YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Dört yıl sonra

Darbeye ya da darbe girişimine nasıl gelindiği de açıkça konuşulmalı, bilanço çıkarılmalıdır. AKP dört yıldır bu işten ısrarla kaçındığı gibi suçu genellikle başkalarının üzerine atmakta.

15 Temmuz Darbe Girişimi’nin üzerinden tam dört yıl geçti. Tüm gazeteler ve televizyonlar bu dört yılın bilançosu ile, buna yönelik yayınlarla dolu. Ancak konuşulmayan çok şey var kanımca.

Öncelikle evet elbette bir darbe girişimine her surette karşı çıkılmalıdır. Ancak darbeye ya da darbe girişimine nasıl gelindiği de açıkça konuşulmalı, bilanço çıkarılmalıdır. AKP dört yıldır bu işten ısrarla kaçındığı gibi suçu genellikle başkalarının üzerine atmakta. Ancak darbe girişiminin gerçekleşmesinde büyük payı olduğu anlaşılan Gülen Cemaati’ne en büyük alanı kendisinin açtığını kabul etmesi gerekliliği bir yana, bu alanı hangi düşüncelerle açtığını da ifade etmesi, zamanında Gülen Cemaati’ne yönelik eleştirilere niçin siper olduğunu izah etmesi gerekir. 

Darbe girişimi püskürtülmüştür ancak sonrasında yaşanan hukuksuz süreç tüm hızıyla devam etmektedir. Binlerce insan işsiz kalmış, haklarında davalar açılmıştır. Bu insanların bir bölümünün darbe girişimine fiili olarak katılıp katılmadığı son derece şüphelidir. Bu furyada devlet muhalif olarak gördüğü binlerce akademisyeni ve memuru üniversitelerden, kamu kurumlarından  atmıştır. 

Evet darbe girişimi püskürtülmüştür ama seçilmiş kişiler hapislerdedir. HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş ve birçok siyasetçi AİHM kararlarına rağmen hala ve ısrarla hapiste tutulmaktadır. Onlarca HDP’li belediyeye, yargı kararı olmadan kayyım atanmıştır, seçilmiş başkanlar hapistedir. 

Barolar, tamamen iktidar emrine sokulmak istenmektedir. Üstelik bu hamle açık biçimde intikamcı duygularla yapılmaktadır. Bir baro, Diyanet İşleri Başkanı’nı eleştirdi diye, hızla harekete geçilmiş, “Çoklu Baro” sistemi tüm tepki ve eleştirilere rağmen yasalaşmıştır. 

Yargının artık tamamen iktidar yörüngesine girdiğini söylemek, yeni bir analiz sayılmıyor. Bunun son örneğini de Danıştay’ın Ayasofya kararında gördük. Karar öncesinde iktidar cephesinden gelen tüm açıklamalar, (ki bunlara belki de yönlendirme demek daha gerçekçi) doğru çıktı. Üstelik Danıştay bu konuda verdiği önceki kararlarını da hiçe saymış oldu.  

Meclis neredeyse feshedilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçilmesiyle birlikte bırakın Meclis’i, Bakanlar Kurulu da işlevsizleşmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yeni sistem içinde oluşturulmuş, atanan kişilerden oluşan kurullar öne çıkmış, kararlarda söz sahibi olur hale gelmişlerdir.

Özerk ve bağımsız olması gereken kurumlar ve kurullar artık tamamen yok olmuştur diyebiliriz. RTÜK tamamen iktidarın yörüngesine girmiş, muhalif kanallara ekran karartma cezaları peşpeşe gelmeye başlamıştır. 

İktidarın tek merkezde toplanmasıyla zaten can çekişen denge ve denetleme  sistemi tuzla buz olmuştur. YSK’nın güvenilirliği geçen yılki yerel seçimlerde çok büyük yara almıştır. 

Medya artık büyük oranda iktidarın kontrolüne geçmiştir. Özellikle  televizyonlar ve haber kanalları neredeyse tek merkezden yönetilir hale gelmişlerdir. Bağımsız ya da muhalif diyebileceğiz kanal ve gazeteler de az evvel bahsettiğimiz gibi büyük mali ve idari baskılar altında faaliyet gösterir durumdadır. 

Liste daha da uzatılabilir. Bütün bunlara ek olarak bilhassa son iki yıldır yaşanan milliyetçileşme ve İslamcılaşmanın da AKP ve MHP seçmeni olmayan kesimi iyice baskı altına aldığını, nefessiz bıraktığını söylemek gerek. Kaldı ki devlet içinde birçok kurumun bu kez başka tarikatlara açıldığı da sık sık dile getirilen bir durum olmuştur. 

Velhasıl. Bir darbe girişimi atlatmış bir ülke dört yıl sonra herhalde daha ileri ve daha demokratik, çoğulcu durumda olmalıydı. Oralardan çok uzağız.