuriyeti’yle birleşmeyi talep ettiler fakat Azerbaycan’ın Sumgayit şehrinde ve başkent Bakü’de pogromlara maruz kaldılar. Savaş yıllarında ve ardından, ateşkes hattında zaman zaman çatışmaların yaşandığı soğuk barış döneminde otuz bin kişi öldü. Azerbaycan’ın otokrat lideri İlham Aliyev, 27 Eylül’de, Türkiye’nin desteğiyle, Karabağ ihtilafını silah gücüyle çözmeye karar verdi. İki yıl önce mafyavari bir oligarşiden halkçı demokrasiye geçen Ermenistan hazırlıksız yakalandı. Şimdi, avantajlı durumdayken, uzun süre boyunca taviz vermek istemeyip, bir çözüm bulma konusunda gönülsüz davranmasının bedelini ödüyor.
İki ilke
Bu konuyla ilgili, evrensel olarak kabul görmüş iki ilke bulunuyor. Bunların biri Azerilerin, diğeri ise Ermenilerin lehinde. Birleşmiş Milletler’in yanı sıra bağımsız devletlerin de tanıdığı toprak bütünlüğü ilkesine göre, her egemen devletin ulusal topraklarının dokunulmazlığı güvence altındadır; bu topraklar zorla alınamaz ve devletler karşılıklı olarak anlaşmadan iki ülke arasında alınıp verilemez. Kosova Savaşı’nda Avrupa ve ABD tarafından ihlal edilen bu ilke, Vladimir Putin önderliğindeki Rusya, Kırım’ı Ukrayna’nın onayı olmadan, tek taraflı bir şekilde ilhak ettiğinde tekrar gündeme getirildi. Sınırların savaşla değiştirilmemesi esastır.
Toprak bütünlüğü ilkesi Azerbaycan tarafından defalarca ileri sürüldü fakat Ermeniler için öncelikli olan ilke, halkların kendi kaderini tayin hakkı. Ermeniler –savaş sırasında ele geçirdikleri, çevredeki yedi bölgenin değil ama– Artsakh’ın sakinleri olarak, kendi kendilerini yönetmek istiyorlar; ‘anavatanları’nın bu kısmının Bakü’ye tabi olmasına tahammül edemeyeceklerinden eminler.
Ne de olsa, SSCB’nin yıkılışından önce Dağlık Karabağ özerk bölgesinin nüfusunun yüzde 75’ini Ermeniler oluşturuyordu; yerli Azerilerin sürgün edilmesi ve göç etmesinin ardından, bugün Artsakh Cumhuriyeti’nin kontrolü tamamen Ermenilerin elinde.
İki ilkenin bağdaştırılması mümkün değilmiş gibi görünüyor. Fakat bu; bir tarafta ister bağımsız olsun, ister Ermenistan’a bağlı, bu toprağı ve üzerine yaşayan insanları isteyen; öbür tarafta ise yerlerinden edilmiş yüz binlerce mülteciyi yeniden topraklarına yerleştirmek üzere Karabağ’da etnik temizlik yapmaya hazır olan militan milliyetçilerin yarattığı bir yanılsama.
Katılaşmış imgeler
Bu savaştaki iki halkın da birbirine dair katılaşmış imgeleri var. Azerbaycanlılar sürekli olarak, Sovyet ordusunun Ermenilerin katledilmesini engellemek için Bakü’ye girdiği ‘Kara Cuma’dan (1990) ve Ermenilerin Azerbaycanlıları Hocalı’da katletmesinden (1992) bahsediyor. Ermenileri, kendi kitapları ve haritalarında tarihî Büyük Ermenistan olarak gösterilen, bugün Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın sınırları içinde olan toprakları tekrar kazanma isteğiyle yanıp tutuşan, küstah emperyalistler olarak tasavvur ediyorlar. Ermeniler Azerbaycanlıları bir yüzyıl öncesinin Osmanlı Türkleri gibi, Ermenileri fiziksel ve kültürel olarak yok etmek üzere soykırım yapmaya niyetli ‘Türkler’ olarak görüyorlar. Aliyev ve Erdoğan anlaşmazlığın bir ‘nihai çözüm’le sona erdirilmesi yönünde konuşmalar yaptılar. Bakü’de basılan kitaplarda ve haritalarda Ermenistan Cumhuriyeti, tarihî ‘Batı Azerbaycan’ olarak görünüyor.
