Türkiye koronavirüs ile mücadelede bir kez daha kritik bir aşamaya girdi. Vaka sayıları yeniden artış eğiliminde. Günde 1.700 yeni vakaya ulaşan sayılar salgının zirve yaptığı Nisan-Mayıs aylarına döndüğümüzü gösteriyor. Hükümet’e ve Sağlık Bakanlığı’na yönelik eleştirilerin arttığı bu dönemde Halk Sağlığı Uzmanı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Koronavirüs Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nilay Etiler Lordoğlu’na kulak verdik. İşte Prof. Lordoğlu’nun uyarıları.
Koronavirüs’te mücadelede şu an hangi aşamadayız? Halk sağlığı uzmanı olarak önümüzdeki tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Koronavirüsle mücadelede en başından beri çok etkili yöntemler uygulanmadı. Öncelik, toplum sağlığı değil ekonomik aktivitelerin sürdürülmesi oldu. İkincisi, daha açık ve şeffaf bir yönetim olmalıydı. Üçüncüsü, ilgili tüm kurumlar işbirliği içerisinde olmalıydı. Böyle olsaydı, Mayıs sonunda bütün vakalar bastırılmış oldu. Ayasofya’nın açılışında insanların toplanması siyasi bir olaydı. O kadar insanı bir araya topladığınızda olacak şey belli. Düzenlenen mitingler, insanlara bayram kredisi verip tatile göndermeler… Bunlar salgını artıracak hareketler. Salgınla mücadele aşamasında halk sağlığı öncelik olmadığı için şu anda bu aşamadayız. İnsanlar hastalığın ne olduğunu bilmediği nasıl korunacağını da bilmiyorlardı. Risk algısı çok düşüktü. Bugün de öyle. Risk algısı düşük çünkü siyasi iktidar sanki bir şey yokmuş gibi davranıyor. Süreci Sağlık Bakanlığı yürütmüyor. Bir ülkede bir salgın ortaya çıktığında kamu adına Sağlık Bakanlığı yönetir. Ama süreç İçişleri Bakanlığı aracılığıyla çıkan genelgelerle yürütülüyor.
Türkiye genelinde vaka ve ölüm sayıları giderek artıyor. İstanbul’da ise durumun diğer şehirlere göre daha kötü olmadığı söyleniyor. Sizce durum bize açıklanandan daha kötü mü?
İBB’nin Koronavirüs Bilimsel Danışma Kurulu’ndayım ama biz bile verilere sahip değiliz. Bakanlık ne açıklıyorsa o verileri takip ediyoruz. İstanbul en başından beri Türkiye’de en yoğun vaka sayısına sahipti. Hâlâ da öyle. Bakan Fahrettin Koca, “İstanbul’da durum kötü değil” derken, “vaka artış hızları çok yüksek değil” demek istiyor. Resmi istatistikler eksik ve çok güvenmiyoruz. Buna rağmen İstanbul’da vaka sayısında geçen haftaya göre yüzde 43 artış oldu. Türkiye genelinde ise artış yüzde 15. İstanbul’da fazla olmadığına katılmıyorum. Halen vakaların yüzde 45’i İstanbul’da. Bakanlık en başta yüzde 60 diyordu. Bu, Anadolu’ya yayıldığı için öyle. İstanbul, nüfus yoğunluğu olarak Türkiye’nin en kalabalık ili. Bu nedenle salgından en çok etkilenen il oldu. Vakaların neredeyse yarısı İstanbul’da.
Hayatını kaybeden sağlık çalışanlarının sayısı giderek artıyor. Diğer illerde hastane ve yoğun bakım servis dolum oranları çok yüksek. Sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılar neler?
