“Neden şimdi?” sorusunun hayli basit bir yanıtı var ve yanıtın basit olması gerçek olmadığı anlamına gelmez.
Türk sağının geleneksel “Ayasofya ibadete açılsın” kampanyası bu kez görünürde daha ciddi bir taleple gündemde. Konunun gerek AKP öncesi dönemde, gerek AKP döneminde sık sık gündeme getirilmesine alışkınız. Bundan önce STK görünümlü ancak AKP ile yakın olduğu ayan beyan ortada olan kurumlar hukuki başvurularda da bulunmuşlardı. Ancak ilginçtir, bu başvurular Başbakan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yakın zamana kadar dikkate alınmıyordu. Hatta Erdoğan bir keresinde bu talebi dile getirenleri paylamış, “Daha Sultanahmet Camii’ni dolduramıyorsunuz” deyivermişti.
Dediğim gibi, bu kez iş ciddi görünüyor. İlk işareti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun vermiş, yakın zamanda bir gelişme olacağının ipuçlarını duyurmuştu. Sonrasında Danıştay’ın ibadetle ilgili talebi gündeme aldığı ortaya çıktı. 2 Temmuz’da bu konuda bir duruşma yapılacak. Bu süreçte zaten hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, hem de MHP lideri Bahçeli’den hayli sert ve net açıklamalar duyduk. Ayasofya ibadete açılmalıydı.
“Neden şimdi?” sorusunun hayli basit bir yanıtı var ve yanıtın basit olması gerçek olmadığı anlamına gelmez. AKP-MHP koalisyonunun giderek zorlandığı bir dönemdeyiz. Ekonomik kriz pandeminin de etkisiyle derinleşiyor, salgınla ilgili önlemler kimseyi ikna etmiyor, Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’yi yönetemiyor, demokrasi ve insan hakları sorunları gün geçtikçe kronikleşiyor, derinleşiyor, Kürt seçmenleri umutsuzluğa sürükleyecek adımlar peşpeşe geliyor, belediyelere kayyım atanıyor, vekillerin milletvekillikleri bir baskın hamleyle düşürülüyor.
Milliyetçi güçlerle koalisyon yapan Erdoğan, gitgide bu koalisyonun sarmalına gömülüyor ve koalisyonu sürdürmekten başka bir çıkış yolu olmadığını düşünüyor. Beri yandan, AKP içinden çıkan Gelecek Partisi ile DEVA’nın, oy olarak bilemiyoruz ama söylemsel düzeyde AKP’yi zorladığı görülüyor. Bilinen kamuoyu araştırma şirketlerinden KONDA’nın açıkladığı son anket sonuçlarına göre, AKP’nin oy oranı %45’ten %30’lara gerilemiş vaziyette. KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Karar TV’de katıldığı bir programda şunları söyledi: “AK Parti oy kaybediyor - kaybetmiyor meselesi değil; çözülüyor, gidecek yer bulamıyor. Yüzde 45’den 30’lara düştü. Bu bir alamettir ama gidecek yer bulamadı. Su kaynıyor, çayın altı açık, buhara döndüğü gün fark edeceğiz. Şubat ayı ölçümümüzde AK Parti yüzde 30’un altındaydı.”
Bunlar elbette anket, ve oranlar atılacak adımlara göre değişebilir. Atılacak adımlardan anladığımız ise, genel olarak milliyetçi ve İslamcı söylemin dozunu artırmak. Ancak ilginç olan nokta şu ki, AKP içinde de durum hayli karışık görünüyor. Esasında AKP’den çok, eski geleneksel devletin sözcüsü gibi bir pozisyonu olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu görünürlüğünü günden güne artırıyor. Son olarak İdlib’de yani Suriye topraklarındaydı Soylu. Milliyetçi seçmenin aklında ayrı bir seçenek olabileceğini, istifa krizinde görmüştük. Beri yandan, MHP lideri Bahçeli de bu tür milliyetçi ve İslamcı hamlelerin primini Erdoğan’ın toplamasını istemezmiş gibi bir politika izliyor ne zamandır. Ayasofya için “Çan sesleri değil ezan sesleri duyacağız” açıklamasını böyle okumak da mümkün. Dolasıyla, milliyetçi ve İslamcı sarmal kendi içinde gitgide derinleşiyor, iktidar yapısı açısından.
Böylece Ayasofya kampanyasına gelmiş oluyoruz. “Neden şimdi?” sorusunun yanıtını herhalde bir ölçüde vermiş olduk. Ancak sorular burada bitmiyor elbette. Öncelikle şu var: Ayasofya gerçekten ibadete açılacak mı? Tüm işaretlere rağmen net bir yanıt vermek zor. Erdoğan bunun artılarını ve eksilerini değerlendirerek konuyu bir kez daha soğumaya bırakabilir. Peki, açılırsa ne olur?
Oy açısından ne getirip götüreceği bilinmez. Ancak ülkenin dinî özgürlükler sicili açısından epey kötü olur. Bir dünya mirası statüsüne sahip, dünyanın en eski kiliselerinden biri olan Ayasofya’nın sadece cami olarak hizmet verir hâle gelmesi, Batı’nın tepkisini şimdilik bir kenara bırakalım, Türkiye’deki Hıristiyanlar açısından da simgesel olarak hayli olumsuz bir mesaj olacaktır.
Kurumsal düzeyde belki Türkiye’de eleştirel mesajlar verilmeyecek ya da çok ölçülü biçimde verilecektir ama duygusal anlamda Hıristiyanların kendilerini bu ülkeye ait hissetmeleri (ki zaten çok zayıflamıştır süreç içinde) artık iyice zorlaşacaktır. Daha da önemlisi, böylesi bir adım, azınlıklara yönelik yeni nefret hamlelerine, söylemlerine de zemin hazırlayabilir.
Bunun örneklerini son haftalarda sıklıkla yaşadık. Dolayısıyla mesele ciddi.