Orta Doğu uzmanı, deneyimli gazeteci Robert Fisk, İrlanda'nın başkenti Dublin'deki evinde geçirdiği rahatsızlık sonucu 74 yaşında hayatını kaybetti. Fisk Ermeni toplumunun sorunlarıyla da yakından ilgilenen bir gazeteciydi.
Irish Times gazetesinde yer alan haberde, Fisk'in Cuma günü felç şüphesiyle kaldırıldığı hastanede Cumartesi hayatını kaybettiği bildirildi.
Kariyeri boyunca çok sayıda ödüle layık görülen Fisk, gazeteciliğe Sunday Express'te başladı. 1972 ile 1975 yılları arasında The Times'ın Belfast muhabirliğini yaptı.
Daha sonra Beyrut'a taşındı ve Orta Doğu hakkında haberler yapmaya başladı.
Fisk, aralarında Lübnan iç savaşı, İran Devrimi, İran-Irak Savaşı, Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgali, Saddam Hüseyin'in Kuveyt işgali ve Suriye iç savaşının da olduğu çok sayıda kritik olayı yerinde takip etti.
Çok iyi derecede Arapça konuşan deneyimli gazeteci, El Kaide'nin eski lideri Usame Bin Ladin ile mülakat yapan az sayıdaki Batılı gazeteciden biri oldu. Robert Fisk Independent gazetesi için yazmaya devam ediyordu. Fisk Ermeni toplumunun yaşadığı sorunlarla da yakından ilgili bir gazeteciydi ve Ermeni Soykırımı hakkında da yazıyordu. Fisk 2011 yılında Büyük Medeniyet Savaşı kitabının Türkçe'de yayınlanması vesilesiyle Agos'tan Emre Can Dağlıoğlu'na verdiği röportajda şunları söylemişti:
1915’te yaşananları kabul eden Türkiye entelektüelleri, son yıllara kadar olaylarla ilgili pek bilgileri olmadıklarını söylüyorlar. Siz, 1915’te yaşananları ne zaman öğrendiniz?
I. Dünya Savaşı’nda Fransa’da asker olan babam Bill, Ermeni Soykırımı’ndan bahsettiğinde, küçük bir çocuktum. Tarihe çok meraklı bir insandı. Bana, Churchill’in Ermeni Soykırımı’nı ‘holokost’ olarak adlandırdığı I. Dünya Savaşı’nı anlatan kitabını vermişti. Daha sonra, 1976’da Beyrut’a muhabir olarak geldiğimde, orada kendilerini İç Savaş’ın dışında tutmaya çalışan büyük bir Ermeni toplumuyla karşılaştım. Ermeni Soykırımı ile ilgili onlardan çok şey öğrendim. Sürekli Beyrut’ta en çok yaşadıkları semt, Maraş’ı ziyaret ederdim. Elbette ki, Maraş ismini, Türkiye’deyken dedelerinin yaşadığı Maraş şehrinden alıyor. Sonra Doğu Lübnan’daki küçük kasaba olan Anjarlı birçok Ermeni’yle tanıştım. Anjarlılar, İskenderun 1939’da Fransa’dan Türkiye’ye geçtiğinde, oradan kaçan Ermenilerdi. Anne-babaları, “Musa Dağı kahramanları”nın kemiklerini de beraberinde getirmiş ve Lübnan’a gömmüşlerdi. Fakat Anjar’ın Ermeni papazı, her sene tatilini Türkiye’de geçirdiğini söyleyince çok şaşırmıştım.
Bu kitabı 2005 yılında yayınladınız. O zamandan bu yana, Türkiye bir yandan Hrant Dink cinayeti ve davasındaki adaletsizlikleri, rahip ve misyoner cinayetlerini; diğer yandan Vakıflar Yasası, vakıf mallarının iadesi gibi süreçler yaşadı. Sizce bu açıdan, Türkiye şu anda nasıl bir noktada?
Hrant Dink öldürüldüğünde Beyrut’taydım ve o gece gazetem Independent’a onu, soykırımın 1.500.001. kurbanı olarak gördüğümü anlatan bir yazı yazdım. Sonrasında Türklerin sokaklara dökülüp ‘Hepimiz Hrant’ız’ diye bağırmalarından müthiş etkilendim ve bunun 1915’te yaşananların, Dink kadar masum olan yüz binlerce Ermeni’nin Osmanlı Türkleri tarafından katledilmelerini hatırlamanın önündeki yolu açacağını düşündüm. Fakat daha sonra, Türk polislerin, Dink’in katilinin yanında gururla poz vererek, dünyaya eski nefretlerin hiç değişmeden yerinde durduğunu hatırlattıkları iç karartıcı fotoğraf geldi. Ama şunu da ekleyeyim; son zamanlarda azınlık vakıflarıyla ilgili gelişmeler çok umut verici.
Son olarak, sizin tabirinizle, “yeni” Türkiye’nin, Ermeni Soykırımı’nı tanıma başarısı gösterebileceğini düşünüyor musunuz?
Türkiye’nin şu anda bunu kabul edebileceğini düşünüyorum. Türkiye, ilk kez ziyaret ettiğim yaklaşık 30 yıl öncesine göre daha kendine güvenli ve daha enerjik bir ülke. Fakat ‘yapabilir’ demek, ‘yapacak’ demek değil!
(Hayat hikayesine dair bilgiler: BBC Türkçe)