Hastanelerin doluluk oranlarına ilişkin bir bilgim yok. Sağlık çalışanları sürecin en başında kişisel koruyucu ekipmanların eksikliğini yaşadı. Hatırlarsanız Sağlık Bakanlığı Mart ayında “Koronavirüs Türkiye’ye geldi, gelmedi” gibi kontrol altına almaya çalışan açıklamalar yapıldı. Bu, sağlık çalışanlarının sağlığını ciddi yönde etkiledi. Çünkü o sırada pek çok Koronavirüs hastasıyla karşılaşıyorlardı. O dönemde çok ciddi bulaşmalar oldu. Verilerin açıklanması insanların kendisini koruyabilmesi açısından önemli. Sağlık çalışanları çok ciddi kaygılar yaşıyor çünkü karşılaştıkları insanların asemptomatik olması nedeniyle kendilerini korusalar bile hastalığın ortaya çıkmasında virüs yükü çok önemli. Virüs yükü arttıkça hastalığa yakalanma olasılığı da hastalığın şiddeti de artıyor. Sağlık çalışanlarının virüsü evlerine taşımak gibi kaygısı da var. Çünkü evlerinde yaşlı, çocuk, kronik hastalığı olanlar da var. İlk zamanlarda İBB ve İzmir Büyükşehir Belediyesi sağlık çalışanlarına geçici misafirhaneler veya barınma yerleri ayarladılar ki virüsü haneye taşımasınlar. Bu kaygı hâlâ devam ediyor. Bu arada sağlık çalışanlarının önemli bir kısmının hastalığı geçirdiğini de söyleyebiliriz. Çünkü ben etrafımdaki hekimlere bakıyorum hastalığı geçiren arkadaşlarımız var. Koruyucu ekipman da olsa geçirmemeleri mümkün değil. Sağlık çalışanlarından istifa edenler var çünkü çalışma ortamında yeteri kadar korunmadıklarını düşünüp mesleklerini bırakma zorunda kalıyorlar. Sağlık çalışanlarına rutin tarama yapılmıyor. Sadece test değil, bütün kontrollerin yapılıyor olması lazım. İlk günden beri sağlık çalışanlarına test yapılması lazımdı, hâlâ yapılabilir ve geç kalınmış değil. Testlerin periyodik olarak yapılması gerekiyordu.
Okulların açılmasıyla birlikte nasıl bir manzarayla karşılaşacağız? Sizce nasıl önlemler alınmalı?
Okulların açılmasıyla vaka sayılarının artacağı bekleniyor. Tüm bakanlıkların pandemi koşullarında eşgüdümlü hareket etmesi lazım. Sadece bakanlıklar değil; meslek örgütleri, sendikalar, belediyeler de öyle… İktidara yakın olmayan belediyelerle işbirliği yapılmıyor. Okulların açılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum çünkü halk sağlığı açısından olaya tek yönden bakamayız. Çok iyi bir hazırlık yapmak lazım. Yüz yüze eğitim olmalı, sadece uzaktan eğitim olmaz. Birincisi ders aralıklarını değiştirerek, okulun çalışma şeklini organize ederek hazırlık yapılabilir. İkincisi, öğretmenlerin çok iyi bir halk sağlığı eğitiminden geçirilerek çocukları eğitmeleri gerekiyor. Çocuğa verdiğimiz eğitimle hanedeki insanların dolaylı eğitildiğini de biliriz. Ayrıca devlet virüsten korunmak için koruyucu malzemeleri tedarik edecek. Daha sonra da takip sistemi. Ateşi olan öğrencileri tespit edip gereken yerlere gönderilmeleri sağlanacak. Bunu yapmak zor değil.
Okulların açılması yaklaştı. İkinci dalganın okulların açılmasıyla yaşanacağına katılıyor musunuz?