Barış içinde yaşamak ama nasıl?
Tarih iki ülkeye de dostça davranmadı. Güney Kafkas halkları Pers, Rus ve Sovyet imparatorlukları altında yaşarken iç sınırları olmayan bu topraklarda, kır ile kent, ovalar ile dağlar arasında rahatça gidip gelebiliyorlardı. İmparatorluklarda farklı dinler ve etnisitelerden halklar, kendilerini yöneten yabancıların keskin emperyal gözetimi altında, karışık hâlde yaşarlar. Tarihî topraklara dönük talepler yaygındır ancak nihayetinde bu taleplerin çözüme kavuşturulması imkânsızdır, çünkü halklar ve bölgeler, çeşitli zamanlarda bir kimlikten diğerine geçmiştir. Ulus devletler ise, imparatorlukların aksine, topraklarını ulusallaştırmaya ve bu topraklar üzerinde yaşayanları zorla asimilasyon, etnik temizlik ve hatta soykırım yoluyla homojenleştirmeye çalışırlar. Ermenistan da, Azerbaycan da bugün, etnik olarak, tarihte hiç olmadıkları kadar homojenler. Mesele, iki ayrı ulus devlet olarak yan yana nasıl barış içinde yaşayacakları.
Tek çözüm
Tek çözüm, taviz vermek. Çoğu pazarlıkta olduğu gibi, iki ülkenin de arzu ettiklerinin tamamını alması mümkün değil; bir şey kazanabilmek için başka bir şeyden vazgeçmeleri gerekiyor. Bu savaş, iki tarafın da Dağlık Karabağ’ın hukuken Azerbaycan’ın parçası olduğunu kabul ederek toprak bütünlüğü ilkesinin gereğini yerine getirmesiyle, diğer yandan da uluslararası barış güçleri aracılığıyla bölgedeki Ermenilerin fiilî özyönetiminin korunup halkların kendi kaderini tayin etme ilkesinin uygulanmasıyla sona erebilir. Dağlık Karabağ’ın dışındaki bölgelerin kontrolü, Artsakh’tan Ermenistan Cumhuriyeti’ne karayoluyla serbest geçişin güvence altına alınması koşuluyla Azerbaycan’a iade edilir. Burada kilit oyuncu Rusya. Eğer Putin, Vaşington’un değil, asıl olarak Moskova’nın güvenlik çıkarlarının söz konusu olduğu Güney Kafkasya’da esas arabulucu olarak otoritesini korumak istiyorsa, Ermenileri ve Azerbaycanlıları daha fazla kan dökülmesinden ve Ankara’nın emellerinden korumak için sorumluluk alıp Karabağ sorununu çözmeli.
Bazen dışarıdan müdahale gerekir
Ermenilerin ve Azerbaycanlıların Sovyetler döneminde olduğu gibi yıllarca imparatorluk yönetimleri altında, huzursuz bir şekilde de olsa birlikte yaşayabilmiş olmaları, bir arada var olmalarının mümkün olduğunun kanıtı. Bazen bunun sağlanması için dışarıdan müdahale gerekiyor. Birbirinden korkar ve nefret eder hâle gelmiş iki hırslı komşu arasındaki pazarlıklar hiçbir zaman kolay olmadı. Taviz vermek genellikle ihanet etmek olarak görülüyor. Moskova’nın kararlı bir şekilde arabulucu olarak hareket etmesi bu yüzden gerekli.
Tarihte hiçbir şey kaçınılmaz ya da kalıcı değildir; değişen koşullarla birlikte kimlikler ve tutumlar da değişir. Daha fazla genç ölmeden, bu iki halkın kurduğu kasabalar ve şehirler daha fazla yerle bir olmadan, kriz anlarında gerçek bir devlet adamı gibi davranmak için çaba gösteren liderler mantıklı, akılcı seçimler yapabilirler. Denir ki, savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir; siyaset de çoğu zaman savaşın başka araçlarla sürdürülmesi olarak görülür. Ama savaşın barıştan yeğ olduğu nerede görülmüş ki...
(İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz)