Gelinen aşamada hem siviller, hem de gencecik askerler hayatını kaybediyor. Bir kez daha söylemek gerek: Ermenistan ve Azerbaycan halkları savaşmaya yazgılı değildir. Çözüm mutlaka müzakere masasında bulunmalı, iki halk birlikte yaşamanın imkân ve şartlarını yaratmalıdır.
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmalar, daha doğrusu buna savaş demek lazım, iki ateşkes anlaşmasına rağmen bir türlü işlemiyor. Taraflar her ateşkes anlaşması sonrası birbirlerini ateşkesi bozmakla suçlarken, can kayıpları da ne yazık ki artıyor.
Türkiye ve medyası açısından en önemli mesele, savaşta iki tarafın bulunduğu gerçeğinin gözardı edilerek, tüm gelişmelerin tek yanlı olarak sunulması.
Denecektir ki “Hükümet zaten kayıtsız şartsız Azerbaycan tarafında iken medyadan ne beklenebilir?” Bu elbette var olan manzarayı tarif ediyor ancak bu bilinçli, hesaplanmış politika, Ermenistan’ın ve “Ermeniler”in gazetelerde ve televizyonlarda sabah akşam düşmanlaştırılması sonucunu doğuruyor. Bunun ne kadar tehlikeli bir yol olduğunu söylemekten dilimizde tüy bitti.
Geride bıraktığımız hafta da böyle oldu. Bilhassa sivillere yönelik saldırılar elbette kınanmalıdır. 16 Ekim akşamı Gence’ye yönelik olarak düzenlenen, sivillerin hayatını kaybettiği saldırı da hiç kuşkusuz bu çerçevededir. Ancak medya bu saldırılara yer verirken Ermenistan topraklarında da sivillerin hedef altında olduğunu, can kayıpları yaşandığını görmezden geliyor. Hâl böyle olunca Türkiye kamuoyu sürekli “Ermenistan yine sivilleri vurdu” yönündeki haber bombardımanıyla şekilleniyor.
Bu atmosferin Türkiyeli Ermeni toplumunu ne kadar boğduğunu da söylemekten dilimizde tüy bitti. Ancak tüm bu uyarılar “Ermeni vatandaşlarımıza ilişkin bir mesele yok” açıklamalarıyla karşılanıyor. Oysa atmosfer ve bilhassa sosyal medya hiç de öyle söylemiyor.
Sadece barış isteyen, ateşkes isteyen, “İnsanlar ölmesin” diyenler eleştiri ve hakaret yağmuruna tutuluyor. HDP milletvekili Garo Paylan’ın gerek ilanlarla, gerek yazılarla ve sosyal medya aracılığıyla hedef gösterilmesi, ne yazık ki bir mesele olarak gündeme gelmiyor. Üstelik, yeni öğrendiğimiz bir gelişmeye göre Paylan’ın kendi hakkında çıkan o malum ilanla ilgili yaptığı suç duyurusu hakkında takipsizlik kararı verilmiş. Hatırlanacaktır, ASAM adlı kuruluş, iki hafta kadar önce iktidar yanlısı gazetelere ilan vererek Garo Paylan’ı “ihanet içinde olmak”la suçlamıştı. Bu bir hedef gösterme değilse daha ne hedef göstermedir, onu da bilemiyoruz artık.
Savaşa gelecek olursak... Ateşkes anlaşmaları ne yazık ki işlemiyor. Öyle görünüyor ki, Azerbaycan yönetimi kamuoyunu tatmin edecek bir kazanım elde etmeden çatışmalar sona ermeyecek. Tablo bu.
Savaşın başından beri bu çatışmaları Ermenistan’ın başlatmış olmasının gayet mantıksız olduğunu söyledik. Bunu sadece ben değil, süreci yakından izleyen uluslararası gözlemciler de söylüyordu. Türkiye medyası gerek Ermenistan’ın açıklamalarına, gerek bu gözlemcilerin analizlerine yer vermese de süreç de kendi mantığı içinde işliyor. Ve bu aslında ateşkesin nasıl bozulduğunu da bize anlatıyor.
Gelinen noktada Azerbaycan’ın bazı kazanımlar elde ettiği anlaşılıyor. Ve öyle görünüyor ki Azerbaycan bu kazanımları artırmadan masaya oturmayacak. Bu da çok yakın bir ateşkesin biraz zor olduğunu gösteriyor. Umarım yanılırım.
Ancak bu tablo bizi başka bir noktaya da götürüyor. Ermenistan tarafında askerî kayıplar 800’e ulaştı. Azerbaycan resmî sayı açıklamasa da bir o kadar kaybın da Azerbaycan ordusunda olduğunu varsayabiliriz.
Cenaze ve esir değişimi amacıyla anlaşmaya varılan bu ateşkes işlemediği için, öyle anlaşılıyor ki cesetler hâlâ muharebe meydanında.
Öte yandan, Ermenistan, Türkiye’nin savaşa büyük bir kampanyayla katılmasına ve Türkiye kamuoyundaki havaya da bakarak, yaşadığı topraklardaki varlığının bir kez daha tehdit altında olduğunu düşünüyor. Bu da Ermenistan açısından savaşı sürdürmek için teşvik edici bir durum oluyor.
Her ne olursa olsun, gelinen aşamada hem siviller, hem de gencecik askerler hayatını kaybediyor. Bir kez daha söylemek gerek: Ermenistan ve Azerbaycan halkları savaşmaya yazgılı değildir. Çözüm mutlaka müzakere masasında bulunmalı, iki halk birlikte yaşamanın imkân ve şartlarını yaratmalıdır. Her iki tarafın da kendini güvence içinde hissedeceği bir çözüm şarttır. Başka bir çare yok.
Ve bu kadar insan ölürken kimse savaş çığırtkanlığı yapmamalıdır. Bu topraklar buna doydu artık.