Birinci dalgada vakaları sıfırlasaydık, sonradan çıkacak vakalar ikinci dalga olacaktı. Fakat vakalar hiç sıfırlanmadı. Biz hâlâ salgının içerisindeyiz. Tekrar vaka artışı yaşıyoruz ve pike doğru ilerliyoruz. Salgın yönetiminin iki boyutu var. Birincisi, salgını yöneten ve stratejilerini belirleyen ve önlemleri alan Sağlık Bakanlığı. Diğer boyutu ise kendi yaptıklarıyla buna katkı sağlayan vatandaş boyutu. Burada bütün sorumluluğu vatandaşa bırakmış durumdalar. Toplumdaki risk algısının güçlendirilmesi gerekiyor. İnsanlar kendilerini koruyamıyorlar çünkü riskin farkında değiller. Bu salgının bir iki günde veya bir ayda geçmeyeceğinin anlaşılması gerekiyor. Hal ve hareketlerimizi gözden geçirip virüs yayılımını kolaylaştırıcı hareketleri terk etmemiz lazım. Vatandaşın bunu anlayabilmesi için merkezi yönetim kademesinin bu mesajı vermesi gerekir. Devletin önde gelenlerinin, siyasetçilerin çoğu maske takmıyor. Bunlar mesaj anlamında çok önemli. Böyle olmayınca da insanlar maskeyi koluna takıyor.
Son zamanlarda günde 100 bine yakın test yapılıyor. İlk başlarda bu kadar test yapılsaydı bugün durum daha farklı olabilir miydi?
Evet, çok farklı bir durumda olurduk. Ne kadar çok test yapılırsa o kadar çok vaka yakalanır. Toplumda yaklaşık yüzde 50 semptomsuz vaka var. Bu nedenle test, enfekte olanları bulmak için çok önemli. Böylece daha çok vakayı tespit etmiş ve salgının gerçek boyutunu öğrenmiş olurduk. Biz çok iyimser rakamlar gördük. Bugün yapılan 100 bin testin kime yapıldığını da çok merak ediyorum. Çünkü sağlık ve sosyal hizmet çalışanlarına, belediye çalışanlarına test yapılmıyor. Siyasi iktidara yakın olan bir çevre kendine rutin test yaptırıyor ama belirtisi ve teması olanlara test yapılmıyor. Bu 100 bin test bu insanlara yapılıyor olsaydı, bizim vaka sayımız daha fazla olacaktı. Hastalığın kontrol altına alınması için bu kesimlere testlerin yapılması lazım. Test sayısı 100 bine ulaştı ama bizim önerdiğimiz kişilere yapılmıyor.
Aşı ile ilgili çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hastalığın kontrol altına alınabilmesi için herkes aşıyı umutla bekliyor. Bununla birlikte şöyle bir algı da oluyor: “Aşı çıkacak ve biz bu pandemiden kurtulacağız.” Bu yanlış. Aşının bulunması pandeminin kontrol altına alınmasına katkı sağlayacaktır ama bu tek başına yeterli değildir. Maske ve sosyal mesafe kurallarının da uygulanması lazım. Aşılar yüzde 100 antikor oluşturuyor deniyor ama 100 kişiye aşı yaptığınızda hepsi bağışıklık kazanmayabilir. Bunun aşıdan ve kişiden kaynaklı nedenleri var. Kişinin yaşı, bünyesiyle ilgili özellikleri, bağışıklık sisteminin özellikleri… Buna “aşının tutması” deniyor. 100 kişide de aşı tutacak diye bir şey yok. Aşı olmak büyük oranda koruyucu olacaktır ama bunu düşünmek lazım. Aşı ile ilgili ülkeler arasında adeta savaş var. Çıkmayan aşılar satın alınıyor ve bunun çok ciddi ekonomik boyutu var. Aşının eşit ve herkese ulaşılabilir şekilde olacağını tahmin etmiyorum. Aşı herkese temin edilebilecek bir şey olmayacak yine sosyo-ekonomik eşitsizliklerle bir kesim ulaşacak bir kesim de ulaşamayacak. Türkiye aslında dünya tarihinde aşı üretiminde çok önemli ülkelerden birisi idi. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi, dünyada pek çok aşıyı üretmiş çok önemli bir aşı merkeziydi. Bunun eksikliğini hissediyoruz. Eğer merkez bugün olsaydı aşıyı üretebilirdik.